Habertürk TV (Basın Kulübü)

03.01.2014
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

 

Türkiye’nin beklediği yayına; Basın Kulübü’ne hoş geldiniz. Habertürk ekranlarında bu akşam çok önemli bir konukla karşınızdayız. Türkiye’nin gözünü çevirdiği isim şu an karşımda oturuyor, Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Çok teşekkür ediyorum efendim Basın Kulübü’ne konuk olduğunuz için. Ayrıca yapacağınız değerli değerlendirmeler için de şimdiden teşekkürü bir borç bilirim. Benim için ayrı bir anlamı var ilk yayınımda sizinle birlikte olmanın. Çok teşekkürler bir kez daha.

Cumhurbaşkanı Gül: Siz de hoş geldiniz buraya, Cumhurbaşkanlığı’na, Çankaya’ya. Burada yapıyorsunuz yayını, onun için size de hoş geldiniz diyorum.

Erhan Çelik: Çok teşekkürler. Çankaya Köşkü’ndeyiz efendim. Sayın Gül ile birlikteyiz. Aynı zamanda değerli gazeteci meslektaşlarım da bu akşam burada. Onlardan bir tanesi Star gazetesi yazarı Sayın Fehmi Koru ve hemen yanında da Vatan gazetesi yazarı Sayın Ruşen Çakır var. Bu akşam 2013’e dair, Türkiye’nin son dönemine damga vuran bütün olayları en ince detaylarına kadar konuşacağız. Özellikle son dönemde yaşanan ve soru işareti uyandıran, herkesin merak ettiği sorulara cevap arayacağız. Ama öncelikle yılın da başında olmamız nedeniyle dilerseniz 2013’ün genel bir değerlendirmesini yaparak başlayalım. Nasıl geçti sizin için 2013?

Cumhurbaşkanı Gül: Önce tabii herkesin yeni yılını kutluyorum ve yeni yılın hep iyilikler getirmesini temenni ediyorum. Yeni yıl dediğimizde geriye bakıyoruz, tabii 2013’e; 2013, bir dünya için şöyle bir baktığımızda, isterseniz önce dünyaya bakıp sonra da Türkiye’ye dönelim. Dünya için baktığımızda hala büyük ekonomik sıkıntıların gitmediğini görüyoruz. Özellikle Avrupa’da çok büyük ekonomik sıkıntılar var. Büyüme neredeyse durmuş vaziyette. Çok büyük işsizlik oranları var, bazı gelişmiş ülkelerde. Mesela İspanya’da yüzde 25 işsizlik var, diğer ülkelerde çok büyük boyutlarda. Dolayısıyla bu krizlerden hala çıkamadılar; Avrupa Birliği kendi içerisinde yeniden yapılanma mücadelesi veriyor, belki ilerde iki vitesli dedikleri bir Avrupa Birliği söz konusu olacak. Tam entegre olmuş ülkeler, sonra da ikinci kategorideki ülkeler gibi. Amerika Birleşik Devletleri’nde Obama tekrar seçildi ve yeni dönemine 2013’te başlamış oldu. Orada yavaş bir gelişme var ekonomide. Ama oradaki iyileşme bizleri biraz zorluyor ve ters etkiliyor, biliyorsunuz FED’in kararları.

Bu tarafa baktığımızda Magrip ülkeleri, Afrika’ya ve Asya’ya baktığımızda maalesef çok büyük acılar, çok büyük sıkıntılar var. Arap Baharı maalesef o beklenen ümidi adeta söndürmüş vaziyette ve çok büyük sıkıntılar çekiliyor. Libya Başbakanı bugün buradaydı, beni de ziyaret etti. Biraz önce de Sayın Başbakan ile beraberdi. Hala bir kaos var. Tunus’ta daha iyimser olunabilir, diyalog ortamı var. Mısır’da tabii çok üzücü gelişmeler oldu. Seçilmiş bir cumhurbaşkanı düşürüldü ve demokrasi askıya alındı. Cumhurbaşkanı hapiste, darbe yapılmış oldu orada. Gelişmeler kötü, çok sayıda insan hayatını kaybetti.  Mısır’a giden herkes bilir ki Müslüman Kardeşler oranın bir gerçeği, sosyolojik bir gerçeği adeta. Onların terörist olarak ilan edilmesi üzücü doğrusu, Mısır’ın geleceği açısından üzücü. Nitekim Amerikalılar, Avrupalılar da bunun ne kadar yanlış olduğuna hep dikkat çektiler. Ümit ederiz ki orada işler doğru gider. Irak’ta büyük sıkıntılar var. Sadece Ramazan ayında kutsal bir ayda bile bin kişi öldü. Bu sene yani 2013’te onbin kişi Irak’ta terörden öldü. Dolayısıyla hala belini doğrultamayan bir ülke. Suriye’de olup bitenler ise büyük içler acısı tabii ki, büyük ıstırap, ölümler yüzelli bine yaklaştı. İki buçuk milyon insan ülkesini terk etti. Kimyasal silah kullanıldı, balistik füzeler kendi halkına karşı kullanıldı. Büyük ızdırap var orada. İran’da bir yeni bir soluk var adeta. Yeni hükümet seçimlerden sonra dünya ile tekrar bir diyalog içerisine giriyor, bu olumlu bir şey.

Bu şekilde şöyle bir çevremize baktığınızda Batı aleminde ekonomik krizden dolayı büyük üzüntüler var. Doğu alemine baktığınızda çok büyük acılar var, kan, gözyaşı var.

Buradan tabii Türkiye’ye gelirseniz, 2013 yılı Türkiye’de çok canlı bir yıl oldu, çok meşgul bir yıl oldu. Özellikle Haziran ayına doğru İstanbul’daki Taksim, Gezi meseleleri ve bu son tartışılan kamuoyundaki olaylar aslında 2013 yılında Türkiye’de yapılan birçok güzel şeyi de açıkçası gölgeledi. Bu açıdan baktığınızda az önce söylediğim gibi Avrupa’da büyük ekonomik krizler varken Türkiye çok başarılı bir ekonomik politikayı yine takip etti, yüzde dört büyüme gerçekleştirdi. Avrupa’nın en büyüyen ülkesi Türkiye oldu yüzde 4 ile. Türkiye’nin borçlarına bakarsanız, yüzde 35’e düşürdü gayri safi millî hâsıla içerisinde. Avrupa’da yok böyle bir ülke. Borç bütçe açıklarına bakarsanız yüzde 1,2 gibi bir mali disiplinle ulaşılmış bir durum var. İşsizlik istihdama oranı yüzde 9 işsizlik var Türkiye’de, yine birçok Avrupa ülkelerine göre iyi. Ekonomi diğerlerinden daha iyi oldu. Bunun yanında çok temel bazı meselelerde açıkçası mesafe alındı.

Türkiye’nin önemli sorunlarından birisi hepimiz biliyoruz ki “Kürt Sorunu”; binlerce insan hayatını kaybetti, binlerce şehit verdiğimiz bir olay. Bu yıla baktığımızda artık konuşarak meseleleri halledebiliriz, sorunları çözebiliriz noktasına gelindi. Bu, çok büyük bir olay. Türkiye’nin en büyük meselelerinden birisidir bu, Türkiye’nin beka meselesidir. Her eve neredeyse şehitler düşüyordu. Dolayısıyla burada bir konuşarak bu işi doğru, Türkiye’nin birliği, bütünlüğü ve Türkiye’nin millî çıkarlarına zarar vermeyecek bir şekilde bunu halletme yönünde önemli bir gelişme oldu.

Sonra diğer demokratikleşme konusunda da yine önemli adımlar atıldı, 2013 yılında Türkiye’de. Baktığınızda kadınlara ta başından beri büyük ayrımcılık yaptık biz; giyiminden, kıyafetinden, başka şeyinden dolayı. Böyle büyük bir mesele, adeta kendi yurdunda kendisini garip eden insanların önündeki bu tip problemler aşıldı ve çok daha önemlisi bunları iktidar-muhalefet beraber yaptılar. Muhalefetin sessiz desteği oldu burada. Dolayısıyla bazısının sesli, bazısının sessiz. Ve nihayet bu konular… Türkiye’de kadın artık bu anlamda hayatın içinde rahatlıkla olabiliyor. Tabii ki birçok kadının hala başka sorunları var. Bunların hepsi çok daha temel meseleler.  Ama bu meseleleri gölgeleyen ve bu meselelerin değerini gölgeleyen az önce söylediğim olaylar oldu, İstanbul’da oldu. Bir çevre meselesi ile başlayan bir olay doğrusu çok farklı boyutlara gitti. Son iddialarda tabii ki Türkiye’nin gündeminde önemli bir mesele oldu. Ümit ederim ki 2014 yılı yeni bir başlangıç olur. Unutmayalım ki Türkiye dünya ve Avrupa ile bütünleşmiş bir ülke. Yani hepimiz aynı geminin içerisindeyiz ve bu ülkenin kazandığı itibarı korumak hepimizin sorumluluğu altındadır ve hep beraber Türkiye’yi bu sıkıntılı bir ortamdan çıkartıp çok parlak bir geleceğe taşımamız gerekir. Belki böyle bir tur yapmış olalım hem dışarı hem içeri ile ilgili.

Erhan Çelik: Biraz perspektif açısından bu değerlendirmelerin üzerinden gidelim. Dilerseniz ilk soruyu da ben sorayım ve o kırılma noktaları ile devam edelim. İki şeye dikkat çektiniz. Bir Gezi olayları, ikincisi 17 Aralık tarihinde başlayan süreç. İkisi arasında sizce bir paralellik var mı? Diğer taraftan Kürt sorununu konuşurken Türkiye’nin en büyük sorunuydu, konuşarak çözüldü dediniz…

Cumhurbaşkanı Gül: Çözüldü demedim yani çözülme yönünde.

