Değerli Konuklar, Kemal Bey'in (Derviş) değerli dostları ve ailesi. Öncelikle hepinize sevgilerimi sunuyorum. Bu toplantıyı düzenlediğiniz ve beni de davet ettiğiniz için Sabancı Üniversitesi'ne ve İstanbul Politikalar Merkezi'ne çok teşekkür ediyorum.
Ben de doğrusu hafta sonu kendi notlarımdan neler söyleyebilirim diye şunları çıkardım. Öncelikle, Türkiye için olağanüstü bir dönemde olağanüstü hizmetleri olan bir şahsiyete göstermiş olduğunuz kadirşinaslık için gerçekten teşekkür ediyorum. Çünkü bu konuda Türkiye'de büyük bir ihmal olduğunu biliyorum. Ben de bu olağanüstü hizmetlerin Türkiye için ne kadar değerli olduğunu bilen bir eski cumhurbaşkanı olarak bizzat gelip burada bulunmak istedim. Fuat Bey’e (Keyman) teşekkür ederim; beni davet edince çok onur duydum ve fikirlerimi bu konuda paylaşmak istedim.
Ben kendisini Şubat Krizi'nde tanıdım, yani 2001 yılında. O zaman ben muhalefette milletvekiliydim ve Türkiye büyük bir krizin içerisine girmişti. O günden sonra da ilişkilerimiz hep saygı ve sevgi içerisinde devam etti. Ne yazık ki Kemal Bey aramızdan çok erken ayrıldı. Hastalığını duyunca, Damla Hanım sağ olsun beni bu konuda bilgilendirdi; çok üzüldüm. Zaman zaman arayıp ona da moral vermiştim. Önemli olan güzel hatıralar bırakmak. Güler Hanım da rektör bey de Kemal Bey'in Sabancı Üniversitesi için neler yaptığını anlattı. Türkiye’nin en seçkin üniversitelerinden biri olan Sabancı Üniversitesi'nin, dünyanın seçkin üniversitelerinden biri haline gelmesi için büyük katkılar sağladı.
Ben de Kemal Bey'in Türkiye için neler yaptığını özetlemek istiyorum. Tabii bunların birçoğunu biliyorsunuz ama bir de benim ağzımdan duymanızı isterim. Ne yazık ki Türk siyasetinin bir alışkanlığı var; seçim kazanmak için popülizm yapılır ve bu da uzun vadede büyük ekonomik krizlerin iklimini oluşturur. Onlarla hepimiz karşılaşırız ve neticede onların maliyetini de hep beraber öderiz. Geçmişten de ders alınmadığı için bu krizler ne yazık ki sık sık tekrarlanır; bir adım ileri bir adım geri gideriz. Aslında Kasım 2000’de ve Şubat 2001’deki krizler kaçınılmaz krizlerdi. O zamana kadar ertelenmiş, ihtiyaç duyulan yapısal reformlar vardı. Kurumlar yapısal olarak, bankacılık ve finans sistemi çökmüştü. Bunların hepsinde köklü değişikliklere gitmek lazımdı. Sistem de Türkiye de o zaman dışarıdan ve içerden gelecek şoklara hazır değildi. Neticede içerideki bir şok, malum siyasi kriz birdenbire her şeyi altüst etti ve her şey kontrolden çıktı. O zaman ne yapılacağı konusunda şaşırmış, büyük bir sarsıntı yaşamıştık. Bunun üzerine dönemin başbakanı rahmetli Bülent Ecevit, Kemal Bey’i davet etti ve ülkenin altüst olmuş ekonomisinin düzeltilmesiyle ilgili ona görev verdi. O da bu zor görevi kabul etti.
