Sosyal Medya (TRT Haber)

25.05.2012
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült


SERDAR KUZULOĞLU: Canlı yayın Sosyal Medya Tv’den hepinize iyi günler. Amerika Birleşik Devletleri’nin San Francisco şehrindeyiz. Burada Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün davetlisi olarak, internet şirketlerini, teknoloji şirketlerini Türkiye’nin girişimcileri, risk sermayecileri gezdik, toplandık, birleştik. Ve kendisi bizim canlı yayın konuğumuz olmayı kabul etti. Buradan gerçekleştireceğimiz canlı yayında, sosyal medya programının da formatına uygun bir şekilde, sizden gelen görüş, düşünce, soru, yorumları paylaşacağız kendisiyle. Sorularınızın cevaplarını alacağız. Aynı zamanda buradaki izlenimlerini bizlerle paylaşmasını rica edeceğiz. TRT Haber Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Böken de bizlerle. Benim akordumu sağlamak üzere olabilir mi acaba?

AHMET BÖKEN: Sayın Cumhurbaşkanım şöyle bir ilişki var aramızda, o sosyal medyanın sosyal bölümünü ifade edecek, onunla ilgili sorular soracak, ben medya ile ilgili efendim.

SERDAR KUZULOĞLU: Biraz atışmamız olacak. Ben birkaç hatırlatma size yapmak istiyorum. Öncelikle programımıza nasıl ulaşabilirsiniz, Cumhurbaşkanımıza sorularınızı nasıl ulaştırabilirsiniz? Bunun için iki tane seçeneğimiz var. Twetter.com/sosyalmedyatv, Facebook.com/sosyalmedyatv adreslerinden sizi dinliyor olacağız. Yalnız iki tane konuyu hatırlatmak istiyoruz, iletemeyeceğimiz sorular, gerçekten Cumhurbaşkanı karşınızda olsa sizin şahsen iletebileceğiniz tarzda sorular olursa çok rica ederiz, bu kurala uymanızı, çünkü amacımız, programımızın da formatına uyacak şekilde hepsini yönlendirebilmek kendisine. İkincisi de böyle bir mesajın okunması için yüz tane alt alta yazanları üzülerek engellemek zorunda kalacağız, diğer soruları engellememek adına. Ayrıca bir hatırlatma daha yapayım, bizim normal konuklarımıza gelen soruların çok az bir kısmını yöneltebiliyoruz ve cevap alabiliyoruz. Şimdiden çok ciddi sayıda soru geliyor Cumhurbaşkanımıza. Hepsini iletemeyeceğim ama kendisi sonrasında hepsini okuyacak, zaten bizzat bu sistemi kullanan birisi. Gayet iyi biliyorsunuz, diyerek ben ilk sorumu kendisine yöneltmek istiyorum. Cumhurbaşkanım hoş geldiniz, öncelikle çok büyük bir gurur kaynağı sizi ağırlamak. Siz ne kadar haberdarsınız bilmiyorum da peşinizden epey koşmuşluğum var. Yani bir senedir falan uğraşıyorum, sonunda burası kısmetmiş demek ki.

AHMET BÖKEN: Burası ne, kısaca ondan da bahsedebilir miyiz, çünkü niye böyle bir mekandayız diye merak ediyor insanlar Sayın Cumhurbaşkanım.

SERDAR KUZULOĞLU: Aynen. Sayın Cumhurbaşkanım, ona da atıfta bulunacaktım zaten. Youdemi.com adlı iki Türk girişimcinin San Francisco’da kurduğu ve Amerika’da en hızlı büyüyen Türk internet şirketi Youdemi.com’un şirketindeyiz. 2010 yılında kuruldu ve Zinga, Youtube, Grupon gibi Amerika’nın en iyi teknoloji şirketlerinden dört milyon dolar gibi bir yatırım sermayesi de almış. Gayet başarılı bir işletme. Biz geçen San Francisco yayınımızı da burada yapmıştık, bize ofislerini açmışlardı sağolsunlar. Şimdi siz de burada bir çok…

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Gelince ben de tanıdım kendilerini ve çok memnun oldum doğrusu gerçekten.

SERDAR KUZULOĞLU: Siz de burada bizimle beraber, daha doğrusu biz de burada sizinle beraber, birçok şirket gezdik, Türk girişimciyle karşılaştık. Teknoloji devlerini ziyaret ettik. Genel izlenimlerinizi aktarabilir misiniz izleyicilerimize.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tabii. Önce doğrusu buraya gelmekten gerçekten çok memnunum, uzun zamandır da istiyordum. Ama bir vesilenin de olmasını çok arzu ediyordum. Onun için Chicago’daki NATO Zirvesi bunun çok iyi bir vesilesi oldu. Orada işlerimizi bitirdikten sonra bu tarafa geldik. Burası, yani herkes “Dünyanın merkezi burası” der ama, eğer “Dünyaya şekil veren merkez neresi?” derseniz, dünyaya şekil veren yer de, burası; San Francisco ve Silikon vadisi. Bildiğiniz gibi Stanford Üniversitesinin bünyesinden çıkan bir oluşum burası. Ve bugün aklınıza hangi büyük iletişim, ileri teknoloji şirketi geliyorsa, enformasyon teknolojisi bağlantısında, hepsinin merkezi burası. Dolayısıyla buraya gelmeyi gerçekten çok istiyordum. Şu açıdan, sadece gelip kendim görmek açısından değil tabii ki bu. Bu Türk gençliğine, Türk halkına bir mesaj olması için. Türkiye’nin artık bu işlerle uğraşması için. Türk gençliğinin artık bu işlere merak salması gerekir. Şimdi esnaflık güzel şey, tüccarlık güzel şey, inşaat güzel şey, bunlarda büyük başarılar, hepsi iyi güzel şey. Ama bir de bugün girişimci deniyor veya burada yüksek tahsil yapıp, güzel bir tahsil yapıp, ondan sonra o tahsilinde öğrendiklerini teknoloji şirketi şeklinde ekonomiye kazandıranlar. Şimdi o burada çok oluyor. Ve Türkiye’nin ve Türk gençlerinin, üniversite mezunlarının, hep bu işlerle çok ilgilenmesini çok arzu ediyorum. Çünkü geleceği burada artık. Türkiye’nin zıplaması, Türkiye’nin orta gelirli bir seviyeden, yüksek gelirli bir ülke seviyesine geçmesi bu sayede olacak. Onun için benim hani buraya gelişim esas dikkat geçmek, bir bilinç uyandırmak. Ve herkesi daha çok hareketlendirmek. Bu açıdan çok önem veriyorum, bu ziyaretime. Buraya gelmişken, siz de söylediniz, çok önemli şirketler, Apple, Google, Facebook, Twitter, Microsoft, bütün bunları hep ziyaret ettik ve çok geniş bir şekilde hepsi de bilgiler verdiler, neler yaptıklarına dair. Şunu sordum onlara: Bundan sonraki adımınız ne, yani bilmediğimiz neyle uğraşıyorsunuz, neyi tanıtacaksınız? Çünkü iki sene önce, var mıydı? Bazıları yoktu, 3-4 sene önce yoktu.. Zaten hepsine baktığımızda hepsinin başındaki insanlara baktığımızda, hepsi çok genç, yani çocuk diyeceğimiz yaştaki yeni mezunlar. Daha orta yaşa ulaşmamış, çok genç, çocuk diyebileceğimiz, yeni mezunlar, bu büyük şirketlerin sahipleri, kurucuları. Öyle ki bu şirketleri kendileri kurduktan sonra, artık kendilerinin daha dikkate alınması ve bunun daha doğru istikamette gelişmesi için, hepsi bir daha yetkin Ceo’yu transfer etmişler büyük şirketlerden. Bir nevi kendilerine ağabeylik, annelik, babalık yapmışlar ve böyle büyümüş. Şimdi hepsiyle gittiğim şirketlerde, tanıştım. Doğrusu insan gerçekten çok büyük bir takdir duygusu içinde oluyor. Benim de bu ziyaretimde çok sevindiğim bir şey, bütün bu şirketlerde çok sayıda Türk gencini görmek oldu. Çoğu çok önemli mevkilerde, hepsi gayet başarılı, gittiğim hepsinde de ayrıca bir de oradaki Türk mühendisler, oradaki Türk yöneticiler, genç genç çocuklar, bilmeseniz hâlâ üniversite talebesi zannedersiniz. O yaşta hepsinin çok büyük sorumluluklar aldıklarını hep gördüm. Bu da beni çok memnun etti.

AHMET BÖKEN: Sayın Cumhurbaşkanım, onların, yani buradaki Twetter’ın, Google’ın vs. diğer büyük şirketlerin Türkiye ile ilgili vizyonlarına dair bir şey yakalayabildiniz mi? Çünkü bizde büyük bir kullanım var.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tabii tabii şöyle: Baştan eğer dünyanın herhangi bir yerinde parlayan bir şey varsa, bunu ilk görenler bunlardır muhakkak ki. Türkiye’nin ne kadar parladığını, Türkiye’nin ne kadar önemli hale geldiğini, Türkiye’nin ne kadar dikkat çektiğini burada gördüm. Hepsi bana, ben söylemeden daha onlara, Türkiye’yi anlatmadan, onların hepsi bana Türkiye’yi anlatmaya başladılar. Söylemeye başladılar. Bu çok sevindirici bir şey tabii. Bir de hep negatif gündemle Türkiye gündemde olabilir. Denebilir ki, mesela “Ah ah çok üzülüyoruz, çok büyük ekonomik sıkıntılar çekiyorsunuz. Ah ah çok üzülüyoruz, çok büyük istikrarsızlık içinde varsınız.”

AHMET BÖKEN: Ki yıllarca böyle söylediler zaten.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Ki vaktiyle hep böyle olurdu. Şimdi öyle değil. Onu çok takip ediyoruz. Hepsi gelmişler, gelmeyenler var aralarında. İlk etapta geleceğiz diyorlar. Türkiye’nin nasıl büyüdüğünü, nasıl dikkat çektiğini, bölgede nasıl önemli bir ülke haline geldiğini, bunu hepsinden de duyuyorum. Bir kısmı karar almış zaten. Mesela Google falan onlar hemen, Google’ın zaten ofisi var. Hatta oraya gittiğimde onlarla konferans da yaptık görüntülü. Apple, onlar yakında açıyorlar. Onlar da kararlarını almışlar, açıyorlar. Microsoft zaten, uzun süredir hep Türkiye’de var. Şimdi buraya Twitter’dan geliyorum, Jack, onların genç kurucusu, Türkiye’ye hiç gelmemiş ama, Türkiye ile ilgili çok belli ki şeyler biliyor. Ben açmadan, konuyu o açtı, Türkiye ile ilgili. Onlar şimdi Türkiye’de açtığımızda İstanbul’da yapacağız diyorlar. Twitter biliyorsunuz, şehir merkezlerinde, burada San Francisco’da, Silikon Vadisi’nde bir şehir merkezinde binaları. Bu çok sevindirici doğrusu. Ben de onlara şunu söyledim. Bütün global şirketlerin hepsinin Türkiye’de bir ofisi var. Hatta bütün bölgeyi Türkiye’den artık yönetiyorlar. Dolayısıyla “Sizler de geç kalmayın” dedim. Görüyorum ki yakında hepsi de olacak zaten.