Erhan Çelik: Çözülüyor evet çözülme yönünde. Şu anda önümüzde sorun olarak duran ve son dönemde sıkça kamuoyu tarafından tartışılan ve sizin tavrınızın yaklaşımınızın özellikle daha sık ifade edilip beklendiği bu dönemde çözümsüzlük gibi görünen şeyin nedeni nedir?

Cumhurbaşkanı Gül: Çözümsüzlük gibi bir şey görmüyorum ben doğrusu, her şeyin çözülebileceğine inanıyorum. Demin söyledim, Türkiye, Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlamış bir ülke, kurumları belli, Türkiye kesinlikle on yıl önceki demokratik, hukuk standartlarından çok daha yukarıda bir ülke ve Türkiye kesinlikle kurumları bu anlamda çok daha çalışan bir ülke. Ve bu anlamda Türkiye on yıl öncesine göre çok daha şeffaf bir ülke, herkes istediğini söyler, konuşur. Sıkıntılar muhakkak ki var ben bunları söylerken bir pembe bir manzara çizme gayreti içerisinde değilim. Sıkıntılar, noksanlıklar, bütün bunlar var ama on yıl önce ile mukayese ettiğimde bunları söyledim. Dolayısıyla Türkiye’nin çözülemeyecek meselesi olmadığı kanaatindeyim.

Şimdi siz birkaç mesele sordunuz. Ben Haziran’daki olaylarla bu son olayları birbirine paralel olarak görmüyorum, birbirinden ayrı meseleler bunlar doğrusu. Birbirinden ayrı meseleler olarak gördüğümü önce söylemek isterim. Diğer yandan da Kürt meselesinin konuşularak çözülmesi muhakkak ki bunun çözülmesi Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü hiçbir şekilde zedelemeyecek şekilde olması, bu da demokratik standartların yükseltilmesi ile olacak bir şeydir. Herkesin farklılıklarını kabul etmek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin eşit olduğunu kabul etmek; farklı Türkiye’nin gerçekleri vardır, bunları tanımak, dün korktuğumuz şeyleri bugün rahatlıkla konuşuyoruz. Öyle şeyler var ki bugün konuştuklarımızı on sene, yirmi sene önce konuştuğu için hapse girip de on sene, yirmi sene hapiste yatan insanlar var. Bugün bunları rahatlıkla konuşuyoruz, öyle mi? Şimdi o açıdan ben bu problemlerin hepsinin çözüleceğine inanıyorum.

Fehmi Koru: Hapishaneden bahsettiğiniz için ben de bugün yaşanan gelişmeyi sormak istiyorum. Anayasa Mahkemesi bireysel başvurular üzerine cezaevindeki milletvekillerinin serbest bırakılması yolunda bir karar verdi. Mahkemeler de nihayet buna uyuyorlar. Anlaşılan cezaevinde artık milletvekili kalmayacak. Bu tabii 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği ile gerçekleşti, Anayasa Mahkemesi’ne yeni daireler kuruldu, yeni üyeler atandı. Siz atadınız onların bir bölümünü. Bu arada Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda değişiklikler yaşandı. Yani hukuk önünde yargı önünde bir takım değişiklikler oldu. Baktığınız zaman aslında bu milletvekillerinin cezaevinde oluşuna baştan itibaren karşı çıkmıştınız, şimdi bu gelişmeler yaşanıyor. Tabii bunun Kürt sorunuyla da bir şekilde irtibatı var. Bütün bunlara baktığınızda yargı konusunda değerlendirmeniz ne olabilir?

Cumhurbaşkanı Gül: Türkiye’de, demokratik hukuk devletinde aslında kuvvetler ayrılığı prensibi vardır. Yasama-yürütme-yargı, hepsi de ayrı ayrı; ama bunların bir ahenk içerisinde olması gerekir ve hepsi de tabii ki kendi saygınlığını birinci derecede koruma sorumluluğu içerisindedir. Yürütmenin de yasamanın da yargının da. Tabii yasama ve yürütmeyle ilgili aslında bir noktada hesap verebilirlik, seçimlerdir. Seçim günü geldiğinde eğer bunlar işlerini iyi yapmazlarsa seçimlerle değiştirilebilirler. Yargı bu anlamda biraz daha farklıdır. Dolayısıyla yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesi çok daha önemlidir. Onun için yargı önce kendi kurumları olarak kendi saygınlık ve tarafsızlıklarına hiç halel düşürmeyecek şekilde hareket etmeleri gerekir, önce bunun da altını çizmek isterim. Ve bu bağlamda Anayasa Mahkemesi’nin son kararlarını doğrusu çok memnuniyet verici olarak görüyorum.

Geçenlerde de açıkladım, en çok memnun olduğum şey, oy birliği ile bu kararların alınmasıdır. Bir zamanların Anayasa Mahkemesi’nde herkesin farklı görüş, siyasi eğilimine göre kararlar aldığı dönemleri hatırlarsanız. Bugün benim de atadığım üyeler başta olmak üzere hepsinin oy birliğiyle böyle bir kararı almaları, Türkiye’de evrensel hukukun göz önüne alındığını gösteren bir Anayasa Mahkemesi olduğunu göstermektedir. O bakımdan gerek bugünkü gerek daha önceki kararları memnuniyetle karşıladım. Bunlar daha önce de olabilirdi açık söyleyeyim. Bu anlamda bu, iyi bir gelişme ama unutmayın ki bu, son karardan bir önceki karar, son mekanizmadan bir önceki mekanizmadır. Son mekanizma Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ondan önceki ama bundan önce yüksek yargı var, mahkemeler var, temyizler, bunlar var. Bunların da doğrusu çok iyi çalışması gerekir ve bu mahkemelerin hepsi de çalışırken kesinlikle objektif; Anayasa, kanunlar ve şüphesiz ki uluslararası hukuku tanıdığımıza göre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları ve nihayetinde kendilerinin temiz vicdanlarına göre hareket etmeleri gerekir. Bunun dışında herhangi bir motivasyon, bunun dışında herhangi bir gerekçe, herhangi bir bağlantı, ideolojik, dinî, siyasi olabilir, bunları kendileri mahfuz tutmaları lazım, varsa bunlar. Ama kararlarını verirken demin önce söylediğim kriterler içerisinde karar verdikleri takdirde Türkiye’yi çok yüceltirler ve insanların yargıya olan güveni sağlamlaşır. Bugün maalesef birçok sorunu görüyoruz değişik konularda. Bu gerek askerlerin yargılandığı mahkemeler ile ilgili olsun, davalar ile ilgili olsun, gerek son iddialar yolsuzluk davaları ile ilgili olsun, gerekse siyasi bu tip davalar ile ilgili olsun... Onun için kesinlikle su götürmez şekilde objektifliğini kaybetmeyecek kurum yargı kurumudur. Bunun altını özellikle çizmek isterim.

Fehmi Koru: Sanki bu alanda bir sorun varmış gibi algıladım verdiğiniz cevapları.

Cumhurbaşkanı Gül: Tartışılıyor, konuşuluyor doğrusu. Şunu unutmayalım ki çeşitli yanlışlıkların gideceği yer, bu idari konularda da olabilir, cezai konularda da olabilir, mahkemelerdir ve mahkemelerin verdiği karara itiraz mercileri vardır, yüksek mahkemelerdir. Şimdi buralara hiç gölge düşmemesi lazım  açıkçası hiç tereddüt olmaması lazım. Eski bir tabir vardır, tabiri caizse, “Şeriatın kestiği parmak acımaz” derler. Herkesin nihayette bunu diyebilmesi lazım. Eğer bu denemiyorsa ve bu konuda eğer çeşitli davalarla ilgili sıkıntılar ortaya çıkıyorsa yani serzenişler varsa, o zaman demek ki daha dikkatli olunması gerekiyor demektir.

Fehmi Koru: Bu askerlerin özellikle Balyoz davası, Ergenekon, yeni müracaatları var, o konuda düşünceniz nedir?

Cumhurbaşkanı Gül: Bu konuda da açıkçası büyük serzenişler var ki, yanlışlar yapıldı diyelim. Bazısında biliyorsunuz yüksek temyiz safhası bitti, bazısında yargılama devam ediyor. Eğer bir toplumda, “Kurunun yanında yaş da yandı”  şeklinde bir algı oluşursa ve bu ciddi boyutlarda olursa bununla ilgili hukuki çalışmalar yapılabilir, nihayet bunlar konuşulabilir. Buna karar verecek olan tabii ki Parlamento’dur.

Erhan Çelik: Siz de özellikle yargıda bir soruna işaret ettiniz aslında bu söylediklerinizle. Sorunun kaynağına ilişkin tespitiniz var mı efendim? Özellikle ikinci sorudaki Ergenekon ve Balyoz gibi davalar sonucunda Türk Silahlı Kuvvetlerinin yaptığı başvurudaki kumpas kuruldu iddiası. Devletin elinde buna ilişkin veriler olur mu?

Cumhurbaşkanı Gül: Takdir edersiniz ki ben o tip lafları kullanamam ve böyle bir şeye giremem. “O bunu dedi, bu bunu dedi” diyemem. Cumhurbaşkanı olarak ben ancak ilke ve prensipleri ortaya koyarım ve bu söylediğim çerçeve içerisinde böyle bir algı çok yoğun bir şekilde ortaya çıkarsa, tabii ki herhangi bir kişi için bile yanlış, bir hata söz konusu ise bunun üzerine ciddi bir şekilde gidilir ve bununla ilgili bütün hukuki çalışmalar yapılabilir. Nitekim çeşitli çalışmalar da var. Barolar Birliği Başkanlığı geçen gün beni ziyaret etti. Onların ve başka kurumların çalışmaları var. Ama bu dediğim gibi nihayet Parlamento’nun bileceği bir iştir. Muhakkak yanlış yapıldı, belki yapıldı diye kesin bir kanaat de veremezsiniz, çünkü nihayet de yüksek yargı temyiz safhası da bitmiş bu işin. Şimdi bireysel başvuru safhası var. Ama ne dedim, böyle bir algı dedim, böyle bir yoğun bir algı söz konusu olursa tabii ki bakılabilir.

