Değerli Cumhurbaşkanı Dostlarım,
Değerli Katılımcılar,
Marmara Grubu Vakfı Başkanı ve bu oturumu yöneten Sayın Dr. Akkan Süver,
Bugün burada hep beraber olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Pandemiden dolayı ara verdikten sonra bugün hep beraber tekrar biraradayız. 25 yıldır başarılı bir şekilde Avrasya Ekonomi Forum’unu toplayabilmek gerçekten olağanüstü.Bundan dolayı bir kez daha Akkan Bey’i ve arkadaşlarını tebrik ediyorum.
Öyle ki pandemi sürecinde bile bir araya fizikengelemedik ama elektronik ortamda bu toplantıları ihmal etmemiş olduk.Dolayısıyla buradaki kararlılık her türlü takdirin üstündedir tekrar tebrik ediyorum.
Değerli Cumhurbaşkanlarını hep dinledik, hepsiyle çok özel anılarım var, hepsinin ülkesiyle Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine çok katkılar verdik. Bazıları da eski Sovyet döneminde beraber oldukları için Rusya’yı çok daha iyi bilen Cumhurbaşkanları. O bakımdan hepsinin konuşmasını çok dikkatli dinledim ve gerçekten çok değerli fikirlerinden faydalandık.
Bugün ne yazık ki dünya olarak içerisinden geçtiğimiz zaman ileride altın harflerle yazılacak bir zaman dilimi değil. Bir çok problemleri hep bir arada yaşanıyor. 3 aydır Rusya - Ukrayna savaşı başladı. Ama bu savaş varken zaten dünyanın çok önemli problemleri de aynı anda devam ediyordu. Bunları şöyle gözden geçirecek olursak; Covid 19 pandemisi hepimizi hazırlıksız yakalamıştı ve neredeyse 6 milyona yakın insan dünyada öldü.
Şiddetli iklim değişikliği zaten hissediliyordu. Bununla ilgili hep toplantılar yapılıyordu ama son zamanlarda yangınlar, afetler, kuraklıklar işin ciddiyetini anlamayanları, çok daha fazla anlama noktasına getirmeye başladı.
Artan düzensiz göç 2. Dünya harbinden sonra en ciddi seviyesine ulaştı. Göç edenler de her zaman kendilerini 2. sınıf vatandaş hissetmeye devam ettiler. Göç ettikleri ülkelerde de ciddi sosyal, kültürel, güvenlik problemleri hep yaşanmaya başladı.
Gıda arzındaki sıkıntılar ve gıda güvenliği zaten dünyanın hep korktuğu meselelerden birisiydi, giderek ciddileşti. Öyle ki geçen haftalarda Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin yaptığı açıklamalarda 1,5 milyara çıkmış yeterli gıdaya ulaşamayanların sayısı ve yarın ne yiyeceğim diyenler.Ama çok daha tehlikelisi 250 milyon insanın açlık sınırının pençesine düşmesi. Bu rakamları, BM’nin resmi belgelerinde, genel sekreterin bir hafta önceki açıklamalarında hep beraber gördük ve dehşete düştük.
Yine bu savaş devam ederken bütün ülkelerin karşılaştığı bir ekonomik sorun var. Ekonomilerdeki kırılganlıklar öyle ki enflasyon artık herkesin hissettiği, herkesi rahatsız eden bir ekonomik gerçek olarak yine yaşanmaya başladı.
Tabi bütün bunlar yaşanırken herkesin hayret edeceği ve üzüleceği şey silahlanmaya bu kadar para harcanmaya başlanması. Bir taraftan daha çok eğitime daha çok sürdürülebilir kalkınmaya, sağlığa para harcamak gerekirken, bütçelerde savunmanın ve silahlanmaya harcanan paranın miktarının giderek arttığını gördük.
İşte bütün bu olumsuzluklarla beraber şimdi Rusya - Ukrayna savaşı ne yazık ki herkesin gözü önünde bütün şiddetiyle, yıkıcılığıyla devam ediyor. Kimse “bilmiyordum, görmüyordum” deme lüksüne sahip değil. Tabi acaba bu savaş önlenebilir miydi?
Ukrayna’nın doğusunda Rusça konuşan büyük bir nüfusun olduğunu herkes biliyor. Hatta bu savaş önlensin ve o nüfusun da Ukrayna’nın içerisinde eşit vatandaş şekilde mutlu şekilde yaşamalarını sağlayacak bir düzen kurulsun diye malumunuz Almanya, Fransa, Ukrayna ve Rusya’dan oluşan Normandiya 4’lüsü Minsk’te AGİT’in de önderliğinde bir araya geldi, çalıştı, uğraştı ve hatta 2014 ve 2015 yıllarında bir anlaşmayla da neticelendi. Orada alınan kararların uygulanmasını sağlamak için AGİT Gözlem Misyonu kuruldu. AGİT Gözlem Misyonunun raporları, uygulamada birçok sorunların olduğunu ve her iki tarafın da çok uzlaşıcı olmadığını gösteriyordu. Bu gözlemci grubun başına ilk geçen benim de Dışişleri Bakanlığı’ndan eski müsteşarım Büyükelçi Ertuğrul Bey’di. Ondan da hep duyuyordum ve biliyordum ki taraflar adeta “barışı sağlamak ve bir neticeye varmak için değil” de sanki “savaşın şartlarını müzakere” ediyorlarmış gibi bir hava vardı. Çok tecrübeli bir diplomat olan büyükelçimiz çok kaygılıydı ve bu gidiş savaşa gidiyor, kimse barışmak ve bir netice bulmak için uğraşmıyor diye bana kaygılarını defalarca aktarmıştı.