SERDAR KUZULOĞLU: Peki Sayın Cumhurbaşkanım şimdi izleyicilerden gelen sorulara da biraz bakalım. Mert Bıçakçı adlı izleyicimiz demiş ki bu ortak sorulardan bir tanesi, ben bunu seçtim, “Türkiye’de Silikon Vadisi olabilir mi?” demiş. Bir diğer izleyicimiz, Agah Başdeğirmen de “Türkiye’de verilen eğitim, Silikon vadisi perspektifinde nasıl şekillenecek?” demiş.

 Şimdi bir parantez de şöyle açayım: Türkiye’de çok ciddi bir genç nüfus var. Üniversiteye giren ve giremeyen de çok büyük bir nüfus var. Ve aslında internet teknolojileri, bilişim alanı, birçoğu için çok cazip yeni bir iş fırsatı, bir umut. Bu konuda nasıl bir perspektifiniz var, nasıl özetlersiniz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şöyle, tabii bu bahsettiğimiz Silikon Vadisi nedir? Dünyanın en süper ülkesi, gelişmiş ülke, bu ülkenin önemli bir şehrinde Stanford Üniversitesi dedim. Stanford Üniversitesinde 50’nin üzerinde Nobel kazanmış kişi var. 50’nin üzerinde Nobel kazanmış kişi var. Onun için Apple da, Google da, HP de, hepsi bunların buradan çıkmış. Birdenbire bu seviyelere gelme veyahut da hemen aynısını alıp da oraya koymak, bu mümkün değil tabii. Bu bir kültür, bu bir başlangıç meselesi. Ama Türkiye’de şu anda burada konuşmalarımda da hep söyledim; en çok konuşulan, üstüne en çok toplantı yapılan ve en çok refere edilen birkaç kelime var. Biri girişimcilik, biri inovasyon, diğeri araştırma-geliştirme. Çünkü bunlar, gündemimizdeki çok önemli alanlar. Eskiden bunlar konuşulmazdı. Şimdi bakıyorum, Odalar Birliği de, İhracatçılar Birliği de, işte efendim üniversiteler de, herkes bu konuların üzerine yoğunlaşıyor. Ve Türkiye’nin geleceğini burada görüyor. Şimdi önce bu bilincin uyanması ve bu belli bir yoğunluğa gelince, tabii ki Türkiye’de Silikon Vadisi gibi, bir değil belki birkaç yer çıkacaktır. Aslında bunun alt hazırlıkları Türkiye’de yapılıyor. Nasıl yapılıyor? İşte teknoparklar. Türkiye’de bildiğim kadarıyla 44’e yakın teknopark var. Bunların 30’u, 35 tanesi çok aktif bir şekilde çalışıyor. Öyle ki İstanbul’daki, Ankara’daki teknoparklarda yer yok. Ve buralarda insanlar bilmiyor ama, Türkiye’de hayal edemeyecekleri güzel şeyler yapılıyor.

SERDAR KUZULOĞLU: Aynı zamanda Bakanlığın da birçok desteği var.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tabii. Aynı zamanda, dediğiniz gibi, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın çok güzel programları var, çok güzel fonları var. TÜBİTAK kendisini adapte etti bu çalışmalara. TÜBİTAK’ın şimdi çok güzel çalışmaları var. Burada hep onları anlatıyorum, Sanayi Bakanımız ve TÜBİTAK Başkanımız da benimle beraber, yaptığım toplantılarda. Tabii onlar daha detaylı bildikleri için, anlatın diyorum. Ne kadar çok fon verdiklerini, “Ben bir şey yapacağım” diyen, “Ben bir teknoloji şirketi kuracağım” diyen kişiye ne kadar çok karşılıksız para verdiklerini, 500 bin liraya kadar para verdiklerini, “İsterse batırsın bunu” diyecek kadar cesaretle verdiklerini anlattılar. Ve buralarda çok büyük etki yarattı doğrusu, bütün bunlar. O bakımdan bu yoğunluk kazandığı andan itibaren de en uygun yerde tabii ki Silikon Vadisine uygun bir yapılanma da ortaya çıkacaktır. Bununla ilgili hükümetin yeni teşvikleri, araştırma-geliştirmeye ayırdığımız paralar, bizim milli gelirimizin yüzde 1,5’ine yaklaştı, hedefimiz yüzde 2’nin üstüne çıkmak. En gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, biz yüzde 3’e  ulaşmaya çalışıyoruz. Bütün bunlar, Türkiye’nin geleceğinin çok parlak olduğunu göstermekte.

Bir sevindiğim şey de şu: Şimdi buraların çok iyi üniversitelerinde okuyan genç çocuklar, Türkiye’ye dönüyorlar. Bu anlayışla dönüyorlar ve bu heyecanla dönüyorlar. Yani buradaki gördükleri o teknoloji şirketlerine benzer aynı işleri Türkiye’de yapmak için büyük gayret içindeler. Bunlar çok önemli çünkü burada Stanford’dan mezun olmuş, MIT’den mezun olmuş, Harward’dan mezun olmuş, buranın diğer güzel okullarından mezun olmuş, Türkiye’deler şimdi, “Bunları biz de Türkiye’de yapacağız” diye. Şimdi burayla Türkiye arasında da ilişkiler kurulmaya başlamış. Herkes birbirini takip ediyor, bu müthiş bir şey. Ve yakında göreceksiniz buradaki “Ventura Capital” de Türkiye’ye gelip, onlara yatırım yapacaklar. Ben burada çok önem verdiğim toplantılardan birisini, buradaki Ventura Capitallerin sahipleri, Ceo’ları, onlarla yaptım.

SERDAR KUZULOĞLU: Sayın Cumhurbaşkanı, bir parantez açarak, bu Ventura Capital dediğimiz şeyin, risk sermayesi olduğunu ve büyük fon sahibi, sermaye sahibi insanların, şirketlerin, ümit gördüğü, teknoloji ağırlıklı şirketlere yaptıkları yatırımlardan bahsediyoruz.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Doğru, çok güzel, yani bunu herkesin bilmesi gerekir. Öyle fonlara sahip gruplar, kişiler oluyor ki, bunlar gençleri takip ediyorlar. Ve bu genç çocukların çoğunu da burada, bu güzel üniversitelerin olduğu yerlerde takip ediyorlar. Bazıları bunların öğrenci, bazıları bunların doktora öğrencileri, bazıları yeni mezun olmuşlar. “Benim bir fikrim var” diyor. “Ben bu fikrimi gerçekleştirebilirim” diyor. İşte baktığımızda bütün bu teknoloji şirketleri böyle başlamış. İşte Google bir garajda başlamış, Apple başka bir şekilde başlamış. Ufak bir computer olarak başlamışlar. Şimdi bu fikrin iyi olduğunu ve bu fikrin geleceği olduğunu gören o sermaye sahipleri geliyorlar, “Senin paran yok ama, fikrin var” diyorlar. “Bir de tahsilin var, çok güzel. Ne kadar sana para lazım, al sana para” diyorlar. Ve o parayı yatırıyorlar ona. Ve o parayla, genç çocuğun 10 tane mühendise ihtiyacı varsa, 10 tane mühendisi alıyor yanına, başlıyorlar çalışmaya. Ondan sonra halka arz ediliyorlar. Büyük şirketler ortaya çıkıyor.

AHMET BÖKEN. O toplantıda somut bir şey çıktı mı efendim Türkiye ile ilgili?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: O toplantıda yani bunlara, yatırım yapanlara çağrım şu oldu: Bunların, bir nevi radarları var. Bakıyorlar böyle her tarafa. Nerede başarılı bir çalışma var, o radarına girerse, onu takip ediyor, inceliyor falan. “Siz radarınıza Türkiye’yi de alın” dedim. “Türkiye’de gençler var. Türkiye’de çok yeni, küçük küçük böyle şirketler var, bunları radarınıza alın, inceleyin. Göreceksinizki bunların içerisinde gelecek vaat eden, çok büyük şirketler çıkacak. Yatırımlarınızı bunlara yapın” dedim. Ve doğrusu pozitif karşılık aldım hepsinden.

SERDAR KUZULOĞLU: Cümlenizi, daha doğrusu, konsepti tamamlaması açısından, Hindistan’da aynı şey yaşandı. Hindistan, İngilizce dil avantaj yüzünden, birçok vatandaşını, yurtdışında, özellikle teknoloji ağırlıklı şirketlerde çalıştırdı. Çok iyi yerlere geldiler. Bir süre sonra, 4-5 yıl öncesinde bir ülkeye geri dönüş başladı ve Hindistan’da bugün, içeride çok ciddi teknoloji şirketlerini doğurmaya başlayan bir yapı oldu.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bir şey daha söyleyeyim, bahsi geçmeden. Burada başka bir toplantım da buradaki Türk girişimcilerle oldu. Yani burada yaşayan, Silikon Vadisi’de şirketleri olan, burada hatta Venture Capital şeklinde çalışanlar var, onlarla tanıştım. O da ayrı bir heyecan vericiydi. Yani inanıyorum ki, çok yakın bir tarihte, onların içerisinde çok ismi bilinenler çıkacak. Bazıları zaten o Venture Capitallerin içinde olanlardan. İşte içlerinde çok büyük bilinen milyarlık şirketlere ilk yatırımları yapanlardan bazıları var. İşte ben diyor şu şirkete şu kadar yatırım yaptım, daha o çocukken diyor, üniversitedeyken. Dolayısıyla Türklerin içerisinde iki yönlü bir gelişme var. Hem sermaye birikimi olup da bu sermayeyi götürüp Ventura Capital şeklinde istikbal vaat edenlere yatıracak insanlar var. Hem de çok genç mühendisler, çok genç bilim adamları olup da,  kendileri şirket kurup, o teknolojileri geliştirecek insanlar var. Bu çok sevindirici bir şey.

SERDAR KUZULOĞLU: İzleyicilerimizden Serhat Eren, “Orada okuyanları Türkiye’ye getirmek yerine, vergi düzenlemesiyle, burada o iş alanlarını yaratmak daha iyi olmaz mı?” demiş.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Doğru söylüyor, ben aslında buradaki Türklerle konuşurken, onlara aman buraya gelin çağrısı yapmıyorum, şaşırıyorlar da. Çünkü eskiden şöyle olurdu. “Dünyanın neresinde, başarılı bir Türk görürsen, hemen Türkiye’ye gel.” Niye Türkiye’ye gelecek ki? Burada eğer çok önemli bir işlevi varsa, çok önemli bir kurumun başındaysa, burada çok daha önemli işler yapma imkanı varsa, o zaten Türkiye’ye çok daha iyi hizmet ediyor demektir. Türkiye’de buradaki gibi bir iklimi oluşturduğunda, zaten kendiliğinden gelecektir. İşte ona çalışıyoruz. Zaten kendileri zorlamadan gelecekler Türkiye’ye. Benim en çok arzu ettiğim şey şu: Bak şu anda burada bulunmak istiyorsan, buradayken de Türkiye’ye nasıl hizmeti olur? Buradayken de memleketine, ülkesine, kendi insanlarına, nasıl katkısı olur? Bu çok önemli. Çok iyi laboratuvarın başında olan bir profesöre, kalk da gel demek kolay bir şey değil. Ama sen o çok iyi laboratuvarın başındayken, kaç tane Türk öğrenciye burada doktora yaptırıyorsun, ne kadar imkân veriyorsun, kaç tane daha iyi Türk öğrenciyi burada yetiştireceksin, ben doğrusu bunu daha çok önemserim.