Ruşen Çakır: Şimdi iki tane vesayet tartışması var. Bir taraftan bazı yargı mensupları yürütmenin kendi üzerlerine baskı uyguladığını söylüyorlar.  Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu da yaptı, İstanbul’da bir savcı yaptı, Hatay’da ki son tır olayında başka bir savcı şikâyet etti. Hatta Meclis Başkanı Cemil Çiçek de 138. maddenin, yargı bağımsızlığının, o maddenin artık ölmüş bir madde olduğunu söyledi.  Öte yandan hükümet kanadından da yargının ve hatta polisteki, emniyetteki ortak bir yapının seçilmiş hükümete, millî irade üzerine vesayet uygulamak istediği hatta darbe yapmak istediği söyleniyor. İki taraf da birbirini suçluyor ve iki taraf da ‘o benim üzerime vesayet uygulamak istiyor’ diyor. Bu, bir polemiğin ötesinde bir devlet krizi olarak yorumlanıyor ve hatta size de Cumhurbaşkanı olarak bu krize müdahale etmeniz çağrılarının da değişik şekillerde yapıldığını görüyoruz. Böyle bir devlet krizi hakikaten var mı yoksa bunlar geçiştirilip halledilebilecek konular mı?

Cumhurbaşkanı Gül: Şimdi çok daha önemli olan benim az önce söylediğim yargı ile ilgili genel ilke. Onu baştan unutmayalım. Eğer orada bir yanlışlık olursa bunların hepsi bugün o olur, yarın o olur, ama bugüne geldiğimizde şunu söylemek isterim. Önce biz başkanlık sisteminde değiliz biliyorsunuz, parlamenter sistemdeyiz. Parlamenter sistemde işlerin nasıl yürüdüğü ortadadır. Cumhurbaşkanı olarak benim sorumluluğum da gayet açıktır. Bu çerçeve içerisinde ben gerek bugünkü yaşanan meseleler olur gerek başka, böyle sıcak konular ortaya çıktığında şüphesiz ki üstüme düşeni bütün gücümle yapıyorum. Bunun önce bilinmesini isterim. Benim çalışmalarım aleni, açık, öyle değil ki. Benim görüşmelerim, hükümetle bir araya geldiğimde, Meclis Başkanı ile bir araya geldiğimde, mahkemelerin başkanları ile bir araya geldiğimde, bazen hepsini bir burada toplayıp Cumhurbaşkanı olduğum yıldan itibaren bunu yapıyorum, tüm bunları konuşuyoruz, yani devlet organlarının ahenkli bir şekilde çalışması için ben, yetkim çerçevesinde gerekli dikkatleri çekiyorum, gerekli tavsiyeleri yapıyorum ve gerekli çalışmaları yapıyorum. Sağ olsun bütün kurumlar da bunlara önem veriyorlar. Onun ötesinde idare yani yürütme bir yanlış yapabilir, az önce söylediğiniz gibi, mesela işte ‘İstanbul’daki o yönetmelik’ diyorsunuz. Şimdi bu Anayasa’ya ve kanuna aykırıysa bunu test eden bir mekanizma var. Nitekim o gün Barolar Birliği müracaat etti Danıştay’a, Danıştay bunun yasalara, Anayasa’ya uygun olup olmadığını karar vermekle ilgili bir yüksek mahkeme. Şimdi bu çalıştı gördünüz, hatta basın mensuplarının Emniyet’e giriş çıkışları ile ilgili de yürütme bir karar verdi, o da Danıştay’a gitti onlar da baktılar yine kararını verdi bu konuda. Dolayısıyla mekanizma çalışıyor.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu biliyorsunuz bütün hâkimlerin ve savcıların sicilini veren bir kurum, bir mahkeme değil. Bu anlamda doğrusu ben onların açıklamalarını doğru bulmadım. Çünkü Yüksek Mahkeme verecek kararı. Bir mahkemenin kararını hiç gölgelememek lazım. Mahkeme karar verecek, mahkemenin önüne gitmiş bir konu, hâkimler kararı verecekler. O açıdan bu tip çekişmeler bunları çok açık bir şekilde dillendirmeler, bunlar iyi şeyler değil. Bu konuda herkesin -Anayasal kurumlardır bütün bunlar- Anayasal kurumlar olarak görevleri neyse onu bilmesi gerekir ve bu çerçeve içerisinde dikkatli bir şekilde hareket etmesi gerekir.

Tekrar söylüyorum, hukukun üstünlüğü demokrasinin temel ilkelerinden birisidir. Hukukun karşısında herkes eşittir ve mahkemelerin gayet bağımsız ve tarafsız bir şekilde karar vermelerini temin etmek de herkesin yine görevidir. Bu anlamda Sayın Meclis Başkanı’nın söylediği çok önemli, 138. Madde, Anayasa maddesi bu şaka değil, yönetmelik değil, Anayasa maddesi, okuduğunuzda gayet açık, ama adeta sanki yok gibi. Yine Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun gerek 112. gerekse 122. maddeleri bildiğim kadarıyla, adil yargılama ve soruşturmanın gizliliği esası; şimdi sanki bunlar hiç yokmuş gibi hareket ediliyor. Savcılar bir şey iddia edebilirler, çünkü onu yapmakla, varsa bir yanlış bir suç önce savcılara gider, onlar iddia edebilirler. Eskiden “müddei umumi” deniyordu, yani iddia makamı, ama hâkim değil onlar. Hâkimler karar verecekler, bir şey doğru mu yanlış mı? Bütün bu konularda eğer kurallara dikkat ederse herkes o zaman bu sorunlardan kurtuluruz. Tabii kurallara dikkat etmek demek hepimizin ilkeli olması demek, bugün de, dün de, yarın da, hangi olayla ilgili olursa olsun prensip ve ilkelere eğer riayet edilmeli.

Ruşen Çakır: Burada şöyle çok kritik bir mesele var yalnız. Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı denirken yani savcılar ve kimi durumda yargıçlar da ama son olaylarda savcılar, savcılardan şikâyet edenler bizzat hükümet çevrelerinden dile getiriliyor ya da hükümete yakın kişiler diyorlar ki, bu savcılar bağımsız hareket etmiyorlar, bu savcılar başka yere bağımlı hareket ediyor ve malum son günlerde yerleşmiş olan bir paralel devlet diye bir yapıdan bahsediyorlar. Böyle bir paralel devlet var mı?

Cumhurbaşkanı Gül: Şimdi bakın, bir devlet içerisinde ayrı bir devlet olamaz. Devlet içerisinde ayrı yapılanmalar da asla olamaz. Devletin kurumlarında o ülkenin vatandaşı olan herkes eğer şartları yerine getiriyorsa çalışabilir. Bu Silahlı Kuvvetler olabilir, bu yargı olabilir, bu devletin diğer organları olabilir. Ama onlar Anayasa, kanunlar, o kurumların kendi kurallarına kesinlikle riayet edecek, bir. İkincisi, hiyerarşiye dikkat edecek, yani kurumları içerisinde herhangi bir ayrı bir dayanışma söz konusu olmayacak. Ve kesinlikle şüphesiz ki bu hiyerarşi çerçevesinde ve anayasa, kanunlar çerçevesinde ancak emir alabilirler. Bunun dışında, kurumun dışında başka bir yerden talimat, başka bir yere kurumun meselelerini taşıma gibi bir şey bu asla söz konusu olamaz. Bununla ilgili tabii ki iddialar araştırılır, bununla ilgili varsa ortaya çıkartılır ve kesinlikle müsaade edilmez. Bunu söyleyeyim. Tabii ki sivil toplum örgütleri olacaktır, değişik fikirler, siyasi partiler var, farklı fikirler, bütün buralarda da nasıl ekonomik konularda şeffaflık önemliyse bu tip konularda da şeffaflık tabii ki çok önemlidir. O açıdan hele hakimler, yargı içerisinde böyle bir şeyi doğrusu varsa asla tahammül edilemez bunu söyleyeyim, ama peşinen de hiç kimseyi başında suçlayamazsınız. Ama bu tip iddialar araştırılır sonunda gereği muhakkak ki yapılır.

Fehmi Koru: Aslında az önce anlattığınız şeylerle yakından ilişkili. Daha önce pek rastlanmayan bir şey oldu bu yeni yaşanan tırnak içerisinde sorunla ilgili. Kurumlararası, kuvvetlerarası sorun haline dönüştüğü zaman size gelmeye başladılar. Gelmeyenler de medyadan size çağrılar yönelmeye başladı. Cumhurbaşkanı bu işe müdahil olsun diye. Nasıl karşılıyorsunuz bu çağrıları, gelenlerle konuşuyorsunuz, yetkileriniz içerisinde herhalde bir şeyler söylüyorsunuz.

Cumhurbaşkanı Gül:  Tabii ki iyi niyetli olarak karşılarım hepsine de dikkat ederim, yani önem veririm. Nitekim Barolar Birliğinin çağrısı vardı, davet ettim geldiler anlattılar, çalışmanızı yapın gönderin ben de inceleteyim dedim. Bunun gibi diğer siyasilerden muhakkak ki oluyor.

Fehmi Koru: Deniz Baykal mesela bu hafta sizinle görüşecek.