Kemal Bey siyasetçi olmadığı için siyasi jargonu kullanmayarak işe başladı. Siyasi motivasyonla hareket etmedi. Misyonunun yapısal meseleler olduğunu biliyordu. Ve bunları yaparken de Devlet Planlama Teşkilatı’nın, Hazine’nin değerli uzmanlarıyla bütünleşip hep birlikte çalıştılar. Güçlü bir ekonomiye geçmek için hatırlarsanız ‘15 günde 15 yasa’ sloganlarıyla halk da biraz motive edilmek istendi o zaman. Aslında 15 günde bu 15 yasa çıkmadı, uzun sürede çıktı ama meselenin aciliyetini, önemini ve kararlılığı gösterme açısından böyle bir slogan vardı. Neticede Merkez Bankası yasası değişti, İhale Yasası değişti, Bankacılık Yasası değişti, Bütçe Değişikliği gibi yasalar o dönem hep değişti. Tabii bunların Meclis’ten geçmesi, yasa haline gelmesi de kolay bir iş değildi. Yoksa bunlar her zaman hazırlanabilir ama bunların geçirilmesi de önemliydi. Bu bakımdan bunu geçirenlerin de hakkını burada vermek gerekir. O zaman çok dağınık bir Meclis yapısı vardı. Çok sayıda parti vardı. Koalisyonda üç parti vardı. Kolay değildi bunları Meclis’ten geçirebilmek. Kısa bir süre içerisinde böyle köklü bir yapısal değişim oldu. Bizler de elimizden geldiği kadar katkı verdik. Bazıları muhalefet etti ama neticede bunları geçirebilmek için de başta başbakan olmak üzere siyasetçilerin önemli rolü oldu. Bilhassa, Hüsamettin Özkan kanun yağma sürecini koordine etti.
Türkiye'nin bağımsız bir Merkez Bankası olması için o zaman Merkez Bankası yasası değişti. Merkez Bankası'nın esas misyonunun, görevinin fiyat istikrarını sağlamak olduğu teyit edildi. Uzun vadede Merkez Bankası’nın bağımsızlığının bu ülkeye neler kazandırdığı sonradan anlaşıldı. İçerideki ve dışarıdaki piyasalar; para politikası bağımsız mı yapılıyor, yoksa talimatla mı yapılıyor, çok iyi bilirler. Ve neticede bunların hepsinin faydasını gördük ve enflasyon da düştü biliyorsunuz. Bankacılık Yasası’nda önemli değişiklikler yapıldı. Bankacılık Yasası’yla kamu ve özel bankalarının mali yapıları güçlendirildi, bilançoları sağlıklı hale getirildi. Öyle oldu ki bazen kamu bankalarına özel görevler verilir. Eğer özel görev verilecekse bunun karşılığını bütçeye koymak şartı getirildi. Bütün bunlar, her şeyin tekrar disipline edilmesini sağlayan düzenlemelerdi. Dünyayı sarsan 2008 krizinde, bizler iktidarda memleketi temsil eden kişiler olarak dışarıda Türk bankacılık sisteminin rasyolarının nasıl iyi olduğunu, nasıl en az sarsıntıyla bu krizi geçirdiğini övünerek hep anlatırdık. Uluslararası tahkim anlaşması da yapılınca, yani kabul edilince büyük bir güven geldi herkese. Piyasaları düzenleyici üst kurullar oluşturuldu. Bütçeye yük olan sektörlerde reformlar yapıldı, yeniden düzenlendi.