AHMET BÖKEN: Aklı burada olacak ama, kalbi orada olacak diyorsunuz

SAYIN CUMHURBAŞKANI:: Evet öyle olacak. Ve Türkiye, dediğim gibi yükseldikçe, zaten artık hem burada olacaklar hem orada olacaklar. Dolayısıyla hiç zorlamadan gelecekler. Şunu da söyleyeyim: Vergi sistemleri falan çok değiştiriliyor. Şimdi TBMM’de bir kanun var; Ventura Capital, bunlar nasıl çalışacak? Bunlar nasıl desteklenecek? Yasanın ilk taslağında bildiğim kadarıyla şöyle, çünkü hep burada bilgi verdik; 5 yıllığına vergiden muaf olacaklar. Mesela arkadaşımızın o soran kişiye cevap açısından söyleyeyim, 5 yıllığına vergiden muaf olacaklar.

SERDAR KUZULOĞLU: Bütün gelirleri vergiden muaf olacak ve yatırdığı paralar.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tamamen muaf olacaklar. Ayrıca yabancı şirketler gelirlerse, işte onlara çeşitli avantajlar verilecek falan. Çok büyük şeyler var, yani bu konuda teşvikler söz konusu. Ayrıca Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı teknoloji şirketlerini destekliyor, bütün masraflarını veriyor. Belli bir süre için buraya, Silikon Vadisi’ne gönderiyor. Bunu çoğu insanlar bilmiyorlar doğrusu. Yani bütün masraflarını karşılıyor, her şeysini karşılıyor. Ve Türkiye’de başarılı bu tip teknoloji şirketlerinin sorumlularını buraya gönderiyorlar. Ve burada tecrübeleriyle burada ortak çalışmalar yapıyorlar. Burada kendilerini tanıtıyorlar. Çok güzel imkânlar var. Bu imkânların belki daha çok duyurulması gerekir, o ayrı konu.

AHMET BÖKEN: En çok ne etkiledi efendim sizi, buradaki Silikon Vadisi ziyaretiniz süresince, en fazla neyden etkilendiniz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şimdi herkes baştan çok genç dediğim gibi. Yani bütün bu şirketlerin sahipleri karşıladılar bizi, konuştuk falan. Hepsi çok genç ve hepsi talebe hayatı yaşar gibi. Ama bir taraftan bir bakıyorsun, milyar dolarlık servete sahip olan insanlar. En çok beni etkileyen taraf da bu oldu. Hepsi de gayet simple hayatlarını, çoğu aynı tip hayatlarını devam ettiriyorlar. Ve yüzlerce, binlerce insan çalışıyor. Apple’de 2 bin kişi çalışıyordu. Facebook’a gittik 3 bin kişi var. Şimdi bir fabrika düşünün ama, ortada hiç şey yok, pres yok, torna yok, makine yok. Herkes mühendis. Herkes çok iyi üniversitelerden mezun olmuş. Herkes de çok serbest. Hiç kimsede kravat yok, kimsede ütülü pantolon yok.

AHMET BÖKEN: Biz de onlardan etkilendik efendim bugün.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Gayet şey, herkesin yaptığı işe bakıyorlar.

SERDAR KUZULOĞLU: Peki Ahmet Böken’e sözü vermeden önce, bir izleyicimizin sorusunu yönelteyim, Bilal Karadeniz, “Sayın Cumhurbaşkanını televizyonda neden bu kadar az görüyoruz. Mesela ayda bir programınıza katılsa güzel olmaz mı?” demiş.

AHMET BÖKEN: Bu güdümlü bir tweet olabilir size Sayın Cumhurbaşkanım.

SERDAR KUZULOĞLU: Siz gerçekten çok az göz önünde bulunuyorsunuz.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Valla bu kadar çok az mı görünüyorum? Yok canım. Yani Cumhurbaşkanı tabii ki çok günlük olayların, çok icranın içinde olmadığı için, bir başbakan gibi, sayın bakanlar gibi yani her gün her vesileyle bir şey söylemez Cumhurbaşkanı.

SERDAR KUZULOĞLU: Ama çok ilginç size gelen mesajların çoğu, aslında Başbakanın gündemine ait. Yani insanlar herhalde Cumhurbaşkanlığını Başbakanın da yetkilerine sahip bir…

AHMET BÖKEN: Ama zaten Devlet Başkanı vasfınız var, o zaman da size gündemle ilgili binlerce soru geldi Sayın Cumhurbaşkanım.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tabii yani siyasetin içinden geldiğim için, nihayetinde o makamlarda bulunduğum için dolayısıyla insanlar şey diyorlar.

AHMET BÖKEN: Efendim, Obama ile görüştünüz. Obama görüşmesinde buraya geleceğiniz bilgisi kendisinde var mıydı? Yani burayla ilgili hiç konuştunuz mu? Bir de oradan bize çok siyasi gündemden değil de, perde arkasından aktarabileceğiniz bir şeyler var mı?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Valla Obama’ya buraya geleceğimi söylemedim. Tabii ki Chicago’daki gündem çok yoğun, çok ciddi meseleler. Güvenlik konuları çok ağır basıyordu. Ama benim Obama’ya özellikle söylediğim bir şey vardı. Türk-Amerikan ilişkileri hep askeri perspektiften alınır. Hep müttefikiz, askeri konular hep konuşulur. Güvenlik meseleleri konuşulur. Hatta askeri konuları dışarı çıkartsanız, Türk-Amerikan ilişkileri için fazla bir şey yok durumdadır. Bundan çok şikayet ettim. Hatta kendisi ilk başkan olduğunda, ilk Türkiye’ye geldiğinde, o zaman Çankaya’daki ofisimde ona, “Bak arkadaş, Türk-Amerikan ilişkileri hep askeri yönden ağır basar ama, bu uzun vadede sağlıklı değil” dedim. “Bizim ticaret, yatırımlar, bilimsel çalışmalar, bütün bu alanlarda da ilişkilerimizin çok güçlü olması lazım” dedim. “Mesela bizim Rusya ile -ki Rusya müttefik değil, komşumuz, çok iyi bir komşumuz. Bu ayrı ama NATO dışında olan bir ülke- ticaretimiz 40 milyar dolara ulaşıyor” dedim. “Sizinle 15-16 milyar dolar” dedim. “Yani böyle müttefiklik olmaz” dedim. “Buna bir şey yapmak lazım” dedim. Ve tabii akıllı adam, hemen orada talimat verdi. Dedi ki özel bir birim kuralım ve Türkiye ile ekonomik ilişkileri nasıl geliştiririz. Daha sonra da sözünde durdu gerçekten. Burada bir komite kuruldu. Bizde karşılığı kuruldu. Nihayet, mesela ticaret 20 milyar dolara falan çıktı. Ama hâlâ yeterli değil. Yatırım yok. Büyük Amerikan yatırımları yok Türkiye’de. Dolayısıyla bu konuları biraz kendisine tekrar anlattım. O da tekrar yanındakilere talimat verdi, daha çok bu işlere bakmamız gerekir diye. Yani bu önemli.

AHMET BÖKEN: Onun dışında askeri konuları da konuştunuz, yine bu predatorler falan gündemde. Bir gelişme var mı efendim o konuda? Yani bir sıkıntı var mı veya takılma var mı?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şöyle, tabii Başkanlık Sistemi olduğu için burada, bazı konulara kendisi karar veremiyor. Bunlara kendisi karar veriyor ama, Kongreye getiriyor, Kongre’nin onayını almak gerekiyor. Özellikle Pakistan’da, Afganistan bağlantılı olarak Amerikalılar çok predator kullanıyorlar ve çok büyük kazalar yapıyorlar. Yani kazalarla, yanlışlıkla maalesef masum insanları öldürüyorlar. O bakımdan çok tedirgin de oluyorlar doğrusu bu konularda.  Yani Kongre’den çok kolay geçmiyor herhalde. Ben de kendisine şunu söyledim: Şimdi F-35’ler biliyorsunuz, dünyanın en modern savaş uçakları olarak çıkıyor. Biz onun imalatında da varız. Alacağız da onlardan. Yani biz F-35’i alıyoruz. Dedim ya bundan daha etkili silah var mı, ötesi yok ki, falan dedim, bunları Kongre’de anlatmamız lazım hep beraber.

SERDAR KUZULOĞLU. Sayın Cumhurbaşkanım, biz burada tabii ki gündeme de tekrar döneceğiz. Aslında teknoloji şirketlerinin dünyasına birazcık belki de ülkenin gündeminden bir mola alarak geldiniz. Böyle bir haftadır devam ediyoruz. Bir yandan da siz dünya başkanları, devlet başkanları olarak baktığımızda, sosyal medyayı ilk kullanan, en etkin kullanan ve en çok mecrada kullananlardan birisiniz. Mesela şu güncel rakamlara bakacak olursak, sayfamı bir yenileyeyim, Twetter üstündeki takipçi sayınız 1.844.902, Facebook’daki takipçi sayısı 453 bin. Bu çok az devlet başkanının…

AHMET BÖKEN: Kıskandıracak rakamlar.

SERDAR KUZULOĞLU: Aynen öyle. Ve bu çok az devlet başkanında görülen bir şey. Sizin bu kararı vermeniz nasıl oldu ve ne düşünüyorsunuz bu yeni medya hakkında?

AHMET BÖKEN: Efendim ben de bir soruyla gireyim mi, çünkü bu da önemli. Ben de Serdar Bey programında sürekli testler yapıyor, bir test sorusu hazırlamıştım. Siz sosyal medyayı çok ciddi bir şekilde kullanıyorsunuz, iyi bir ekibiniz var, Kemal İlter’in ne kadar çok gayret sarf ettiğini biz de medya olarak yakından görüyoruz. Ne olarak görüyorsunuz, sosyal medyayı; vatandaşa ulaşmak için bir yol mu, onların size ulaşmasına kapı aralayan bir yöntem mi, mesajlarınızı iletmek için bir vasıta mı, yoksa siyasetin yeni mecrası mı?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Önce tabii arkadaşlarım, onların çok büyük gayreti var, başta Kemal olmak üzere. Nihayetinde bu ortamı onlar hazırlıyorlar tabii ki. Onlarsız olmaz. Şöyle görüyorum ben bunu: Yani karşılıklı interaktif ortam, etkileşim oluşmuş oluyor. Şimdi kendi düşündüklerinizi sansürsüz bir şekilde, binlerce, milyonlarca insana geçebilmenin en kısa yolu, ayrıca da insanlar ne düşünüyor, onu da öğrenebiliyorsunuz. Çünkü herkes bir cevap veriyor, herkes bir yorum yapıyor, herkes bir not düşüyor. Onu gördüğünüzde de nihayetinde o feedback sizi besliyor. Yani ne düşünüyor insanlar, onu da ölçebiliyorsunuz. Ben genellikle, yani siyasi daha ciddi konularda bir basınla buluşma alanı gibi kullanmıyorum, siz de takip ediyorsunuz. Özellikle Twitter’da daha farklı, siyaset dışı vermem gereken mesajlar, önem verdiğim konular, onları daha çok kullanıyorum orada. Onun daha çok ilgi gördüğünü de görüyorum. Çünkü öbürü nihayetinde resmi bir ton gerekiyor. Resmi tona uygun değil sosyal medya, baştan onun bilinmesi gerekir.

AHMET BÖKEN: Böyle mi değerlendiriyorsunuz yani?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Ben böyle değerlendiriyorum. Resmi ton, format, sosyal medya için uygun değil. Dikkat ederseniz, belki de ilgi çekmesi, daha çok ilgi çekmesi bundan da olabilir. Burada nihayetinde bir politika tespit etmiş oluyorsunuz kendinize. Bir yol çiziyorsunuz. Ben böyle bir şeyi tercih ettim. Zaman zaman arkadaşlar falan, şunu da söyleseniz, bunu da diyorlar. Yok diyorum, onun yeri burası değil, onun yeri ayrı. Basın toplantısında söyleyeceğim şeyler ayrı, burada söyleyeceğim şeyler ayrı. Onun çok önemli olduğunu görüyorum. İkinci şey, dediğim gibi gelen cevaplar, etkileşim. Bu da doğrusu harika bir şey.