Cumhurbaşkanı Gül: Evet, Deniz Bey de görüşme talebini iletti ama hafta içinde burada görüşeceğiz kendisiyle. Muhakkak ki tecrübeli siyasetçiler görüşlerini söyleyeceklerdir. Cumhurbaşkanı olarak yine bu noktada devletin organları arasında ahenkli bir çalışma düzeninin ortaya çıkması konusunda gayret sarf etmek ve çalışmak tabii ki benim görevlerimden birisidir. Demin de söylediğim gibi ben bazen baş başa kabullerimde gerekli telkinlerimi, görüşlerimi yapıyorum değişik organlara. Gerektiğinde açıklamalarda da bulunuyorum. Meclis açılışında her sene yaptığım konuşmalarda önemli konulara dikkat çekiyorum. Burada yaptığımız toplantılarda meseleleri konuşuyoruz. Bu son olaylarla ilgili yapacağım şey nedir, mahkemelerin düzgün bir şekilde çalışması, yargıya herhangi bir müdahalenin olmaması, hükümetin üstüne düşenleri muhakkak ki en iyi şekilde yapmasıdır. Türkiye’de onun da koruyacağı önemli şeyler var; Türk ekonomisinin ve Türkiye’deki istikrarın bozulmasına tabii ki fırsat vermemesi gerekiyor. Bu anlamda paylaştığım şeyler oluyor Sayın Başbakanla. Nihayet o da gereğini yapıyor. Son olaylar ile ilgili hükümet değişikliğini yaptı, benim de görüşlerimi aldı, ben de kendisine görüşlerimi söyledim. Bunlara itibar etti, yani bunun ötesinde Cumhurbaşkanı olarak benim yapmamı istediğiniz bir şey var mı?

Erhan Çelik: Sayın Koru’nun ifade ettiği ve az önce sizin altını vazifem diye çizdiğiniz Anayasa’nın 104. maddesindeki görevinizden hareketle o ahengi gözeten kişi olarak şöyle beklenti var: Cumhurbaşkanı devreye girmeli, Cumhurbaşkanı adım atmalı. Bunu acaba yeterli mi bulmuyorlar yoksa ilk bölümde ifade ettiğiniz her şeyi herkesin önünde konuşmuyorum konuşamam görevim gereği dediniz, bir şeyler yapılıyor hissedilmiyor mu?

Cumhurbaşkanı Gül: Az önce dedim, Türkiye’de parlamenter sistem var başkanlık sistemi yok. Bir zamanlar cumhurbaşkanlarının parlamenter sistemin ilkelerini aşan tavırları olduğunda Türkiye’de nelerin yaşandığını sizler bilirsiniz. Dolayısıyla benden yaptıklarından daha fazlasını bekleyenler aslında farklı bir belki sistemi tercih edebilirler, yani başkanlık sistemini tercih edebilirler. Ona da söyleyecek bir şeyim yok.

Ruşen Çakır: Şöyle bir sorun var. Son yaşadığımız kriz kurumlararası bir ahenk krizi değil ki. Şu anda yaşadığımız kriz hükümetle bir cemaat arasında yaşanan kavga. Yani bunun devlete yansımaları var ama. Bakın, Başbakan konuştuğu zaman savcılardan çok başka bir yere konuşur. Biz bunu böyle görüyoruz kamuoyu da böyle görüyor.

Cumhurbaşkanı Gül: Peki bana ne diyorsunuz?

Ruşen Çakır:  Sizin burada kurumlar arasındaki uyumu kurmuş olmanız tek başına bu sorunları pekâlâ çözemeyebilir.

Cumhurbaşkanı Gül: Burada şunu söyleyeyim. Hükümetin karşısına ben ancak muhalefeti koyarım, yani bu tip konularda, bir hükümet vardır bir de karşısında muhalefet vardır; ana muhalefetiyle, diğer muhalefetiyle muhalefet vardır. Hükümetin karşısına ben herhangi bir başka grubu koymam, böyle bir denge asla kurmam onu söyleyeyim. Şimdi olabilir, demin söyledim, bunun ismini siz nasıl söylerseniz söyleyin, yani sivil toplum örgütleri şeklinde daha geniş olarak düşünürsek, bunların kimisinin çeşitli gücü olur, kimisinin farklı güçleri olabilir. Eğer sınırlarını aşan, demin söylediğim çerçeve içerisinde Anayasa, kanunlar, kurumların kendi kurallarını aşan, devletin çalışma sistemini tanımayıp da başka bir dayanışma içerisine giren herhangi bir faaliyet olursa tabii ki hükümetin görevi bunları ortaya çıkartmaktır. Ama bunlar bir hukuk düzeni içerisinde olur. Bütün bunlar da bir hukuk düzeni içerisinde olur. Burada Cumhurbaşkanı olarak ne yapabilirim ben, dolayısıyla kimsenin afaki konuşmaması gerekir. Ben ancak yeri geldiğinde herkesin, bazen de aleni olarak dikkatini çekerim. Söyleyeceğim şey de budur, işte şimdi de yaptığım gibi bu prensibi bu ilkeyi koyarım ortaya.

Ruşen Çakır:  Peki şöyle açabilir miyiz? Devletin içerisinde başka hiyerarşiler varsa bunların bir an önce kararlılıkla tasfiye edilmesi konusunda hükümeti ve ilgili kurumları harekete geçirin.

Cumhurbaşkanı Gül:  Şimdi bakın, devletin içerisinde bugün böyle bir iddia olabilir, dün başka türlü bir iddia olabilir. Tamamen farklı politik, inanç veya etnik şeyler olabilir. Prensip olarak bunların hiçbirine müsaade edilmez. Bunu söylüyorum. Hukuk ülkesi burası, bir yanlış varsa o yanlışla mücadelenin yolu da yine hukuk yoluyla olur. Eğer öyle olmazsa mahkemeler var. Alt mahkeme var, üst mahkeme var, diğeri var. O bakımdan burada ilkeli davranmak önemlidir. Tekrar söylüyorum Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes o kurumların şartlarını yerine getirebiliyorsa o kurumlarda çalışır. Kendi ayrı inancı olabilir, düşüncesi olabilir, siyasi eğilimi olabilir, farklı sivil toplum örgütlerine faal olabilir. Hatta bazı ülkeler var biliyorsunuz, Avrupa’da askerler, polisler bile gidip sendikalara üye oluyorlar. Ama bunlar tamamen dışarıda kalır. Devlet işi söz konusu olduğunda, kamu işi söz konusu olduğunda bunlar asla burada bir motivasyon oluşturmaz, burada herhangi bir şekilde dayanışma oluşturmaz, tek uyacağı şey Anayasa, kanunlar, kurallar ve kendi hiyerarşisidir. Bunun dışına çıkanlar varsa bireysel veya yapısal bir şekilde tabii ki bunlarla hukuk yoluyla hareket edilir yine, çünkü buralarda sübjektif de hareket edilebilir, asla buna müsaade edilmez bir hukuk devletinde. Bu yine hukuk yoluyla ispatlanır ve buna göre gereği neyse kanunlarımız çerçevesinde yapılır.

Erhan Çelik: İki kez altını çizerek hatta bize de sorarak ne yapabilirim ki dediniz ve ardından ilkinin sonrasında devlet başkanlığı isteyenler belki bu şekilde başkanlık sistemine işaret ettiniz. Yani mevcut durumda mevcut yetkilerinizle ancak buna izin verildiğini ve belki başkanlık sistemiyle sizden bu taleplerde bulunanların isteklerine cevap verebileceğinizi mi anlamamız gerekiyor? Yani başkanlık sistemine sıcak bakıyor musunuz?

Cumhurbaşkanı Gül: Şimdi daha başka bir mevzuya geçtiniz, başkanlık sistemi mi, parlamenter sistem mi diyorsunuz bana? Bu konudaki görüşlerim bellidir. Doğrusu, parlamenter sistemin Türkiye’ye daha uygun olduğu kanaatindeyim, bunu söyledim. Ama tabii ki eğer çoğunluk isterse başkanlık sistemi de olabilir. Çünkü başkanlık sistemi de demokratik bir sistemdir. Başkanlık sistemi anti-demokratik değildir. Amerika Birleşik Devletleri başkanlıkla idare ediliyor. Bizim daha çok Avrupa tipi bir demokrasi geleneğimiz olduğu için bunu söyledim. Başında belki öyle başlasaydık öylesi de uygun olabilirdi. Ama bu farklı görüşlere de saygı duyarım ve başkanlık sisteminin de avantajları vardır. Yani onun da çok avantajları vardır, o bakımdan bunları daha önce konuştuk.

Fehmi Koru: Bu yolsuzluklar konusu aslında Türkiye’de tekerrür eden bir olaydı, her dönemde böyle iddialar ortaya atılıyor. Kimi gerçeklerle örtüşüyor hakikaten yolsuzluk yapıldığı Yüce Divan’a bile gidildiği oldu. Şu anda yaşanan olayı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhurbaşkanı Gül: Şimdi önce yolsuzluklarla mücadele ve yolsuzlukta hiçbir tolerans tanımamak kesinlikle olması lazım. Herhangi bir şekilde yolsuzluk iddiası söz konusu olursa, gayet açık bir şekilde muhakkak üstüne gitmek ve vicdanları tatmin edecek bir süreci muhakkak işletip ve neyse gerçekten yolsuzluk varsa onu ortaya çıkartmak yoksa da olmadığı konusunda ikna etmek gerekir. Bu konuda ben doğrusu şuna çok inanıyorum: Bu konuda prensipler, kurallar çok önemli; yani demokrasi nedir, kuralları koyan bir nizamdır. Yolsuzlukların önlenebilmesi için de kuralların çok iyi şekilde korunması gerekir ki yolsuzluklar önlenebilsin, yoksa kurallar yeteri kadar iyi değilse herkesi yolsuzluk yapmaya azmettirir ortam. Yani açık söyleyeyim; ne dindarlık, ne milliyetçilik, ne vatanseverlik, ne solculuk, ne Marksizm, ne şu ne bu, bunlar, eğer kurallar açıkça ortada değilse yolsuzlukları önleyemez. Herkes bir şekilde kendisine bir şey çıkartır onun için kurallar çok önemli bu bağlamda ben bize yeni kuralların gerektiği kanaatindeyim. Yani yeni kuralların, aslında Avrupa Birliği Müktesebatını aktarırken bu konularla ilgili yapılandan daha çok şey olduğunu inanıyorum. Yine iyi şeyler yapıldı, yolsuzlukla mücadele konusunda çok eski yıllarla mukayese ettiğinizde bir şeffaflık getirildi birçok konuda daha açıklık getirildi. Kanunlar düzenlendi. İşte çeşitli kurumlar oluşturuldu. Ama bunların yeterli olmadığı kanaatindeyim. Bu anlamda şüphesiz ki Sayıştay’ın önemi her zaman ortaya çıkıyor. Biliyorsunuz Sayıştay Kanununun çıkartılması için çok telkinlerim açıkça oldu, çağrılarım oldu. Her ortamda Sayıştay’a önem verdim. Bildiğim kadarıyla 150 yıllık bir kurum, ta Osmanlı döneminden gelen bir kurum, yeni icat edilmiş kurum da değil. Dolayısıyla yolsuzlukla ilgili herhangi bir iddia söz konusu olursa bunların sonuna kadar üstüne gidilmesi, gayet açık bir şekilde ne gerekiyorsa yapılması aslında birinci önceliktir herkes için, bunu bu kadar açık söyleyeyim, kim olursa olsun bu hepimiz için herkes için de geçerlidir tabii ki de.