Ve tabii İhale Yasası. Avrupa Birliği standartları ve normlarına göre yasa yapıldı. Burada bir hatıramı aktarayım. Meclis’te bizden önce Derviş döneminde bu yasa yapıldı ama bir sene sonra uygulanmak üzere yapıldı. Bir sene sonra ben başbakandım ve kabinede mevcut İhale Yasası'nın süresi uzatılacak mı yoksa hemen yenisini uygulamaya koyalım mı konusu gündeme geldi. Önemli bir konuydu. Şöyle bir tartışmayı hatırlıyorum: Yatırımcı bakanların hepsi, ‘Aman efendim biz bunu bir sene erteleyelim. Çünkü altı ayda yapacağımız şeyi ancak on altı ayda yaparız. Daha işin başındayız, başarılı olmamız gerekir’ diye beyanlarda bulundu. Şunu söyledim: O günkü kabine, bu laftan hoşlanmam ama dindar bilinen insanlardan oluşmuş bir kabineydi. Türkiye’nin en dindar kabinesi olarak biliniyoruz ama ne sizin dindarlığınız ne sağcıların milliyetçiliği ne de solcuların yurtseverliği bizi yanlışlardan ve yolsuzluklardan korumaz. Bizi yanlışlardan, yolsuzluklardan koruyan açık kurallar ve denetimdir. Onun için 'Ben şimdi bunu imzalıyorum,' dedim, 'Siz hepiniz imzalayacaksınız, yürürlüğe girecek. Sonra böyle başlarsak dört sene sonra biz nereye geldik diye şaşırırsınız,' dedim. Sonra bu yasaların başına benden sonra neler geldiğini biliyorsunuz.
Kemal Bey sosyal demokrat bir kişiliğe sahipti. Dolayısıyla iktisadi olarak devlet kalkınma politikalarına çok yoğunlaştı. Piyasaların kendi başına ekonomik parametreler geliştiremeyeceğini bildiği için mutlaka sosyal kalkınma modelleriyle desteklenmesi gerektiğini de biliyordu. Sosyal demokrat kimliğini burada her zaman gösterdi. Kemal Bey’in bir özelliği de şuydu: Türk solundan farklı düşünürdü, küreselleşme ve uluslararası ilişkiler açısından… O, bütün bunları destekleyen ve bunların faydasına inanan bir kişiydi. Şimdi bütün bu zor işleri yaptıktan sonra tabii demokrasinin cilvesi bir erken seçim söz konusu oldu. Ve erken seçimde hükümet seçimi kaybetti. Biz o zaman AK Parti olarak seçimi kazandık.
Şimdi büyük işleri yapan, büyük başarıları ortaya koyan değerli, kıymetli insanların en çok üzüldüğü noktalardan birisi, yaptıklarının daha sonra unutulup, hepsinin bozulmasıdır. Kemal Bey bu konuda şanslıydı. Çünkü hükümeti kurmadan önce Kemal Bey'le beraber güçlü ekonomiye geçiş programını hazırlayan Devlet Planlama Teşkilatı’ndaki bazı arkadaşlarımla, uzmanlarla beraber uzun müddet çalışma içerisinde hükümet olarak nasıl bir program uygulayacağız çalışmasını yapmıştık. Kemal Bey’in ve arkadaşlarının yaptığı bütün bu yapısal reformların hepsini sahiplendik. Bunların hepsinin kıymetini bildik ve hepsini referans olarak aldık. Bize adeta tesviye edilmiş bir arazi kaldı ve biz bu arazi üzerinde binalar yaptık. İlk beş yıl o zaman hazırladığımız Acil Eylem Planında bütün bu reformların derinleşmesine, ince ayarlarının yapılmasına, uzun bir program çerçevesinde bu işleri bilen arkadaşlara yaptık, sadece siyasetçiler olarak değil. Dediğim gibi, bu uzman arkadaşlar daha sonra çok önemli görevlere geldiler, hazine müsteşarı, planlama müsteşarı hep bu görevleri yaptılar ve ilk o beş yılın çalışması boyunca Kemal Bey’in Türkiye’ye kazandırdığı köklü yapısal reformların avantajını kullandık.