AHMET BÖKEN: Yönleniyor musunuz efendim bu cevaplardan? Mesela, meselenin bu yönü de varmış diyor musunuz veya buna da ihtiyaç var, yani böyle sonuçlar, bilimsel sonuçları çıkartıyor musunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tabii olmaz mı. Şimdi baştan daha geniş olarak bakarsak, bütün elektronik postamızı, hep gelen mesajlarımızı, yani onları da bu bunun içine koyarsak, arkadaşlar bütün bunları analiz ediyorlar. Kemal’in çok sayıda arkadaşı var. Baştan gelen hiçbir soruyu karşılıksız bırakmıyoruz. Yapamayacağımız bir şeyse özür diliyoruz, biz ancak şu kadar yapılabilir diyoruz ama, muhakkak bir cevap geçiyor insanlara. Ama bazen öyle oluyor ki sizin için çok küçük bir şey, ufak bir müdahale ile insanların hayatını kurtarıyor bazen. Bu çok önemli. Beni bu sosyal medyada en çok etkileyen şey, dediğim gibi yine geniş anlamda tutuyorum, bu elektronik posta falan, onlar da müthiş kullanılıyor Türkiye’de. Yani köyden de insanlar bize yazıyorlar, yaşlı bir kadın da yazıyor, bunların bazılarını paylaşıyor da arkadaşlar, zaman zaman basınla. Öyle ki köyden de yazıyor adam, bizim diyor, yolumuz şöyle şöyle, diyor. Ondan sonra biz de kaymakama diyoruz ki git bak, bir bakıyoruz bakıyorlar, gerçekten öyle. Halbuki eskiden nasıl olurdu, gidecek, heyetler gidecek, aman bizim yolumuzu yapın, diyecek. Oradan, vilayetten Ankara’ya gelecek, Ankara’dan bakanlığa falan. Ben bu kadar efficent  kullanıldığını tahmin etmezdim, Türkiye’de.

Direkt, çiftçiler de kullanıyor, kadın, ben diyor kadın çiftçiyim diyor, bize diyor, ne olur diyor, şu konuda yardımcı olur musunuz, diyor. Bazen hatta öyle oluyor ki arkadaşlar, tabii onlara arkadaşlar bakıyorlar, çok ilginç olanları bana sunuyorlar. Yoksa binlerce tabi iki şeyle uğraşmam mümkün değil. Onlar zaten benim verdiğim direktif çerçevesinde işlerini yapıyorlar. Bir sisteme bağlanmış, gelen her şey, bir yerlere Cumhurbaşkanlığı makamından ulaştırılıyor. Dolayısıyla herkes ciddiye alıyor tabii. Bazen bakıyorum, ya bu ciddi olamaz, ciddi mi değil mi diyorum, yani öyle bir şey oluyor ki sorun bakayım diyorum. Ama önemli. Sorun bakayım, gerçekten ciddi mi değil mi diyorum. Yani dalga mı geçiyorlar bizimle, yoksa bazen böyle araştırtıyorum ve gerçekten ciddi çıkıyor.

SERDAR KUZULOĞLU: Aklınızda kalan bir örnek var mı, buna yönelik?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Aklımda kalan bir örnek var. Herhalde Samsun’un bir köyünden bir kadın, Cumhurbaşkanım diyor bana bir tane inek gönderseniz de, verdirseniz de diyor, ben onun sütüyle diyor geçimimi sağlasam diyor. Çok ilginç doğrusu. Getirdiler, dedim ya bu dalga mı geçiyor bizimle acaba, doğru mu? Sonra vali, kaymakam neyse araştırdılar, evine gittiler köyde, gerçekten doğru.

AHMET BÖKEN: Peki nasıl atmış efendim tweet’i veya mesajı size nasıl atmış? Yani birisine mi söylemiş nasıl yazmış?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Okula giden çocuğuna da yazdırmış olabilir. Yani köylerde var şimdi, okullarda var tabii ki. Ondan sonra araştırttık ki, doğru gerçekten. Sonunda gönderttik tabii. Söyledik vilayetten verdiler. Yani bizim Türkiye’de çok imkânlar var doğrusu.

SERDAR KUZULOĞLU: Şu anda kaç yeni büyükbaş hayvan talebi olacağını tahmin edebiliyor musunuz? Bütün taleplerinizi bekliyoruz, şu an lütfen bize yönlendirin, çözüyoruz.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Tabii sosyal medyanın böyle bir tarafı da var, işi sulandırma tarafı da var. Ama dediğim gibi kontrol etmişler.

SERDAR KUZULOĞLU: Peki bu sosyal medyadan bahsetmişken, ben sizin kurumsal iletişiminizden rakamlar istedim.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bir şey daha söyleyeyim, şimdi Twitter’dan geliyoruz, Jack işte, o genç çocuk kurucusu. Van depremi olduğunda Twitter’ın ne kadar etkin kullanıldığını gördük, hatta düşünüyoruz dedi, böyle emergency hallerde şeylerde neler yapabiliriz, Türk Kızılayıyla, ondan sonra işte bizim AKUT’tan bahsetti. Onlarla falan dedi, ilişkiye geçiyoruz, dedi. Ben dedim ki ya bunu bir keystate olarak şey edebilirsiniz dedim, başka ülkelere falan da anlatabilirsiniz. Yani sadece bu hasbıhal veyahut da sadece sohbet değil, yeri geldiğinde ne kadar önemli bir işlev, fonksiyon gördüğünü de göstermek açısından çok iyi olabilir dedim. Çok ilginç tabii.

SERDAR KUZULOĞLU: Ben şu sosyal medya rakamlarınızı istedim de kurumsal iletişimden. Onları paylaşayım, belki izleyicilerimiz hepsinden haberdar değildir. cbabdullahgul kullanıcı adıyla Cumhurbaşkanı’nın kişisel Twetter hesabı var, demin kullanıcı sayısından bahsettiğimiz hesaptı. Bunun dışında trcankaya ve trpresidency diye Türkçe ve İngilizce yayın yapan kurumsal birer hesap daha var. Facebook, Youtube, Iphone uygulamaları var Cumhurbaşkanlığının. Facebook sayfası “facebook.com/cbabdullahgul” şeklinde, İngilizce sayfa da yine “trpresidency.” Ve youtube kanalı var, yine “youtube.com/cbabdullahgul” adresinde. Burada 900 video var. Flicker sayfasında 277 albüm paylaşılmış durumda. Ve Iphone, Ipad uygulaması 30 binden fazla indirilmiş. Yani aşağı yukarı her alanında var.

AHMET BÖKEN: Sayın Cumhurbaşkanımın kaç twetter takipçisi vardı?

SERDAR KUZULOĞLU: 1 milyon 880 bin miydi acaba?

AHMET BÖKEN: Sayın Cumhurbaşkanım enteresan bir durum da var. Artık herhalde devletler platformunda liderler birbirine bakarken, senin kaç takipçin var diye değerlendirmeye başlayacaklar. Fransa Cumhurbaşkanın takipçi sayısına baktı hemen Serdar Bey, orada 364 bin gibi bir sonuç çıktı, yani altı misli neredeyse önde gidiyorsunuz. Onunla da bir görüşmeniz oldu Sayın Cumhurbaşkanım. Bundan sonra işler daha iyiye gidecek mi Fransa ile ilişkiler bağlamında?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Ümit ederim. Çünkü mevcut durum, ne onların çıkarına ne bizim çıkarımıza açıkçası. Zaten yeni Cumhurbaşkanı Hollande ile yaptığım görüşmede onu dedim, ya dedim ne çıkarınız var, Türkiye ile zıtlaşmanın. Yani bir çıkarınız mı var, aramızda bir çıkar çatışması mı var, nedir dedim yani. Ne istersiniz dedim Türkiye’den. Şunu rasyonel bir şekilde düşünelim, oturalım ve değerlendirelim, ona göre işbirliğimizi geliştirelim, dedim. Ben mantıklı gördüm, İnşallah da öyle olur.

AHMET BÖKEN: İnşallah bir önceki dönemdeki gibi sıkıntılar yaşamayız.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Biraz şahsiydi, yani Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin tavırları şahsiydi. Kurumsal olmaktan öte bütün Fransız halkının tavrını yansıtmaz doğrusu. Fransız halkı nezdinde Türkiye’nin itibarı büyüktür, bunu herkesin bilmesini isterim.

SERDAR KUZULOĞLU: Şafak Altun adlı izleyicimiz, “Türkiye inovasyon sıralamasında 125 ülke arasında 65. sırada. Sayın Cumhurbaşkanının değerlendirmeleri nedir?” diyor.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Doğrusu bu rakamlar ne kadar yeni, ne kadar eski onu bilemem. Yalnız biz uzun süre bu konuları çok ihmal ettik. Ben Cumhurbaşkanı olarak gittiğim bütün illerde üniversiteleri muhakkak ziyaret ettim. Ankara, İstanbul’daki üniversitelerde de temas halindeyim. Hep onlara şunu söylerim: Şimdi üniversitelerimiz bence uzun yıllar çok içe kapalı olduğu için büyük bir başarısız dönem geçirdik biz. Ve hepsine görüşlerimi anlatırken derim ki, yani baktığımızda üniversitenin performansını nasıl ölçeceğiz, bir üniversite başarılı mı değil mi nasıl ölçeceğiz? İşte yayınlar, hemen bana sunum yaparlar, şu kadar yayınımız var, bu kadar yayınımız var. Yayın yeterli değil derim, ben de konuşmayı devraldığımda. Ne kadar patentiniz var, ne kadar buluşunuz var? Ne kadar siz Türk ve uluslararası fonlardan faydalanıp proje yaptınız? Bu çok önemli. O bakımdan,  Şafak hanımın söylediği inovasyon konusunda çok ileride olmadığımız, epeyce geciktiğimiz çok aşikar. Çünkü bunu kimlerle yapacak? İnovasyonu herhalde sanayici, hafif sanayide uğraşan oradaki ustalar yapmayacaklar. İnnovasyon dediğimiz şeyi, üniversite hocaları, akademisyenler, mühendisler, bilim adamları, yapacaklar. Onların da merkezi üniversitelerdir. Üniversiteler, sadece öğretim yapan yerler değil, araştırma yapan, buluş yapan yerler. Memnuniyetle şunu paylaşmak isterim ki: Türkiye’de üniversiteler, kendine gelmeye başladı. Üniversitelerde şimdi müthiş bir yarış var. Ve önümüzdeki yıllarda bir patlama olacağına inanıyorum. Sıramız eğer Şafak hanımın dediği gibi oradaysak, inanıyorum ki, 5 sene sonra göreceksiniz ki Türkiye’de çok büyük zıplama olacak. Çünkü bu kadar yatırım, muhakkak netice verecek. Para olarak yatırım, insan olarak yatırım ve hepimizin verdiği önem açısından. Yani önümüzde çok iyi olacağına inanıyorum. İnovasyon yani esas memleketleri işte ilerleten şey bu olacaktır. Yoksa sadece pazu gücüyle artık fazla ileri gidemiyorsunuz, fazla yapacağınız şey yok. Önemli olan şey, o büyük katma değeri ekleyebilmek. Bu da bilimle, teknolojiyle ve yeni buluşlarla olacak. İşte buna da inovasyon deniyor. İş alemi de bunun farkında. Bakın burada bir şey daha söyleyeyim. İnovasyonun en çok farkında olanlar Türkiye’de iş âlemidir. Hatta oradaki üniversitelerin de ötesinde. İş âlemi dünyaya çok açık olduğu için, dünyayla da rekabet ettiği için biliyor, “İmal ettiğim bu malımı nasıl daha kaliteli yaparım, nasıl daha ucuz yapabilirim?” İnovasyonla. İşte her yerde diyorlar ki tekstil öldü. Tekstil ölmüyor. Bugünkü tekstil ölüyor ama, geleceğin tekstili duruyor. Geleceğin tekstilini nasıl yapacaksın, inovasyonla yapacaksın. Yani sen eğer hâlâ dedenin ve babanın ürettiği tekstili üretmeye çalışırsan tabii ki ölür. O değil, sen ölüyorsun aslında, sektör ölmüyor onu yapan anlayış ölüyor. Bunun farkında değiller. Onun için yeni anlayışa uygun üretim yapmak için inovasyon şart. Yani bir misal olarak tekstil dedim ben. Artık bu işin sonu yok diyenlerin bulunduğu sektörde bile, inovasyonla bu işin sonunun ne kadar parlak olduğunu göstermek açısından.