Ruşen Çakır: Peki bu son olaylarda, 17 ve 25 Aralık operasyonlarındaki süreçlerde çok ciddi şikâyetler var biliyorsunuz müdahale edildiği yolunda, siz buna katılıyor musunuz? Mesela savcı çıktı basın açıklaması yaptı, 25’indekini yapan savcıya da ilkini yapanların yanına savcı eklendi, polis şeflerinin yerleri değiştirildi. Bir süreçlere müdahale oldu. Kamuoyunda bunların üstü örtülüyor mu endişesini dile getirenler de var.

Cumhurbaşkanı Gül: Bunları görüyorum tabii ki, onun için söylüyorum, kamuoyunu ve vicdanları tatmin edecek şekilde muhakkak ki bunların sonuna kadar üstüne gidilmesi, süreçlerin işletilmesi ve netice neyse mahkemelerin buna karar vermesi gerekir. Ama bu konuların sağlam bir şekilde gidebilmesi için bu tip iddialar muhakkak ki hukuk prosedürlerini aksatmayacak şekilde yapılmalı, eğer buralarda başka bir motivasyonla bunlar yapıldığı intibası çıkarsa o zaman yolsuzluğun üstüne gitmek zayıflatılır. Yani meşruluk gider orada. Bir tarafta da bu tür iddialar var. O açıdan da yine savcının bildiri dağıtması, açıklama yapması, bunlar doğru şeyler değil bunu söyleyeyim.

Ruşen Çakır: Tam da bu ama?

Cumhurbaşkanı Gül: Tekrar söylüyorum sonuna kadar neyse bunun üstüne gidilmesi gerekir.

Ruşen Çakır: Peki bu son olaylarda 17 ve 25 Aralık operasyonlarındaki süreçlerde çok ciddi şikâyetler var biliyorsunuz müdahale edildiği yolunda, siz buna katılıyor musunuz? Mesela savcı çıktı basın açıklaması yaptı, 25'indekini yapan savcıya da ilkini yapanların yanına savcı eklendi, polis şeflerinin yerleri değiştirildi. Baya bu süreçlere müdahale oldu. Kamuoyunda bunların üstü örtülüyor mu endişesini dile getirenler de var.

Cumhurbaşkanı Gül: Bunları görüyorum tabii ki, onun için söylüyorum, kamuoyunu ve vicdanları tatmin edecek şekilde muhakkak ki bunların sonuna kadar üstüne gidilmesi, süreçlerin işletilmesi ve netice neyse mahkemelerin buna karar vermesi gerekir. Ama bu konuların sağlam bir şekilde gidebilmesi için bu tip iddiaların muhakkak ki hukuk prosedürlerini aksatmayacak şekilde yapılmalı, eğer buralarda başka bir motivasyonla bunlar yapıldığı intibaı çıkarsa o zaman yolsuzluğun üstüne gitmek zayıflatılır. Yani meşruluk gider orada. Bir tarafta da bu tür iddialar var. O açıdan da yine savcının bildiri dağıtması, açıklama yapması, bunlar doğru şeyler değil bunu söyleyeyim. Ama tekrar söylüyorum sonuna kadar neyse bunun üstüne gidilmesi gerekir.

Ruşen Çakır: Efendim şöyle bir şey tam sizin dile getirdiğiniz iddialar dediniz… Bunların normal prosedür dışında olma iddiası. Şimdi şöyle bir resim çiziliyor; bir komplo dış bağları da olan hükümete yönelik bir komplo yapıldığı ve yolsuzluk iddialarında bunun için manivela gibi kullanıldığı söyleniyor. Böyle bir olayın yani hükümet çevreleri tarafından bu dile getiriliyor ve bayağı da inandırıcı argümanlar da var, kimisi komplo gibi gözüküyor, kimisi... Ama böyle bir iddia çok ciddi bir sorun değil mi, yani bu ülkenin yeni seçilmişlerine böyle bir komplo, yargının içerisinde birileri polisle birlikte böyle bir komplo düzenlemesi ihtimali bile çok ciddi bir olay değil mi?

Cumhurbaşkanı Gül: Olabilir bu, bunun doğru olup olmadığı muhakkak ki yine bu hukuk süreci içerisinde olacak. Bakın, bazı tutuklamalar yapıldı savcılar oy birliğiyle yaptılar. Bazılarını tahliye ettiler. Yani süreç işliyor gördüğünüz gibi. Veyahut soruşturmanın önlenmesi ile ilgili yönetmelik çıkartıldı, kamuoyunda tenkit edildi. Danıştay bunu durdurdu. Şimdi buradan bir kaos ortamı çıkarmak ülkeye yazık olur.

Hiçbir şeyin üstü örtülemez onu söyleyeyim. Bugün Türkiye yeteri kadar açık, şeffaf, herkes her şeyi açıyor, konuşuyor ve yazıyor. Bugün olmazsa yarın söyler, saklanan bir şey varsa. Ama mahkemelerin görevi, savcıların görevi, titiz bir şekilde bunu kuralları çerçevesi içerisinde yapıp ortaya çıkartmak, eğer kuralları çerçevesinde olmazsa o zaman akim kalır. Ya da başka türlü yanlışlıklarda olabilir.

Fehmi Koru: Siz hep hukukiliği vurguluyorsunuz bu olayda ama bir yandan da iki taraflı operasyon beklentileri pompalanıyor. Bazı iş adamlarını içine alan liste ve onlarla ilgili operasyon beklentisi var birileri tarafından yapılacak diye. Bir yandan da onu yapacak olanlara karşı operasyon yapılacak diye beklenti var.

Cumhurbaşkanı Gül: Böyle bir korku düzeni olamaz, onu söyleyeyim. Kim niye korkacak ki, eğer bir yanlışı varsa, o zaman korkulur. Yanlışı olmayan korkmaması gerekir doğrusu. Ama şöyle bir şey olabilir korku,-düşünün ki bazen büyük yatırımcılar var- eğer kurallarına uygun olmayan bir şekilde bir suç atılırsa, şimdi siz düşünün. Dünya çapında faaliyet gösterenler var, bir sürü bankalarla finans kurumlarıyla ilişki içerisinde olanlar var. Birden bire herkesin itibarını yok edersiniz. Bunun için  soruşturmalar sonuna kadar kanun gücü çerçevesi içerisinde, kuralları çerçevesi içerisinde bağımsız bir şekilde yapılırsa o zaman bu doğru neticeye ulaşır. Ayrıca şu da çok önemli, Meclis Başkanı'nın söylediği şey. Unutmayın, soruşturma safhası kanunlara göre gizlidir.  Bunu ben bugün söylüyorum bu dosyalarla ilgili, ama bunu daha önceki diğer dosyalarla ilgili, askerlerle ilgili veya gazetecilerle ilgili dosyalar söz konusu olduğunda da söylediğim için bugün güçlü söylüyorum bunu. Eğer o gün söylememiş olsaydım bugün belki bu kadar açıkçası güçlü söyleyemeyebilirdim. Soruşturma safhası gizli. Çünkü savcı, hâkim değildir. Bunlara herkesin dikkat etmesi lazım. Anayasa, kanunlar, kurallar bunlara azami dikkat gösterilirse, o zaman bu kaos da ortaya çıkmaz açıkçası.  Ama tekrar söylüyorum, yolsuzluklar eğer bir şekilde üstü kapanırsa, bunlar zaten o kadar çok konuşulur ki o kadar çok şey toplumu çürütür. Onun için sonuna kadar bunların üstüne gitmek gerekir. Kamuoyunu tatmin edecek şekilde hepsinin üstüne gitmek gerekir ve ayrıca mevcut kanunlarımızı, mevcut kurallarımızı, yolsuzluklara yine mahal vermeyecek şekilde tekrar gözden geçirip bunlarla ilgili yeni tedbirleri de getirmek gerekir. Yani bunu imardan tutunda başka konulara kadar, her şeye kadar bunlar, eğer daha dikkatli yapılabilirse. Çünkü bazen o kadar çok inisiyatifler oluyor ki, bu inisiyatifleri yanlış kullananlar olabilir."

Fehmi Koru: Bu son yaşananlar ekonomik istikrarı bozabilir diye bir endişeniz galiba var?