Biz bir şeyi daha inşa ettik bu reformların üzerine. Güçlü bir ekonomi ancak güçlü bir demokrasiyle sürdürülebilir. Kararlı bir şekilde demokrasi standartlarını, hukuk standartlarını yükselttik, Avrupa Birliği ile müzakere sürecine başlamak için Kopenhag kriterleri ve Maastricht kriterlerini üstlenip gerekli düzenlemeleri yaptık. Bütün bunları yaparken de güçlü bir ekonominin ancak güçlü bir demokrasiyle sürdürülebileceğine inandığımız için bunları yaptık. Ne zaman ki Avrupa Birliği Komisyonu Türkiye’nin Kopenhag kriterleri ve Maastricht kriterlerini karşılayan düzenlemeleri yaptığını ve Türkiye’nin serbest bir piyasa ekonomisi olduğunu söyledi, biz Brüksel’de müzakerelere başladık. Ondan sonra Türkiye’ye büyük yatırımlar ve direkt yatırım sermayesi (FDİ) olarak girişi sağlanmış oldu. Bütün bunlar; ekonomi, demokrasi ve hukuk, siyasi standartlar el ele giderse, beraber olursa bir ülkeye büyük fayda getireceğini gösteren şeyler. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür; hükümetler, devlet adamları, hepimiz için de bu geçerli. Bir kez daha gördük ki bu geçmişte yaşananlar, o krizler de ne yazık ki unutuldu. Ve neticede bildiğimiz yaşadığımız dönemleri bir kez daha yaşamaya başladık.
Türkiye'de özgürlükçü, Avrupa’daki gibi sosyal demokrat bir partinin noksanlığını Türk siyasi sisteminin noksanlığı olarak her zaman söylemişimdir. Muhafazakâr çizgiden gelen bir insan olarak Türkiye'de böyle bir noksanlık olduğunu hep düşündüm. Kemal Bey işte bu noksanlığı gideren gerçek anlamda sosyal demokrat bir insandı. Ne yazık ki kıymeti bilinmedi. Sadece Amerika değil, Avrupa'da da çok büyük saygı gördüğünü çok yakinen bilen bir insanım. Doğrusu Türkiye için olağanüstü şekilde çalışmıştır. Türkiye'nin çıkarları için ne gerekirse kendisinden ne zaman ne rica etmişsek hepsini büyük bir fedakârlıkla yapmıştır. Buna bizzat şahit olan bir kişiyim. Kemal Bey’in bu sosyal demokrat tavrı bırakın Türkiye'yi, kendi partisinde bile anlaşılmadı. Başörtüsü yasağının yanlış olduğunu, bu konunun bireysel özgürlük olduğunu, bu yasağı savunmanın bir sosyal demokrat akıma, siyasete yakışmayacağını söyledikten sonra Kemal Bey’e ağır tepkiler gösterildi. Kemal Bey tabii o günlerde benim bilmediğim, kendisinin yakından şahit olduğu başka sıkıntıları görünce Türkiye'de siyasete devam etmenin pek anlamlı olmadığını fark etti ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na (UNDP) adaylığının söz konusu olduğunu arkadaşlar bana iletti. Başbakanlığım döneminden BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ı tanıyordum. Kendisine telefon ettim, ‘Kemal Bey bizim adayımız’ dedim. ‘Muhakkak direktör olarak başlamasını istiyoruz’ dedim. Kofi Annan şaşırdı, dedi ki ‘Ama o muhalefette değil mi?’ ‘Bunu ben de biliyorum ama biz de hükümet olarak onu görmek istiyoruz’ dedim. Belki aramama gerek yoktu çünkü kendisi zaten liyakatiyle her kapıyı açacak durumdaydı.
Kendisinin erken vefat etmesi gerçekten büyük bir kayıp. Daha sonra ben yazılarını, makalelerini hep okumaya devam ettim. Sadece Türkiye’yle ilgili değil dünya meseleleriyle de ilgili yazdıkları hepsi çok önemli fikirlerdi. Kendisinin Türkiye için yaptıklarına teşekkür ederim. Ayrıca kendisini hep sevgiyle, saygıyla anıyorum. Allah rahmet etsin.