AHMET BÖKEN: Efendim bu bağlamda, bu konuda da önemli. Özellikle burada, batıda, Amerika’da üniversite ile yani akademi ile sektör arasında çok canlı bir ilişki var. Bizim bu konuda bir sorunumuz var değil mi? Yani Türkiye’de üniversite ile saha birbirinden çok ayrı, çok kopuk.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Doğru, çok doğru söylüyorsun. İşte ne dedin, Stanford Üniversitesinin nedir en büyük özelliği. Stanford Üniversitesi, Silikon Vadisi’ni bünyesinden çıkarttı. Bütün baktığımızda büyük şirketlerin, demin saydığımız işte Google da, Apple da, HP de, bunların hepsi. Stanford Üniversitesi’nin öğrencileri veya Harvard’ın öğrencileri veya MIT’nin öğrencileri, buralarda öğrenciyken sanayiyle işbirliği içinde, endüstriyle işbirliği içinde veya ekonomiyle, hayatla işbirliği içindeler. Kopuk değiller. Tabii ki bu genç öğrenciler, çok iyi öğretim üyelerinden öğrendiklerini uyguluyorlar. Onları yönlendirenler, esas o çok değerli profesörler. Şimdi bizde uzun süre bunlar olmadı. Ama biliyorum ODTÜ’nün, İTÜ’nün teknoparkları, çok çok güzel işler yapıyor. Hepsi dolu, üniversite hocaları da orada çok ilgileniyorlar. Anadolu üniversitelerinin bazılarının teknoparkları yine çok büyük ilgi görüyor. Biraz geç oldu ama, umuyorum ki gelecek çok iyi olacak.

AHMET BÖKEN: Yalnız enteresan bir şey. Şimdi başlangıçtan beri yepyeni bir vizyondan bahsediyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak. Yani Silikon Vadisini de konuşuyoruz ve buradaki konuştuğumuz konular Türkiye’nin belki bundan sonra 20-25 yıl konuşacağı konuların zeminini oluşturuyor. Ama bir taraftan da üzücü hadiseler yaşanıyor ülkemizde, bununla ilgili gelen tweetler da var. Kayseri’de bir canlı bomba eylemi meydana geldi bugün. Bir polisimiz şehit oldu, bir de sivil memurun hayatını kaybettiği söylendi, sonra yaşadığı tespit edildi, hemen müdahale edildi, 18 kişinin de yaralandığına dair bilgi var. Efendim nereden nereye, bu bağlantıyı nasıl kuracağız veya bu açmazı nasıl aşacağız?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Terör bu yüzyılın en büyük belası. Vaktiyle işte New York’ta da oldu, Madrid’de de oldu, dünyanın farklı yerlerinde de oluyor. Farklı farklı şekilde kendini gösteriyor. Bizdeki terör maalesef etnik temele dayalı bir terör faaliyeti, bununla amansız bir mücadele içindeyiz. Çok üzücü olan şey şu: İnsanların düşüncelerini konuşabildiği, işte ifade edebildiği bir ortamda terörün var olması ve teröre destek olunması, gerçekten çok üzücü. Maalesef dün gece, yani buraya göre dün gece haberim oldu, hemen olay olduktan sonra. Buradan Kayseri Valis’ini aradım, bilgi de aldım. Hedefleri başka bir yerde belli ki. Belli ki büyük kentlere gidip, oralarda bazı işler yapmak istiyorlardı. Ama güvenlik güçleri şüphelenince ve takibe alınınca, kendileri de fark edilince artık esas hedeflerine ulaşma imkânı olmayınca, olmadığını da anlayınca, sıkıştırılınca, maalesef bu olay gerçekleşti. Hayatını kaybeden polisimize -Göksun’dan kendisi- Allahtan rahmet diliyorum, ailesine sabır diliyorum. Bana gelen akşamki bilgiye göre, sabah da tabii takip ediyoruz, ikiydi kayıp. Diğer vatandaşımıza da aynı şekilde Allah’tan rahmet diliyorum. Yaralılar var, onlara da acil şifalar diliyorum. Güvenlik güçlerinin tabii ki teyakkuzda olmaları gerekiyor ve öyle. Eğer çok teyakkuzda olmasalardı kim bilir daha ne büyük acıyla karşı karşıya kalabilirdik. O bakımdan fedakârlıklarını hep takdirle ve şükranla anmamız gerekir.

AHMET BÖKEN. Efendim, şimdi örgüt bölgede şöyle bir propaganda yapıyor: Eğer biz var olmasaydık, Türkiye Cumhuriyeti’ne bu türlü zararlar vermeseydik, sizi ciddiye almayacaklardı, sorunlarınızı çözme konusunda katkı sağlamayacaklardı.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Büyük bir yanılgı bu, TBMM’nin açılışında yaptığım konuşmada, aynen şöyle söyledim: “Eğer biz bu şiddeti yapmasaydık, terörü yapmasaydık, Kürt meselesinde böyle bir anlayış falan da doğmazdı, dolayısıyla hak ve hukukumuzu silahlı mücadeleyle alacağız diye inanıyorsanız, tarihi yanılgı içindesiniz” dedim. Ve gerçekten de buna inanarak söylüyorum. Eğer Türkiye’de terör söz konusu olmasaydı, Türkiye’de bu kadar kan dökülmemiş olsaydı, Türkiye’de bu kadar silahlı çatışma yaşanmamış olsaydı, bu geçen 20-25 yıl içerisinde, bugün Türkiye’nin demokratik standartları, Türkiye’nin bütün hak ve özgürlüklerle ilgili standartları, bunun fersah fersah ötesinde olacaktı. Bunun bilinmesini isterim. Bu bağlamda tabii Kürt meselesiyle ilgili de sıkıntılarımız yok muydu? Vardı şüphesiz ki. Bu sıkıntıların birçoğu, problemlerin birçoğu, tabuların birçoğu gitmedi mi? Gitti muhakkak ki. Daha da yapılabilecek şeyler yok mu? Var muhakkak ki. İyileştirmeler yok mu? Var muhakkak ki. Ama eğer bu kan dökme olmasaydı, inanın ki bunların hiçbiri bugün kalmamış olacaktı. Çünkü Türkiye kendini tutamayacaktı zaten. Bakın bütün kana rağmen, bu kadar şiddete rağmen ve herkes, her ülke, güvenlik adına demokratik standartlarını daraltmasına rağmen, bunun tam tersini yapan Türkiye’dir. Düşünün eğer bir de bu kan olmasaydı, bu şiddet olmasaydı, bu acılar olmasaydı, bu meselelerin hiçbiri bugün gündemimizde değildi ve çok daha farklı durumdaydık. Onun için bu tarihi yanılgı. Hâlâ buna inananlar var.

AHMET BÖKEN: Bu bağlamda son bir BDP milletvekilinin sözleri var ama, siz siyasete girmediğiniz için bununla ilgili bir şey söylemeyeceğim. Sadece bu türlü olaylar, müzakere zeminini kolaylaştırıyor mu, daha mı zorlaştırıyor?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bunlar her şeyi zorlaştırır, açık söyleyeyim.

SERDAR KUZULOĞLU: Ben uzaktan Cumhurbaşkanlığı’nın bu kadar yoğun temaslarla geçen bir süreç olduğunu bilmiyordum. Bize paylaşır mısınız, genel anlamda nasıl geçiyor Cumhurbaşkanlığı hayatınız?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Doğrusu benim siyasetteki hayatım da böyle geçti. Devlet hayatımdaki Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı uzun dönem ve şimdi Cumhurbaşkanlığı hayatım da böyle geçiyor. Gerek Dışişleri Bakanı gerek şimdi Cumhurbaşkanı olarak dışarı yaptığımız ziyaretleri bazıları gezi falan zanneder. Bunlar inanılmaz yoran şeylerdir. Öyle ki, dünyanın en iyi otellerine gidersiniz ama, uykunuzu almadan otelden çıkarsınız. En iyi şehirlerine gidersiniz ama, oraları hiç görmeden, toplantıdan toplantıya böyle geçer hayatınız ve uçakta geçer hep zamınınız. Mesela Chicago’da tabii çok daha yoğundu. Sabah saat 08.00’de başlıyor ki, Ankara’da açıkçası 08.00’de başlamayız. 08.00’de başlıyorduk, gece saat 01.00’e kadar, toplantı toplantı, görüşme, konuşma konuşma. Çünkü birçok Devlet Başkanı gelmiş, böyle bir fırsat olmaz, hepsiyle bir araya geleceksiniz. Tabii yapacağınız konuşmalar, yaptığınız konuşmaların hepsi içi dolu ve hepsi çok sorumluluk içeren konuşmalar yapıyorsunuz, ülkenizin geleceği, hatta dünyayı bağlayıcı laflar söylüyorsunuz. Bütün bunlara tabii hazırlık gerekiyor. O açıdan yoğun oluyor programımız. Evvelsi gün akşam, gece saat 01.30’da odaya gittiğimizde, Özel Kalem Müdürüm, “Bugün 10 tane aktivite yaptık” dedi. En rahat günlerimizden biriydi San Francisco’da açıkçası. Dün yine öyleydi. Bugün yani işte bunlar rahat programlar olmuş oluyor açıkçası. Böyle yani bir sorumluluk alıyorsanız, onun gereğini yapacaksınız.

SERDAR KUZULOĞLU: Peki, ben bu seyahatteki bir gözlemimi daha paylaşmak istiyorum. Bu size has bir şey değil, makamınıza has bir şey. Çok kalabalıksınız. Etrafınızda yani minimum, 30-40 kişilik korumalar, yardımcılar vs. böyle tek başınıza bir yürümek bir hava almak gibi ihtiyaçlarınız olmuyor mu?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bu işin en zor tarafı bu işte. Tabii ki ekibiniz var, bu ekibiniz sadece korumalar değil. Ve gittiğiniz ülkede bizim kendi korumalarımız olduğu gibi misafir ülkenin korumaları var. Nihayetinde sorumluluk onlara ait olduğu için, onların tabi ki koruma ekibi var. Dolayısıyla her ikisinin iyi geçinmesi gerekiyor ve bir kalabalık oluyor. Böyle bir ortam içerisinde eğer vaktiniz olur da bugün belki birazcık vaktimiz olabilir, gördüğüm kadarıyla öğleden sonra. Şöyle bir şehri de gezelim, görelim derseniz, bazen kalabalık olunca doğrusu insan sıkılıyor, yapacak bir şey yok. Ama San Francisco’da doğrusu şöyle çok hoşuma gitti: Çok ilginç, geldiğimiz günden beri işte konvoyumuz geçiyor, bütün yolları kapatıyorlar gördüğünüz gibi. Etrafımıza neredeyse 25-30 tane motosikletli falan, insanlar da yolların kenarlarından hep çekiniyorlar. Herkes de büyük bir memnuniyet içerisinde. Yani bir telaş görmüyorum. Hiçbir yerde bu kadar görmedim doğrusu.