Cumhurbaşkanı Gül: Demin söylemek istediğim şey bu. Şimdi unutmayın ki, hepimizin birinci önceliği ekonominin iyi olması. Yani, eğer sizin bir borcunuz varsa, herhangi bir vatandaşın, sokaktaki vatandaşın bir borcu varsa, bu kurlardaki değişiklikler, faizlerdeki değişiklikler birden bire 100 TL olan borcunu 150 TL yapıyor. Bunlar eskiden çok yaşandı. Onun için ekonomik istikrar her şeyin başında geliyor. Ekonomik istikrarın bozulmaması önemli. Yine unutmayalım ki, Türkiye öyle bir ülke ki, dünyayla bütünleşmiş bir ülke. Sermayenin dolaşımı ülkeler arasında serbest. Yani Türkiye'de herhangi bir kişinin diyelim bir işadamının 10 milyon doları varsa yarın istediği anda bunu Almanya'daki bir bankaya götürebilir veya Londra'daki bir bankaya götürebilir. Bu sadece yabancılar için değil yerli de bunu yapabilir, daha büyüğünü de yapabilir. Böyle bir ortam varsa, böyle bir ortamda eğer ekonomide güvensizlik, istikrarsızlık, beklentilerde böyle bir kötüye gidiş, umutsuzluk söz konusu olursa, biz kendi gemimizi delmeye başlamış oluruz. Onun için herkesin doğrusu dikkatli olması gerekir. Herkesin bir sorumluluk duygusu içinde hareket etmesi gerekir. Unutmayalım ki Türkiye iş yatırımları alarak son 10 yıllık büyüme performansını gerçekleştirdi. Türkiye'nin kendi tasarrufları yeteri kadar Türkiye'nin büyümesine zemin olmuyor. Başkalarının tasarrufları Türkiye'ye gelecek, biz onları kullanacağız, yatırım yapacağız ve Türkiye'yi büyüteceğiz. Böyle oluyor. Bu bizim bir noksanlığımız. İşte böyle bir ortamda eğer bir ülkede güven zedelenirse, bir ülkeye itimat azalırsa, bir ülkenin geleceği ile ilgili tereddütler olursa bu Türkiye'ye yapılabilecek en büyük yanlışlık olur. Onun için bunlara herkesin dikkat etmesi gerekir.

Erhan Çelik: Ruşen Çakır'ın bıraktığı yerden devam edecek olursak son dönemde, özellikle 17 Aralık sonrasında konuşulan pek çok konu ile ilgili değerlendirmenizi yaptınız ama galiba bir şey eksik kaldı: Devlet Denetleme Kurulu. Onu harekete geçirmeyi düşünüyor musunuz ya da bu konuda bir çalışma var mı?

Cumhurbaşkanı Gül: Devlet Denetleme Kurulu'nun şu anda gireceği bir iş değil bu. Şu anda mahkeme safhası görülüyor. Mahkemeler yerine Devlet Denetleme Kurulu giremez. Ama herhangi başka bir konu olur kurumlar içerisinde, Devlet Denetleme Kurulu da tabii ki girer, nasıl birçok konuda çalışma yaptıysa, onların bir çalışma usulü var. Kendilerine, 'Bugünkü konular sizin çalışmalarınıza giriyor mu, bir şey yapabilir misiniz?' diye sordum açıkçası. 'Bu noktada, bizim teknik olarak yapabileceğimiz bir şey yok, mahkeme safhasının bağımsız bir şekilde çalışması gerekir' dediler.

Ruşen Çakır: Bir tır meselesi var, Hatay'daki tır. Ama şunu söylemek istiyorum. Siz benim bildiğim siyasi kariyerinizde, şeffaflık kavramı sizin en önemli kavramınızdır sürekli ve burada tam tır meselesini konuşurken birden 'devlet sırrı' dendi ve her şey kapandı ya da kapanmak istendi. Buralarda hakikaten vatandaşlar 'evet bu devlet sırrıymış' deyip susmalı mı, yoksa…?

Cumhurbaşkanı Gül: Türkiye'nin herhangi bir yerinde başka bir yerde, başka bir zamanda bu tip bir şey olsa böyle sır olamaz açıkçası. Ama hepimiz biliyoruz ki, Suriye'de neler oluyor, Suriye'de neler yaşanıyor, Türkiye için ne büyük bir tehdit var. Suriye'nin neredeyse yıkılmadık, yakılmadık yeri kalmadı ve Suriye'nin özellikle Türkiye sınırlarına yakın taraflarında da çok radikal unsurlar ortaya çıktı. Bütün bunlar bir tarafta, Suriye rejiminin havadan saldırıları ile gerçekleşen bir sürü acılar, diğer taraftan da tüm bu kontrolsüz artık radikal güçler. Bütün bunların arasında kalmış ve ezilen, bu kış kıyamette çok kötü şartlar altında kalan Suriye'de bir Türkmen grubu var. Dün 'bu iş nedir?' diye sordum  açıkçası. Suriye'deki Türkmenlere yardım yapmak, her bakımdan onların ezilmesini önlemek, onları çok kötü şartlar altında bırakmamak ve her türlü insani yardımı yapmak da doğrusu bizim borcumuzdur. Sadece Türkmenlere değil tabii ki, diğer bütün Suriyelilere. Bildiğiniz gibi 200 bin kişi çadırlarda yaşıyor, kamplarda yaşıyor. 300-400 bin kişi kendi imkânlarıyla en zor koşullarda yaşıyor. Bir kısmı da Suriye toprakları içinde kaçamamışlar, toprağını evini bırakmıyorlar. Bu tır meselesinin Suriye'deki Türkmenlere yardım götüren bir tır olduğunu söylediler. Bu çerçevede bakmak gerekir. Muhakkak ki, yeri geldiğinde, çeşitli güvenlik sebeplerinden dolayı sır çerçevesi içine giren faaliyetler söz konusu olabilir, ama bütün bunların yasalar çerçevesinde olması gerekir, devlet güvenliğini ilgilendiren konular açısından diyorum. Ama o tırın ne olduğunu sordum ve bana da söylenen budur.

Fehmi Koru: Kürt sorununa gelirsek siz aslında 2007'den, yani Cumhurbaşkanı olduğunuzdan beri bu konuyu en yakın şekilde götürüyorsunuz. 2009'da da başlayan 'Kürt sorununda önemli gelişmeler olacak' açıklamanızdan sonra bugüne gelindi. Başka çok şey oluyor ama bu süreci fazla etkilemiyor ne oluyorsa. Yani, bu sürecin doğru bir zeminde yürüdüğü anlamına mı geliyor? Aslında sorun çözüldü de biz görmüyor muyuz? Çözülmediyse hala sorunlar varsa bunların giderilmesi yönünde umutlu mu olmalıyız? Herhalde sizden beklenen bu konuda da bir açıklama yapmanızdır.

Cumhurbaşkanı Gül: Türkiye'nin en önemli konularından birisinin bu olduğunu Türkiye'yi yöneten herkes her dönemde görmüştür açıkçası. Ama kimi cesaret etmiştir, kimi cesaret edememiştir. Ama daha önceki yıllardaki bu konuyla ilgili konuşmaları hatırlarsanız, öyle günler olur ki konjonktür, çok daha zor dönemler gelir, onun için bu konuları kendi içimizde başkalarını hiç karıştırmadan konuşarak halletmemiz gerekir. Ve yolu da en gelişmiş ülkelerin demokratik standartlarını ilke almak ve bu çerçevede hareket etmek, Türkiye'nin birliğine asla zarar vermeyecek bir yeni çerçevede bu konuları çözmek gerekir demiştim ve hep bunu savundum. Bu yönde hareket eden hükümeti de daima destekledim gerçekten. Gelinen noktada tabii ki büyük problemler, büyük zorluklar var. Özellikle de dış konjonktür bugün tabii ki iyi değil, onun için işte meseleleri geciktirmenin hiç faydası yoktur. Bugün nereden bakarsanız bakın gerek Irak'ta, gerekse Suriye'de bütün bu yaşananlar aslında dezavantajdır bu konuda. Keşke bu meseleler çok daha önce halledilmiş olsaydı. Bütün bu zorluklar içerisinde yine ilgili kurumlar, ilgililer ve  hükümet şüphesiz ki çalışmalarını yürütüyor. Zorluklar var tabii ki, kırılganlıklarda var. Ama herkes kan dökülmemesinin önemini kavramış vaziyette. Bu önemlidir.

Erhan Çelik: Kürt sorunu ile ilgili olarak özellikle son dönemde sorunun bir tarafı tarafından sıklıkla dile getirilen bir talep var, genel af. Bu, siyasi kulislerde de özellikle birkaç gündür sıklıkla konuşulmaya başlandı. Böyle bir konunun gündeme gelmesine siz nasıl bakarsınız, tavrınız ne olur?

Cumhurbaşkanı Gül: "Genel olarak af kelimesini kullanmak tehlikeli bir şeydir bunu söylemek isterim. Bunlar bir kez ağıza alınır ondan sonra bu işlerin nerelere gideceği belli olmaz. Toplumun da bu konudaki şeyleri ayrıdır. Yani bildiğim kadarıyla şu anda benim bildiğim en azından hükümet tarafından böyle bir çalışma görmedim.

Ruşen Çakır: Gezi Parkı meselesi başta kısaca geçildi ama siz New York'ta Birleşmiş Milletler için gittiğinizde biz de gazeteci olarak izlemiştik. Hem bizim sorularımızı hem de orada yabancıların sorularına cevaben şunu söylediniz: 'Bu olay Türkiye'nin batılı bir ülke olduğunun göstergesidir' diye, hatta en azından başlangıcına gurur duyduğunuzu söylediniz. Bir diğer hususta şunu söylediniz, 'Orantısız şiddet kullanımı konusunda mahkemeler her şeyi yapıyor soruşturmalar sürüyor.' Ancak şu var; benim takip ettiğim kadarıyla Gezi ve ilgili süreçte hayatını kaybeden gençlerin hepsi genç biliyorsunuz, bunlarla ilgili soruşturmaların büyük bir kısmında hayatını kaybeden gençlerin aileleri yakınları, avukatları çok ciddi şikâyetler dile getiriyorlar. Mahkemeler başka yerlere taşınıyor bir yığın sorun çıkıyor. Mahkemeler konusunda baştaki konuya dönecek olursak özellikle bu konuda insanlar yargı sürecine güvenmiyor. Bir başka örnek 202 gündür 14 yaşında bir çocuk komada İstanbul'da yatıyor, Berkin Elvan. O çocuk nasıl vuruldu, kim vurdu, hiçbir şey yok ortada ben geçen ailesi ile yine görüştüm. Yani görmek istiyorlar, bu olayın bulunmasını istiyorlar.14 yaşında bir çocuk ya da 20 yaşında gençler, belki kimse suçlu değil belki şunlar suçlu ama burada çok ciddi bir güven sorunu var. Yani şöyle bir şey yapmaya herhalde kimsenin hakkı yok, bunlar zaten toplumun belli bir kesimi deyip dışarı bırakılacak hali yok, bunları siz takip ediyor musunuz?