SERDAR KUZULOĞLU: Bir de çok eğleniyorlar, bizim konvoyu seyrederken.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Görmedim ve baktım herkes sanki herkes memnun. Hani bayramlarda gördüğümüz gibi kalabalıklar. Herkesin elinde bir telefon, fotoğraf makinesi, herkes fotoğraf çekiyor, herkes el sallıyor. Yani neşeli bir ortam var. Bazen yol falan kapanırsa gittiğimiz yerde insan sıkılıyor tabii ki. Nihayetinde insanları durduruyorsunuz. Sıkılıyorsunuz. Ben hemen acele edeyim, fazla bekletmeyeyim falan derim. Burada ama baktım çok farklı. Yani insanlar, yol kesiliyor, yolda birikiyor bekliyorlar. Bir de size el sallıyorlar. Yani çok ilginç gerçekten, kornaya basan falan yok.

AHMET BÖKEN: Efendim, madem sizinle ilgili sorular bölümüne geldik, ben de müsaade ederseniz bir soru sormak istiyorum. Açıkçası hemen herkes sizinle ilgili bir kariyer planlaması yapıyor, Sayın Cumhurbaşkanım. Yani Cumhurbaşkanısınız ama, herkes bundan sonra Abdullah Gül ne yapacak, diye merak ediyor.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bana kalsın, ne yapacağım.

AHMET BÖKEN. Efendim BM Genel Sekreterliğine aday gösteriliyorsunuz. Şimdi NATO alternatifi çıktı. Siz bir kariyer planlaması yapıyor musunuz? Yani siz düşünüyor musunuz, Cumhurbaşkanlığı’ndan sonra için efendim?

SERDAR KUZULOĞLU: Seçeneğiniz bol

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Yok doğrusu ben onları hiç düşünmüyorum, hiç aklımdan da geçmiyor açıkçası. Ben şimdi yaptığım işi güzel layıkıyla yapayım, alnımızın akıyla, işimizi görevimizi bitirelim. Onun içindeyim şimdilik.

AHMET BÖKEN: Bu görev süresiyle ilgili bir şey düşünüyor musunuz Sayın Cumhurbaşkanım, gündeminizde öyle bir şey yok mu?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Yok inanın ki, en ufak bir şekilde, ne zihnimde ne aklımda yok yani, benim dışımdaki işler onlar.

SERDAR KUZULOĞLU: Peki bu sizin Stanford Üniversitesi’nde, Amerika Dışişleri eski Bakanı Condoleeza Rice ile sohbetinizde ve öncesinde konuşmanızda da atfettiğiniz bir konu vardı. Bu, Ortadoğu’daki baskıcı rejimler ve bu rejimlerin değişimi sürecindeki aslında teknolojik araçların yadsınamaz rolü. Şimdi teknolojinin, yani yeni medya dediğimiz, sosyal medya dediğimiz bu araçların kullanıcı tarafındaki etkileri ortada. Siyasi liderleri bilgilendirme, yönlendirme ya da halkın nabzını tutma yolunda işlevini görüyor mu acaba, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Dünyayı değiştiren diyorum hep, hayatımızı değiştiren teknolojiler buradan çıktı, diyorum. Gittiğim her yerde bunu konuştum. Yani gerek işte Apple’ın, orada Ceo’su Cook vardı gerek Sergei gerekse işte bugünkü Jack falan, hepsi onlarla yaptığım konuşmalarda şunu söyledim: “Ya siz farkında mısınız siyasi transformasyonlarda, değişikliklerde, en büyük katkı sizin” dedim. Yani farkında olmamaları tabii ki mümkün değil. Ama öyle oldu ki, Twitter, Facebook, Ipad, telefonlar; bütün bunlar dünyayı şeffaf hale getirdi. İnsanlar artık dünyanın öbür köşesinde ne oluyor ne bitiyor, bunu anında takip ediyorlar. Şimdi Suriye’deki, Tunus’taki, Mısır’daki genç İstanbul’da ne oluyor, Londra’da ne var, Paris’te ne oluyor, bunları hep anında gördüğü, bildiği yaşadığı için, ondan sonra başlıyor kendi yönetimini sorgulamaya. Bir dakika diyor ya burada ne oluyor diyor. Oralarda bu kadar hürriyet, özgürlük varken, burada bu kadar baskı, burada bu kadar kısıtlama olamaz diyor. Ve gerçekten dolaylı olarak dünyayı değiştiren aslında enformasyon teknolojisidir; demokrasinin yayılmasına en çok hizmet eden, diktatörlüklerin yok olmasının en büyük aslında silahı budur. Yani o tanklar, tüfekler, ordular veyahut da verilen siyasi destekler değil, esas güç bu güçtür. Bu enformasyon teknolojisinin gücü vermiştir. Korku duvarlarını böyle yıkmıştır insanlar. Bana Apple’ın Ceosu Cook, ben bunları anlatınca dedi ki, biliyor musunuz dedi, Arap Baharı olurken Kahire’de falan Iphone satışları pick yaptı, müthiş bir artış oldu dedi. Çünkü herkes olup biteni anında takip edebiliyor. O açıdan önemli, yani burası önemli. O açıdan herkesin kusuru gözükebiliyor artık. Yani üstünüzde bir leke varsa nasıl gözüküyorsa, bir ülkenin de bir kusuru varsa, yanlışı varsa gözüküyor. Her tarafta gözüküyor. Onun için benim ta eskiden beri konuştuğum, 2003 yılından beri İslam dünyasıyla ilgili yaptığım analizlerde, liderlerle herkesle paylaştığım ve kendi ülkemiz için de doğrusu, reform süreci olarak sık sık dillendirdiğim şey, hepimizin kendi evimizi düzene koyması. Kendi evinizin içerisinde yakışmayan bir şey varsa, onu atıp onun yenisini koymak. Her şeyi tertemiz yapmak, sorunlu alanları temizlemek. Bu da nasıl olacak? Hukukun daha çok üstün olduğu, hürriyetlerin özgürlüklerin daha geniş olduğu bir sistem. Hak ve hukuk, hesap verebilirlik, şeffaflık, bütün bunlardır yani. Eşitlik, adalet en önemli şey. Kusurlarımız yok mu? Bizim de kusurlarımız var. O konferansta da söyledim. Türkiye’de biz çok iyi şeyler yapıyoruz, inanılmaz Türkiye’yi değiştirdik. Ama biz şunun da farkındayız ki: Hâlâ yapacaklarımız var. Hâlâ değiştirmemiz gereken, düzeltmemiz gereken noksanlarımız var. İşte bunun farkında olursanız, o zaman gelecek daha parlak demektir.

SERDAR KUZULOĞLU: Sayın Cumhurbaşkanım, bu anahtar kelimelerden yola çıkarak hani şeffaflık, hesap verilebilirlikden girince, Arap Baharında da örneklerini gördüğümüz, devletin internet üstünde kontrol sağlama çalışmasının başarısız olması; sizin için gelen soruların önemli bir bölümünde, programımızdan da kaynaklanan formatından, Türkiye’deki kimilerine göre işte internet filtresi, internet sansürü gibi yaklaşımlar var. Bu biraz körün fili tarifi gibi oluyor. Yani devletin açıklaması farklı, kullanıcıların farklı. Siz nasıl görüyorsunuz, bu kadar internet teknolojilerini kullanan bir Başkan olarak, şu anki çalışmaları nasıl yorumluyorsunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şöyle, şimdi bu tip tartışmalar hangi açıdan bakarsanız öyledir. Önemli olan önce tartışma ortamının olması ve düşüncelerinizi ifade edebilmek için bir engelin olmaması. Ben bu konularda gördüğüm kadarıyla bir problemimiz yok. Şimdi bu filtre konusu, dediğim gibi, hangi açıdan bakarsanız onu haklı gösterirsiniz. Ama şu anda Türkiye’de siz herhangi bir engelleme herhangi bir ayıklama herhangi bir filtre olmadan ben her şeye erişmek istiyorum dediğinizde, buna engel bir unsur var mı? Yok. Şimdi temel olan şey bu. Bu olduktan sonra tabii ki toplumun bazı parçalarının çeşitli kaygıları da var. Tabii ki internet çok güzel, iyi bir şey. Tabii ki işte Facebook çok iyi bir şey. Ama bunu eleştirmeye başladığımızda, eleştirilecek de çok şey var, öyle değil mi yani? Mesela ben Facebook için söyledim, bütün mahremiyet duygusunu yok ediyor. Hiçbir özellik, hususiyet, sır kalmıyor. Özellikle de mahremiyet duygusu dediğim şey, öyle oluyor ki yeni nesiller tamamen böyle bir anlayıştan uzak hale geliyor falan. Şimdi bunlar da doğrusu kaygılardır. Ama bu kaygılar var diye kapatalım mı? Hayır öyle değil. Şimdi esas tabii ki temel mesele internet, yani ulaşım şeyleri. Niçin böyle bir tedbir isteyenler için alternatif filtreden geçmiş bir internet hattı meselesi niçin ortaya çıktı? Ben de bunu duyduğumda, bu konuyla ilgili yetkilileri Cumhurbaşkanlığı’na çağırdım ve onlara sordum. Bana öyle analizler ortaya koydular ki, yani Türkiye’de internet kullanıcıları en çok hangi sayfalara hatta hangi kurumlara giriyorlar, hangi saatlerde giriyorlar, şok edici sayfalara girenlerin sayısı ne kadar? Annelerin babaların feryatları ne kadar? Çocukların hiç ulaşmaması gereken sayfalara ulaşma oranları ne kadar? Ve tekrar söylüyorum, dikkat edilmemiş olabilir, kamu kurumlarında, hele hele bazı kamu kurumlarında girdikleri sayfalara, bütün bunlara bak, -kamu kurumu diyorum ben size- hangi saatlerde en çok girilmiş? Gece saatlerinde değil ama, çalışma saatlerinde ne kadar girilmiş? Şimdi bunun analizleri bilimsel şekilde, ciddi ciddi, uzun uzun hep yapılmış. Bana bu bilgiler verildiğinde ben doğrusu haklı buldum. Yani böyle bir alternatifin sunulması.. Bu bir alternatif ama, eğer demin birincide söylediğim gibi, “Ben kardeşim senden herhangi bir koruma istemiyorum, ben senden herhangi bir şekilde bu tip tedbirleri almanı istemiyorum. Ben istediğim yere istediğim anda ulaşmak istiyorum” diyenin kısıtlaması var mı yok mu? Kısıtlaması varsa, o zaman bu çok yanlış olur. Bu olmadıktan sonra alternatif şeyler sunulabiliyorsa o doğru. Tabii ki bunlar nasıl olmalı, kim yapmalı, ne etmeli, bunlar çok tartışılan konular. Tartışılıyor. Hangisini dinlersen, hepsinin de bir haklılığı vardır. Önemli olan bunları tartışabilmektir. Orada işte, şöyle olsa daha iyi olur, böyle olsa daha iyi olur, o ayrı bir konu.