Cumhurbaşkanı Gül: Böyle bir şey söz konusu olamaz tabii; herhalde siz de hatırlayacaksınız ben Cumhurbaşkanı olarak Meclis'te, hayatını kaybeden bütün bu gençler için üzüntülerimi ilettim ve ailelerine başsağlığı diledim, yani bunu Meclis'te yaptığım konuşmada söyledim. Kim olursa olsun, Türkiye'de, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan hatta Türkiye sınırları içinde olup da vatandaşımız olmayan insanlara bile tabii ki biz sahip çıkmak zorundayız; başına herhangi bir iş geldiyse bunun muhakkak ortaya çıkartılması herkesin görevidir, devletin görevidir. Hiçbir şey bugün artık meçhul kalamaz. Her tarafta kameraların olduğu, teknolojinin geliştiği bir ortamda, görüyorsunuz, sonunda çıkıyor. Eminim ki, bu olay nasıl oldu, o da ortaya çıkacaktır. Ben bu tip konularla ilgili hassasiyetimi daima korurum. Bu veya buna benzer bize gelen çeşitli olaylar var, gerçekten çok üzücü. Bunlarla ilgili takibatların düzgün yapılmasıyla ilgili gerekli yerlere talimatları da hep veririm.

Ben daha önce de söyledim, gelişmiş ülkelerin problemleri var, gelişmemiş ülkelerin problemleri var. Ben başında o olayları gelişmiş bir ülkenin problemlerine benzettim, çevre olayı olarak. İşte New York'ta da, Paris'te de, Frankfurt'ta da bu tip olaylar olur dedim. Hatta şunu da herkes görmeli ki dedim, Türkiye de bu noktaya 10 sene içerisinde taşındı, 10 sene önce Türkiye'de faili meçhul cinayetler ile ilgili toplantılar yapılırdı, yürüyüşler yapılırdı, cenazeler kaldırılırdı, yazarların, çizerlerin, önemli insanların cenazelerini kaldırmak için insanlar sokağa çıkardı. Bu ölümler dursun diye sokağa çıkardı veya işsiz olan insanlar sokaklara dökülürlerdi, öyle bir Türkiye'nin problemlerinden kurtulup, Türkiye başka bir platforma taşındı ve kalkınmış ülkelerin meselelerine benzer meseleleri yaşamaya başladık dedim. Sonra tabiî ki olaylar başka mecralara döküldü, döndü ve bir sürü illegalite devreye girdi. Ama bildiğim kadarıyla davalar devam ediyor bununla ilgili.

Ruşen Çakır: Davaların gidişatı ile ilgili çok şikâyet var. Başka şehirlere taşınıyor, şu oluyor, bu oluyor. Çok ciddi zanlıların kayırıldığı özellikle devlet memuru olan zanlıların kayırıldığı yönünde çok ciddi şikâyetler var. Yani bir güvensizlik var.

Cumhurbaşkanı Gül: "Bunlar tabii ki, Türkiye'nin resmini bozar. Bu tip şeyler bize yakışmaz açıkçası. Bununla ilgili tekrar dikkat çekerim. Bu toplumun bir kesimi ile böyle şikâyetler öbür kesimi ile ilgili başka türlü şikâyetler. Buralarda gayet tabii objektif kurallar neyse tam işletilmeli. Hiçbir toplumun kesimi kendisini dışlanmış veya kendisini ikinci sınıf görmemeli ve böyle bir muameleye kesinlikle tabi tutulmasına karşıyım, müsaade etmem ve bunların varsa hepsinin düzeltilmesi gerekir.

Fehmi Koru : Birkaç yıl öncesi ile bugün mukayese edildiğinde özellikle dış politikada ciddi sorunlar yaşadığımız görülüyor, bir kısmı bizim dışımızda bazı gelişmeler yüzünden, işte Arap baharının farklı bir mecraya evrilmesi ama bir kısmı da galiba kendi ürettiğimiz, mesela Batı ile bir takım sorunlarımız var,  Amerika ile biraz iyi geçinemiyor gibiyiz, Avrupa Birliği'nde pek istediğimiz hızla gelişmiyor olaylar. Siz eski bir Dışişleri Bakanısınız o 3-4 yıl öncesine kadar doğru olduğunu düşündüğüm politikaları da sürdüren bir kişisiniz. Şimdi bugün geldiğimiz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz bu gerçekten Türkiye'nin imajı diye bir şey varsa onu da bozan bir durum değil mi? Bunu nasıl aşabilir Türkiye?

Cumhurbaşkanı Gül: Haklısınız doğrusu, bu yönde bizim yeni bir atılım yapmamız gerektiğine inanıyorum. Başta, Avrupa Birliği ile bu müzakere sürecimizi tekrar canlandırmamız gerekir. Biliyorsunuz burada en çok tıkayıcı unsur Fransa'nın politikasıydı ama Fransa'daki seçimlerde Cumhurbaşkanı değişikliğinden sonra yeni Cumhurbaşkanı doğrusu o pozisyonu Fransa'da değiştirdi tamamen. Ben kendisiyle, Hollande ile iki kez uzun görüşme yaptım ve neticede kendisini de Türkiye'ye davet ettim. İşte yakında Türkiye'ye gelecek, uzun yıllardan sonra gelecek. Dışarıdan ziyade biz kendi içimize bakmamız gerekir ve şu yine bir gerçek ki Türkiye'nin son on yıllık başarılarının altında bizim özellikle Avrupa Birliği doğrultusunda yaptığımız köklü reformların çok büyük katkısı vardır. Avrupa Birliği'ne sonra tam üye olunur olunmaz bu ayrı bir konu ama önemli olan Avrupa Birliği'ne mensup herhangi bir ülke gibi gelişmiş demokrasisi, hukuku ve ekonomisi olan bir ülke olmaktır. Aynı Norveç gibi, hatta şunu da dillendiriyorum ben, belki Türk halkı sonunda Norveç gibi olmayı tercih edecektir ama o noktaya gelmek için bu reformlara hız vermek gerekir, nihayette hukukun üstünlüğü dediğimiz, demokrasi dediğimiz, check-balance sistemleri dediğimiz konular Avrupa'da da kolay ortaya çıkmadı biliyorsunuz. Avrupa'da çok büyük acılar yaşandı faşizm, komünizm, krallıklar. Nihayetinde 2. Dünya Harbi'nde 50 milyon insanın ölmesi ve neticede anladılar ki herkesin mutlu yaşayabilmesi müreffeh yaşayabilmesi için böyle bir demokratik hukuk devletini gerçekleştirmek şart. Bizim de doğrusu yolumuz budur. O açıdan buna tekrar bir önem vermek gerekir, bu doğrultuda pozitif bir enerji oluşturmak gerekir.

Dünyanın her tarafında doğrusu Türkiye ile ilgili çok güzel şeyler söylendi, yazıldı. Her gittiğimiz yerde çok büyük itibar gördük açıkçası ben Cumhurbaşkanı olarak Amerika'dan Avrupa'ya kadar nereye gittiysem olağanüstü itibar gördüm, eminim ki Sayın Başbakan gittiğinde o da aynı şekilde itibarı hep gördü. Dolayısıyla bizim bu dünyayla ilişkilerimizi herhangi bir şekilde zayıflatmamızın hiçbir izahı söz konusu olamaz. Görüntü, dediğiniz gibi böyle bir görüntü ortaya çıkıyor, bunu muhakkak giderecek bir şekilde yeni belki bir atılım, söylem, aslında belki söylem çok daha önemli çünkü hepsiyle müttefiklik ilişkisi içerisindeyiz. O açıdan belki söylemi bu yönde biraz daha güçlü yaparsak eminim ki bu söylediğiniz görüntü de ortadan gider.

Erhan Çelik :  Yavaş yavaş programın sonuna yaklaşıyoruz , yeniden konuştuğumuz konular üzerinden dilerseniz eksik kalanlarla devam edelim. HSYK'nın bildirisini yanlış bulduğunuzu ifade etmiştiniz şimdi benzer bir görüşte hükümet ve yapısını değiştirmeye yönelik bazı adımlar atacak gibi görünüyor en azından yapılan açıklamalara baktığımızda bunu söyleyebiliriz ve üstelik oradaki atamaların parlamento tarafından yapılması da konuşuluyor, sizin bu konuda ki görüşünüz nedir efendim?

Cumhurbaşkanı Gül: Doğrusu böyle bir çalışma var mı, yok mu, bilmiyorum ama bugünkü bu düzenlemeler yapılırken, o zaman işte Avrupa Birliği ile de yakın çalışma, işbirliği içerisinde  yapılmıştı. Ama bir değişiklik ihtiyacı ile ilgili veya bununla ilgili bir düzenlemeden doğrusu haberim yok, yani olabilir, önce ne yapılacak ona bakmak gerekir.

Erhan Çelik: İhtiyaç var mı böyle bir düzenlemeye? Mevcut halinde böyle bir düzenlemeye ihtiyaç var mı?

Cumhurbaşkanı Gül: Şimdi ona bir şey söyleyemem. Yani yapılmış olan şey yapılan vakti ile şeyle de işbirliği içerisinde yapılmıştı ve epeyce AB kriterlerine uygun bir şekilde gerçekleşmişti. Ama "temel kriterleri bozmamak şartı ile bir düzenleme yapılamaz" diye de bir şeyde diyemem doğrusu.

Erhan Çelik : Örneğin üyelerin parlamento tarafından seçilmesine nasıl bakarsınız?