AHMET BÖKEN: Sayın Cumhurbaşkanım, az önce bahsettiğiniz o Arap Baharı bağlamında burada da çeşitli toplantılara katıldınız. Hem NATO toplantısında hem özel görüşmelerinizde, bu Arap Baharı nedense Suriye örneğinde bir şekilde başarılı olamadı. Veya Suriye’deki acı bir şekilde devam ediyor. Hangi noktada Sayın Cumhurbaşkanım, Suriye ile ilgili bir süreç yaşanıyor ama bu süreç nereye varacak, sizin öngörünüze göre?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şimdi başta bu tip olaylar başladıktan sonra, geri dönüşü yoktur, açık söyleyeyim. Ama bu işler ne kadar sancılı, ülkeye maliyeti ne kadar olacak, o ülkenin halkına ne kadar maliyetli neticelenecek ve neticelendikten sonra yeni düzen nasıl olacak? Esas bakılması gereken şey budur.

Bütün bunları doğrusu tahmin ettiğimiz için, ben doğrusu Suriye’de Cumhurbaşkanı Beşir Esad’ın öncülüğünde, onun inisiyatif alarak ülkesini demokratikleştirmesini, ülkesini değişime uğratmasını çok arzu ettim. Bunu çok da konuştuk, biliyorsunuz bir zamanlar çok da görüşüyorduk. Hiç bu olaylar yokken de, görüşme konularımızın en önemli maddeleri bunlardı. Yani ben doğrusu hep bunları anlattım, 2003 yılından beri diyorum size. Çünkü kaçınılmaz. Hele hele Akdeniz gibi dünyanın merkezi sayılan bir yerde, insanların diktatörlükle yönetilmesi artık mümkün değil doğrusu. Maalesef bunu yapamadı, yani Cumhurbaşkanı Esad öncülük edemedi bu işe. Palyatif tedbirlerle, zamana yayarak ben işte Baas rejimini devam ettirebilirim zannetti. Halkın karnı tokuştu artık. Korku duvarları da gitti, o zaman çatışma ortamı çıkıyor. Liderlikte önemli olan, karşınızda bir bataklık görüyorsunuz, o bataklığa girmeden bypass ederek hedefinize ulaşabilmektir. Şimdi bataklığa girilmiş oldu orada. Her tarafta kan akıyor, her tarafta. Nihayetinde bütün bunların hepsi, Suriye’nin çocukları, öyle değil mi? Geri dönüşü yok açıkçası.

SERDAR KUZULOĞLU: Nasıl bir süreç bekliyorsunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Burada benim uluslararası camiaya en çok söylediğim şey şu: Şimdi bir ara dönem, bir ara formül bulunmuş oldu. Bu da nedir? İşte BM’nin öncülüğünde eski genel sekreter Koffi Annan, gitti, bir plan hazırladı ve bu plan kabul edildi. 6 maddesi var bu planın. İşte ateşkes olacak, bütün tanklar, toplar şehirlerden çekilecek. Ateşkese herkes, muhalefette tabii riayet edecek. Ondan sonra herkesin serbestçe politik aktivitesini, faaliyetini gösterebileceği bir ortam çıkacak. Herkesin iradesini yansıtabileceği bir ortam çıkacak. Bu aslında daha az maliyetli bir şekilde değişim mekanizmasıdır. Keşke böyle olsa. Ama bunun olması için, bu altı maddenin hepsinin uygulanması gerekir. “Sadece muhalifler ateşi kessin, ondan sonra rejim aynı programını, ajandasını uygulamaya devam etsin” derseniz, ondan sonra tekrar patlak verir. Korkumuz bir iç savaş, korkumuz bir iç bölünme, bunlar olmasın Suriye’de. Bizim tek arzumuz, Suriye’nin kendi halkıyla barışık, komşularıyla barışık, zengin bir ülke olması.

SERDAR KUZULOĞLU: Sayın Cumhurbaşkanım, kısa kısa iki izleyici sorusunu yönelteyim size. Mehmet Cenik demiş ki, “Bunaldım, bırakıyorum dediği oldu mu?”

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Bunaldım, bırakıyorum, böyle bir şey. Hiç böyle bir düşüncem hiç olmadı, böyle bir noktaya gelmedim. Ama çok zor dönemler geçti. Açıkçası biz hükümet olduğumuz zaman, yani 2002 seçimlerinden sonra öyle olmuştur ki, sabaha kadar uyuyamadığımız, çok zor anlar yaşamışızdır doğrusu, çok. Ama daima açıkçası kararlı oldum ben.

SERDAR KUZULOĞLU: Peki bir yandan bizim buradaki temaslarımızda oğlunuz da bizimle beraber. Demin Facebook konusunu açtığınızda, aklıma geldi sorayım dedim. Teknoloji kullanımı, kullanan-kullanmayan anne-baba, ebeveyn ile çocuk arasında ya da kullansa bile bir uçurum yaratıyor mu? Sanki yeni nesil bir kuşak çatışması, kuşak farkı doğuyor gibi. Ne düşünüyorsunuz?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Yani olabilir tabii. Birçok yerde bu olabilir. Muhakkak ki, hâlâ yabancı, uzak kalanlar var. Ama bizim aile açısından soruyorsan, böyle değil doğrusu. Hepimiz de uzaktan yakından işin içindeyiz.

SERDAR KUZULOĞLU: Peki birbiriyle bağlantılı iki soru sormak istiyorum. Şimdi demin de bahsettiğim gibi çok ciddi bir genç nüfusumuz var. Ve işsizlik, düşmekle beraber, hâlâ çok sayıda insanın çok büyük bir sorunu. Bununla ilgili nasıl bir açılım, gençler için nasıl bir iş fırsatı yaratılabilir? Bir de bununla bağlantılı olarak okul döneminde burada da aşağı yukarı bütün teknoloji firmalarında lafı geçti, Fatih Projesi var. Öğrencilerin teknoloji cihazlarıyla donatılması, bu süreç hakkında biraz bilgilendirir misiniz, çok merak eden var.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: İyi bir konuyu açtınız. Aslında internetin ve bu teknoloji şirketlerinin, hepsinin, eğitimde çok büyük hizmetleri olabilir. Yani eğitim konusunda. Eskiden İbrahim Tatlıses, “Oxford var da biz mi gitmedik” demişti değil mi? Ve bu laf herkesin ağzında böyle güzel bir gerekçe olmuştu. Şimdi Oxford var, her yerde Stanford var, her yerde MIT var, her yerde Hardward var, yeter ki şimdi bunu kullanmayı bilsin insanlar. İşte Stanford’da Rektör anlattı bana. Bu şirketlerde anlattılar, Apple’da, Google’da falan, hepsinde anlattılar. Şimdi Stanford’da dünyanın en iyi profesörü dersi verirken, videoya alıyorlar, ondan sonra onu internete koyuyorlar, serbest, parasız. Türkiye’deki İTÜ’deki bir öğrenci de, Kayseri’deki bir üniversitedeki bir öğrenci de veya sıradan birisi de hatta artık işte üniversiteye hiç gitmeden üniversite diploması almış gibi bilgi sahibi de olabilir. Onu dinleyebiliyor, takip edebiliyor. Ve düzgün bir şekilde bütün o dersleri internet üzerinden takip edebiliyor, öğrenebiliyor. Hatta bunun bazı başka programlar var, onlar imtihan da yapıyorlar seni. Hatta sonunda bir belki üniversite diploması değil ama, bir sertifika da veriyorlar falan. Dolayısıyla insanın eğitimi çok önemli. Şimdi hatırlattığınız için, burada bunu da bu bahiste söylemek isterim, en çok duyduğum ve hoşuma giden kelimelerden biri şu oldu: İngilizcedeki empower. Yani kişiyi, bireyi güçlü empower yapmak istiyoruz. Müthiş bir şey. Yani biz bütün nesillerin, bütün gençliğin, mektebi, işi gücü ne olursa olsun, güçlü olmasını istiyoruz. Güçlü olmak için de bilgili olmak gerekiyor. Şimdi adeta telefonu şarja sokmak gibi, insanları da şarja sokar gibi, bilgiyi aktarabiliyorsun internet üzerinde. Her türlü bilgiye ulaşım var. “Bizim memlekette kütüphane yok ki, kardeşim, ne yapayım şu kaynağa ulaşamıyorum” diyecek bir hal yok şimdi. Eğer iyi bir şekilde işte interneti kullanıyorsan, o kapasiten varsa, dünyanın en iyi kütüphanesine gidiyorsun, dünyanın en iyi kütüphanesindeki istediğin kitabı açıyorsun, okuyorsun, değil mi? Şimdi o açıdan eğitim açısından bunu iyi anlatmamız lazım. Biz bütün bu işte teknolojileri, eğer sadece gün geçirmek, dedikodu etmek, yani burada biraz sosyal medya tarafını nasıl kullanıyoruz veya sosyal medyayı nasıl tarif ediyoruz, ona bağlı. Eğer eskiden, kahvede, kıraathanede sohbetler edilirdi. Şimdi biz eğer sosyal medyayı aynı onun başka bir versiyonu gibi görürsek, bu biraz da vakit kaybı olur. Facebook’u işte öyle görürseniz, karşısına geçip de dedikoduların yapıldığı bir yer haline döner açıkçası. Bunu tehlikeli gördüm. Şimdi bu televizyon gibi bir şey. Gelişmişlikte televizyon sayısı eskiden istatistiklerde geçerdi. Şimdi televizyon karşısında ne kadar çok saat harcıyorsa bir toplum, o kadar çok az gelişmiş toplum haline geliyor değil mi? Şimdi bunlar, bu söylediklerim aslında yeni şeyler de değil. Buna şöyle bir örnek de veririm: Silah, bıçak. İşte bıçağı iyi kullanırsan işe yarar. Silahı iyi kullanırsan, işe yarar savunur, kötü kullanırsan cinayetler işlersin. Bu da öyle. Sosyal medya dediğimiz bu aletler de, bu teknoloji şirketlerinin bize sunduğu imkanlar da böyle. Bunların karşısında aynı silahın ve bıçağın cinayet aracı olduğu gibi işler de yapabilir bunlar, tam tersine size en büyük hizmeti de yapabilir. Şimdi biz gençliği, yeni neslimizi bunların en iyi işlev yapacağı şekilde kullanmaya alıştırmamız lazım, o yönde sevk etmemiz lazım. Bunların başında eğitim geliyor. Bu bağlamda işte Fatih Projesi de, bunun üzerinde birçok tartışmalar da tabii hep gidiyor. Burada gördüğüm şey şu oldu: Apple’de, Google’da, Microsoft’ta, İntel’de, yönetimleri geldi, onlarla hep konuştum, bütün üst yönetimiyle. Hepsi, bu Projeyi yakından takip ediyorlar. Çünkü büyük proje. Yani tam rakamı da ortaya çıkmadı, bildiğim kadarıyla. Altı milyardan on milyar, ta onbeş milyar dolarlara giden büyük bir proje. Hepsi de çok yakından takip ediyorlar, hazırlık yapıyorlar, bu projede rol almak için. Ben de hepsine şunu söyledim. Bunu sadece Türkiye için düşünmeyin, aslında bu bütün çevre için, Türkiye nüfusunun daha büyük bir nüfusa hitap edecek gibi olabilir. Bizden alabilirler, bunu Türkiye açısından da şöyle diyorum, bunun bir mal ticareti gibi olmaması lazım. Bu vesileyle o zaman Türkiye’deki teknoloji şirketlerinin gelişmesi, oluşması, yeni bir kültürün, teknoloji kültürünün oluşması, yeni iş alanlarının açılması, kabiliyetli gençlerin bu şekilde değerlendirilmesinin bir ortamı olursa bize kazanç getirir. Yoksa bir şey ithal ediyor gibi, tablet ithal eder gibi bir hale düşersek, doğrusu bize bir yük olmuş olur. Açıkçası büyük bir kayıp olur.