Cumhurbaşkanı Gül: Detayını bilmeden bir şey söylemek istemem doğrusu, çünkü bütünü bir görmem gerekir. Çünkü buralar tabii hassas, önemli kurumlar gerçekten, deminden beri bakın farklı farklı sebeplerden dolayı yargıdan şikayet edildi. Bir taraftan işte demin söylediğiniz gezi meseleleri ile ilgili söylendi, öbür taraftan işte yolsuzluk iddialarının başka bir şekilde ortaya çıkartıldığı ile ilgili iddialar var, öbür taraftan bakıyoruz askerlerin çeşitli şeyleri var. Dolayısıyla çok dikkat etmemiz gerekir  ve onun için en çok korumaya mazhar veya mecbur olduğumuz kurum yargıdır. Hukukun gerçekten üstünlüğünü ve yargının verdiği kararların vicdanlarda yer edebilmesi için herkesin titizlikle yargı kurumlarını koruması gerekir ama en baştan da kendileri buna tabii ki dikkat etmeleri gerekir. Buralarda eğer itimatsızlık söz konusu olursa o zaman ciddi problem ortaya çıkar.

Ruşen Çakır : Bu noktada sizin birkaç kere dile getirdiğiniz, Başbakan Erdoğan da dile getirdi, çok çarpıcı bir olay var: Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un durumu var, hatırlıyorum siz...

Cumhurbaşkanı Gül: Evet ben vakti ile söylemiştim hatırlarsanız. Yüce Divan'da yargılanması gerekir diye kendi görüşümü söylemiştim ama nihayetinde hukukçu değilim ben.

Ruşen Çakır: Bir de tutuklu yargılanması ile ilgili, orda şöyle bir intiba var. Sanki şimdi tamam yargı bağımsız, ama devletin en etkili Cumhurbaşkanı, Başbakan değişik kesimler ısrarla en azından tutuksuz yargılanması gerektiği konusuna bir vurgu yapıyor ama aynı şekilde tutuklu milletvekilleri için de bu oldu. Ama yargıda ısrarla bunları dinlemiyor, şimdi biz burada şöyle mi dememiz gerekiyor ? İşte bunlar, yürütme, böyle düşünebilir ama biz bağımsız yargı demek ki hukuk bunu gerektiriyor mu diyeceğiz ? Yoksa kamuoyunda şöyle bir algı var ki algılar bu konularda çok önemli ya bu bunu yapanlar İlker Başbuğ'u bırakmayanlar yada zamanında Ahmet Şık'ı, Nedim Şener'i, Hanefi Avcı'yı içeri atanlar yada başkaları sırf başka nedenlerle siyasi nedenlerle hukuku kullanarak bunu yapıyorlar gibi bir algı var, bunu nasıl aşacağız ?

Cumhurbaşkanı Gül : Ben, onun için yargı mensupları ve yargı kurumları kurum olarak onların çok daha hassas çok daha dikkatli olmaları gerektiğinin altını hep bunun için çiziyorum. Yani bu tip algılamaların ortaya çıkmaması için çiziyorum. Eğer farklı bir açıdan bakıyorsanız beni yanlış anlayabilirsiniz. Diyebilirsiniz ki "acaba Cumhurbaşkanı şöyle bir şeyi korumak mı istiyor, acaba şunu dillendirilmesinden rahatsız mı oluyor" gibi bakılabilir. Ama deminden beri söylediğim ilkeli bir bazda baktığınızda prensipli bir şekilde baktığınızda altını özellikle hep çiziyorum, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı her şeyin başında gelir. Bunun hem kararını verirken hem kendi kararını verme süreci içerisindeki çalışma davranışları açısından, onun için Sayın Meclis Başkanı'nın söylediği Anayasa maddesi, CMUK diye bilinen Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun ilgili maddeleri, bütün bunlara herkesin titizlikle riayet etmesi şarttır. Eğer edilmezse bugün birisi şikayet eder ama yarın bir bakarsınız başkası şikayet eder, bugün birinin ya bunda ne var diye savunduğu konu yarın gelir kendisinin şikayet konusu haline dönüşür. Onun için herkesin hepimizin ilkeli ve prensipli olmamız gerekir. Fikrimiz, düşüncemiz, inançlarımız, siyasi görüşlerimiz ne olursa olsun hukuk söz konusu, yargı söz konusu olduğunda bunları bir kenara bırakıp bizi bağlayan yasalara göre hareket etmemiz gerekir ve edilmesi gerekir.

Erhan Çelik: Yavaş yavaş sonuna geliyoruz. İzleyicilerimizden de sorularını alacağımızı ifade etmiştim ama pek çok soru cevap buldu. Ancak en çok sorulan soruya henüz ne meslektaşlarım ne ben gelemedik. İzin verirseniz, o soruyu soralım.

Cumhurbaşkanı Gül: Ben size bir ambargo koymadım sorularınıza, açıkça da söyledim.

Erhan Çelik: İşin aslı sırası yeni geldi. 8 ay kaldı Cumhurbaşkanlığı seçimine bu konudaki tavrınızda bir netlik var mı ? Yeniden aday olmayı düşünüyor musunuz ? Diğer taraftan meclis açılışındaki konuşmanızda bir taraftan da siyasete dönebileceğinizin işaretlerini almıştık sanki. Bir netleşme var mı ?

Cumhurbaşkanı Gül: Bu konuyla ilgili de, hani Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili de, bütün bazı olayları falan onlara bağlayanlarda çok. Bütün Cumhurbaşkanlığı seçimleri Türkiye'de hep çok sancılı, kavgalı oldu diye çok konuşulur, yazılır. Gerçekten de öyle oldu bana kadar, yani benim seçimime kadar öyle oldu. Yaşananları, olanları bitenleri biliyoruz ama ondan sonra birçok şey değişti. Kurallar gayet açık ve net bir şekilde ortaya kondu. İşte Anayasa değişikliği yapıldı ve nihayetinde halkın oyuyla nasıl seçileceği Cumhurbaşkanı'nın belli yani işte 367 mi olacak, şu kadar mı olacak, bu kadar mı olacak şeklinde şeyleri bir tarafa gitmiş oldu. Tarihi de belli her şey de belli Ağustos ile aslında bu takvim başlıyor. Bu süreci Yüksek Seçim Kurulu ilan edecek, takvimini yapacak işte adaylar ortaya çıkacak, sonra ve ona göre eminim ki hiçbir problem yaşanmadan Türkiye bu sefer seçimini yapacak. Siz de takdir edersiniz, yani şu anda benim bu konuyla ilgili bir şey söylemem için erken, bunlar hepimiz için erken bu konular. Ama şunu söylemek isterim, bu çerçeve içerisinde Türkiye'ye herhangi bir siyasi risk primini kimse koymasın bunu söyledim. Bunlar oturulur konuşulur. Günü gelir her şey nasıl yapılacak, ne olacak bakılır.

Ruşen Çakır: Sorun çıkmaz diyorsunuz?

Cumhurbaşkanı Gül: Cumhurbaşkanlığı bu çerçeve içerisinde Türkiye'de daha önceden yaşadığımız gibi kavgalar olmadı.

Ruşen Çakır: Kast edilen, en çok merak edilen sizin Başbakanla hukukunuz.

Cumhurbaşkanı Gül: "Şimdi ben bu kadar söylemiş olurum bununla ilgili bir herhangi bir, açıkçası konuşulmuş, yazılmış, çizilmiş böyle şeylerin hiç birisi söz konusu değildir. Onları da herkesin bilmesini isterim. Bu memleket hepimizin, hep beraber bu ülkeyi daha iyi günlere taşımak için hepimizin tabi ki çırpınması gerekir. Demin söyledim, memleketimizin kıymetini bilmemiz lazım. Şöyle bir haritaya baktığınızda konuşmamızın, röportajın, bu programın başında söylediğim, bir ufuk turu yaparken söylediğim şey o. Bakın İslam Dünyası'na şöyle bir bakın. Yani bölgemize, Ortadoğu'ya bir bakın İran'ın dünya ile kopuk olan hali ve kendi içindeki büyük ekonomik sıkıntıları, çok büyük sıkıntıları olan bir ülke. Irak'ın büyük meselelerine bakın. 10 bin kişi ölmüş, nereye gideceği belirsiz. Suriye'nin içinde yaşadığı durum ne kadar herkesi kahrediyor. Herkese ne kadar çok gözyaşı döktürüyor. Yine bölgemizin ve İslam Dünyası'nın en büyük ülkelerinden biri olan Mısır'ın içinde bulunduğu hal, yani nereye gidecek bu şekilde. Avrupa'ya geldiğimizde  ekonomik problemler. Böyle bir durumda Türkiye, doğrusu, bu son konuştuğumuz ve Haziran'da olan olayları şöyle bir kenara alırsanız Türkiye'nin başarılarını gölgelememek gerekir ve Türkiye'yi daha ileriye beraber taşımamız gerekir. Bunu için de herkesin mutlu olmasını önce söylerim. Herkesin konjoktörel günlük şeylerle değil daha stratejik, Türkiye'yi gerçekten geleceğe taşıyacak, bütün vatandaşlarımızı mutlu edecek, Türk insanını çok daha refaha ulaştıracak, Türkiye'nin köklü sorunları olan, biraz önce konuştuğumuz Kürt meselesi başta olmak üzere, diğer sorunlarda hep olumlu yönde gelişmeleri sağlayacak, stratejik konulara yönelmemiz gerekir. Ayrıca tabii bu yıl yerel seçimler olacak, mahalli seçimler olacak. Bütün bunları da Cumhurbaşkanlığı'ndan sonra genel seçimler olacak. İki yıl içinde 3 seçim yapacağız. Türkiye'nin bütün bunları, bu demokratik yapısı içerisinde gayet düzgün bir şekilde geçireceğine inanıyorum ve tekrar söyleyeceğim bu memleketin kıymetini önce hepimizin bilmesi gerekir. Dışarıda olup bitenleri görerek memleketin iyiliği için yapıcı bir şekilde herkesin gece gündüz çalışması gerekir.

Erhan Çelik: Peki çok teşekkür ederim. Sorularımıza açıklıkla yanıt verdiğiniz için.

Cumhurbaşkanı Gül: Sağ olun.

Yazdır Paylaş Yukarı