Ama memnuniyetle ifade ederim ki hükümet, bu işten sorumlu, -benimle beraberdi- Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı, TÜBİTAK, bunun hep farkındalar. Dolayısıyla bütün programlarını hep bu şekilde yapıyorlar. Ve inşallah çok büyük katkısı olacak Türkiye’ye.

AHMET BÖKEN. Efendim Serdar Bey sizi sürekli global projeksiyonlara doğru çekiyor. Ben ise sizi…

SERDAR KUZULOĞLU: Ben anladım gelecek şeyi, çok kısa bir şey sorayım, sonra size bırakacağım. Google ile görüşürken, bu vergi meseleleri, Youtube erişim engellenmesi falan gündeme geldi mi? Salih Memecan’ın o konuda çok güzel bir karikatürü vardı, görme fırsatınız oldu mu? Gündeme geldi mi o konular?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Gelmedi. Yani açarlarsa diye tabii ki arkadaşlar beni brif etmişlerdi son duruma ilgili. Ama hiç açmadılar. Yani şikayet olmadı.

AHMET BÖKEN: Demek ki çok büyük bir sorun yok, gördüğünüz gibi.

SERDAR KUZULOĞLU: Geçmiş olsun.

AHMET BÖKEN: Tekrar biz Türkiye’nin gündemine şimdi biz bu özellikle hükümet yetkilileriyle bir araya geldiğimizde bir soru bombardımanına tutuluyoruz. Siz hükümet yetkilisi değilsiniz, siz devleti yöneten kişisiniz ama o sorular size de yöneltiliyor. Özellikle Başkomutan olmanızdan dolayı diyerek gelen sorular var. Astsubayların yaşadığı sıkıntılar var. Mesela öğretmenlerin atanmasıyla ilgili sıkıntılar var. Emeklilerin almak istedikleri kademelerle ilgili sorunları var. Bu türlü meselelere birebir olarak eğiliyor musunuz? Bunlarla ilgili şikâyetler muhtemelen size de geliyor.

SERDAR KUZULOĞLU: Binlerce de mesaj alıyoruz.

AHMET BÖKEN: Çünkü duyarsız kalırsak insanlar için de…

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şöyle: Tabii ki Ben de bunları hükümete iletiyorum, çünkü nihayetinde icra makamı hükümete iletiyorum. Tabii ki bir Cumhurbaşkanının söylediği şeyi de daima dikkate alırlar. Herkes farkında bunların. Bunlar nihayetinde imkân meselesi. İstenmez mi, bütün herkesin, öğretmenlerin bütün beklentilerini karşılamak, etmek? Ama nihayetinde yönetici olduğunuzda, o dengeyi korumanız gerekir. Bugün işte memur maaşlarına yapılacak artışla ilgili olarak bir ülkeyi yöneten bir hükümet istemez mi,onlara en büyük zammı vermek? Eğer veremiyorsa, tabii bir hesap yapması, kitap yapması lazım ki sonunda gelecek doğru olsun. Şu çok önemli devlet idaresinde, popülist olmamak, doğruyu yapmak, bu çok önemli. Popülist olanlar, işte bugün Yunanistan’da gördüğümüz gibi oluyor veya başka Avrupa ülkelerinde gördüğümüz gibi oluyor. Son on senedir Türkiye hep uzun vadeli başarılar peşinde, kısa vadeli popülist değil ve böyle olunca da topyekun her şey iyileşince de herkes payını alıyor, öğretmen de alıyor, polis de alıyor, herkes alıyor. Astsubaylarla ilgili çeşitli konular, son günlerde özellikle çok gündeme geliyor ama, şunu da bilmelerini isterim: Genelkurmay Başkanımız sık sık bana bu konularla ilgili bilgi veriyor. Belki de hiçbir dönemde olmadığı kadar, Genelkurmay Başkanlığı astsubaylarla çok yakın ilgileniyor. Bunu biliyorum. Geçen bana bir not verdiler, yani ne kadar onların işine titizlenmek gerektiği konusunda kendileri farkında. Doğrusu birçok iyileştirmeler yaptılar. Biliyorsunuz, eskiden öyle ki orduevinde bile öyle ayrımlar vardı. Subayların arasında bile, astsubay, üstsubay, öyle ayrımlar vardı. Bütün bunları kaldırdılar. Yani çok köklü şeyler yapıyorlar, bunlar hiç gündeme gelmiyor. Muhakkak ki takip ediyorum. Çünkü soruyorum ben, “Nedir bakın, böyle şeyler var” diyorum. Ondan sonra onlar da bana hep bilgi veriyorlar. Ama yani gerçekten Genelkurmay Başkanı gayet yakın ilgileniyor. Ve birçok makul taleplerini hep gideriyorlar, idari olarak kendilerinin yapabileceklerini gideriyorlar. Ama bazıları var ki, işte bu maaşlarla ilgili konular, onlar da doğrusu bütün ülkenin gerçekleri çerçevesi içerisinde, kime ne kadar kademe verilir, kim ne kadar arttırılır, bunlar nihayetinde genel politikaların bir parçası olur.

AHMET BÖKEN: Efendim, yine sizi bulmuşken ben bir soru daha sorayım, ondan sonra çekiliyorum. O da şudur: Bu Uludere meselesi, çok elim bir olay olarak tarihimize yazıldı. Ondan sonra bir yargı süreci, çeşitli açıklamalar oldu, yargı süreci başlatıldı. Tabii bu arada Walt Street Journal’dan -ki bir de not düşmek lazım News Corp bir süre önce Murdoch Wall Street Journal’ı satın aldı- orada bir haber çıktı ve sinirler tekrar gerildi. Üslupla ilgili bir tartışma var, devletin söyleyeceği sözle ilgili bir tartışma var. Siz de devlet başkanısınız. Bu konuda üslup ve devletin yaklaşımı nedir, Sayın Cumhurbaşkanım?

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Şimdi ben birkaç açıklama yaptım, bu konuyla ilgili. Hepsini tekrarlarsam belki çok anlaşılır. Ama buna da gerek yani mümkün değil burada. Baştan şunun bilinmesini isterim ki: Bu olay gerçekten hepimizi derinden üzmüştür, yaralamıştır, sivil ve asker. Bunun, işin gerçeğini öğrendiğimiz andan itibaren, çok derinden hep beraber, hepimiz çok derinden üzüldük. Yani bunu, bütün halkımızın, özellikle yöredeki vatandaşlarımın çok iyi bilmesini isterim. Tamamen elde olmayan, tamamen çok büyük bir yanlışlık, hata maalesef burada gerçekleşti. Ama hepimizi çok derinden üzmüştür. O bakımdan bütün vatandaşlarımızın hepsini, kendimizi onların yerine koyduğumuzda, kendi aile bireylerimizin aynı şekilde böyle bir şeye maruz kaldığını düşündüğümüzde ne kadar bunun acısını, ızdırabını çekmemiz gerekirse, o acıyı, ızdırabı hepimiz doğrusu hissediyoruz. O bakımdan bu acıyı gidermek için ne gerekirse de, devletimizin, elinden gelen her şeyi muhakkak ki yapması gerekir. Önce dediğim gibi, çok samimi duygularla bu acının hissedilmesi çok önemli.

İkincisi de, tabii ki evet tamam, böyle bir acı hissediliyor ama, peki ne oldu? Bununla ilgili çok açık ve dürüst, hiçbir şey karartılmadan, bunun, soruşturmasının yapılmasıdır. Bu konuda da bütün talimatlar hep verilmiştir ve bununla ilgili de soruşturmalar, hepsi titizlikle yapılmaktadır. Ve bildiğiniz gibi, Meclis’teki İnsan Hakları Komisyonu da, bütün bunları artık takip etmeli. Hiçbir şey duvarların arkasında yapılmamaktadır. Hem askeri hem sivil kanatlar, en gizli belgeler neyse, en gizli kayıtlar neyse, bütün bunlar da bu soruşturmaları yapanlara hep teslim edilmiştir. Şimdi bütün bunların bilinmesini isterim. Söylediğiniz doğru ama, hissiyatımızın en iyi şekilde yansıyabilmesi için, hissiyatımız dilimize, yüzümüze vurmalı muhakkak, ki bunu karşıdaki vatandaşlarımızın anlayabilsin ve en azından acılarının birazcık dinmesine yardımcı olabilelim.

SERDAR KUZULOĞLU: Sayın Cumhurbaşkanım, ben dahil, eminim ekran başındaki izleyicilerimizin hiçbiri size doyamadı. Ama medyanın, geleneksel medyanın zaman kısıtlamaları, bize bu kadarına izin verdi. Biz 89. bölümümüzü gerçekleştirdik, San Francisco’da.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Burası da biliyorsunuz, başında da söyledim gerçi ama, bu çekimi yaptığımız yer de bir Türk girişimcisinin doğrusu bir mekanı. Bunun da kendi içinde ayrı bir başarı olduğunu öğrendim, bundan da büyük memnuniyet duydum gerçekten. Silikon Vadisi’nde ve en hızlı, büyüyen, en gelişen, dikkati çeken bir kurum olarak gördüm burayı. Ve bunu işte demin misal verdiğim Türklerden biri olarak görmek de çok güzel.

AHMET BÖKEN: Sayın Cumhurbaşkanım, biz sizi çok böyle modern bir stüdyoda, buradaki stüdyolarla anlaşarak ağırlayabilirdik. Ama arkadaşlar, böyle bir anlam oluşsun diye, böyle bir yer hazırladı.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Hayır bakın modern stüdyo değil, buranın anlayışı modernlik değil. Garajda, bu bütün işte Apple’lar, Google’lar garajlarda hep ortaya çıkmış ve uzun süre öyle. Mesela Facebook hâlâ dün işte gezdirdiler, bir garaj izlenimi veriyor, öyle dekore etmişler. O bakımdan harika.

SERDAR KUZULOĞLU: Biz 89. bölümümüzü yapıyorduk, 89 haftadır hiç değişmeyen bir ayrıntıyı sizlerle paylaşmak istiyorum müsaadenizle. Her konuğumuz diyor ki, iki saat ne konuşacağız? Sayın Cumhurbaşkanımız da dedi, 2 saat ne konuşacağız ama, 2 saatimizi de doldurduk.

SAYIN CUMHURBAŞKANI: Öyle mi? Valla farkına varmadım.

SERDAR KUZULOĞLU: Ben çok teşekkür ediyorum. Benim için çok sevindirici ve gurur verici bir yayın oldu. Eminim ekran başındaki izleyicilerimiz için de bilgilendirici olmuştur. Aşağı-yukarı her konuya, her gündeme değinmeye çalıştık. Sosyal Medya bu hafta San Francisco’dan yayınını canlı olarak gerçekleştirdi. En başta Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül ve Genel Yayın Yönetmeniz Ahmet Böken’e teşekkürlerimizi iletiyorum. Ekran başında sizlere ve mesaj yollayan herkese teşekkürlerimizi iletiyoruz.

AHMET BÖKEN. Çok teşekkür ederiz efendim.

Yazdır Paylaş Yukarı