Neticede gelinen noktada, hepimiz görüyoruz işte, nüfusu 45 milyon olan ülkenin 6.5 milyonu göç etti. Komşularına, en çok da Polonya’ya gitti. Binlerce sivil hayatını kaybetti. On binlerce asker savaşın her iki tarafından da hayatlarını kaybediyor. Ve Ukrayna topraklarının yüzde 20’si de işgal edilmiş vaziyette. 2. Dünya harbinden sonra en büyük yıkımın olduğunu gözümüzle görüyoruz. Bunları ancak biz eski belgesellerde görürdük. Şimdi bunları, şehirlerin nasıl yıkıldığını canlı olarak televizyonlarda görüyoruz.
Tabi bütün bunlar olurken bir taraftan da zaten sıkıntılara sıkıntılar eklenmeye başladı. Gıda sıkıntısı vardı derken dünyanın “ekmek sepeti” olarak bilinen, en çok tahıl üreten bu iki ülkenin ürettiği tahıllar neredeyse çürümeye sevk edildi. Bunlar nasıl tekrar kurtarılır diye büyük gayretler var. Türkiye’de bu yönde önemli gayretler gösteriyor. Tabi bunları hep takdir etmek gerekir.
Değerli Cumhurbaşkanı Dostlarım,
Değerli Katılımcılar,
Hepimizin malumu ki diplomasi herhangi bir savaşın önlenebilmesi için en etkili araçtır. Esasen savaşı başlatmak kolay, bitirmek çok zordur. Savaşı önleyebilmek için ise olağanüstü diplomatik gayret göstermek ve çok büyük bir uzlaşma için sabırla, kararlılıkla ve samimiyetle uğraşmak gerekir.
Diplomasi çizgisinden çıkıp savaş yoluna girildiğinde tüm taraflar için daha acı, yıkıcı ve uzun vadede ümitsizlik dolu sonuçlarla karşılaşılacağı su götürmez bir gerçek. Bugün Rusya – Ukrayna savaşında yaşananlar da bunlar. Aslında Rusya -Ukrayna savaşı derken, bütün bu problemlerden bahsederken birden bire Türkiye'nin güneyindeki Suriye'de yaşananlar, dram, göçler, açlık, sefalet dünyanın gündeminden çıkmış gibi. Bunlardan hiç ders alınmadığını bu savaşta görüyoruz. Daha önce Orta Doğu’da, Yemen'de, Afganistan'da, Irak’ta, Suriye'de gördüğümüz olaylar şimdi Avrupa'da yaşanıyor ve bu yıkıcı, yok edici manzara şimdi Avrupa’da. Aslında savaşın kıvılcımları çok daha önceden belliydi. Dediğim gibi Ukrayna’da var olan nüfusa bir çözüm bulunamamış ve bütün bu şartlar altında Ukrayna’nın NATO’ya üyelik gayretleri, Batı ve NATO üyesi ülkelerin de bunu tabiki teşvik etmeleri. Kanaatimce bu bölgesel gerçekçiliklere çok uygun değildi.
Benim kanaatim Ukrayna'nın Finlandiya gibi AB'ye üye olup, Avrupa güvenlik şemsiyesi altına girip NATO'ya girmemesiydi. Çünkü Sovyetler'in dağılmasından sonra çok büyük bir travma geçiren Rusya'ya da fırsat vermemek gerekirdi. Doğrusu Rusya bunu fırsat olarak değerlendirdi. Burada hiç bir haklılık payı yok, uluslararası hukuku aykırı bütün bunlar. Çünkü BM’ye üye olan ülkelerin toprak bütünlüğünü, egemenliğini tanımak, hele kiGüvenlik Konseyi’nin bir üyesi olan ülke için kaçınılmaz. Ama gerçekçilik açısından baktığımızda ne yazıkki böyle bir fırsat çıkmış oldu.
Savaş olurken bir başka şaşırtıcı şey de Ukrayna halkının bu kadar savaşması oldu. Birçok kişi savaşılmayacak zannediyordu. Bu da bize Ukrayna halkının Belarus gibi bir rejimde yaşamak istemediğini, Çekler, Romenlar, Estonyalılar gibi bir rejimde yaşamak istediklerini ve bunun için savaştıklarını gördük. Yani demokrasiyi tercih ettiklerini, otoriter bir rejimde yaşamak istemediklerini gördük. Eşlerini ve çocuklarını sınıra kadar götürüp bıraktıktan sonra savaşmak için geri dönen Ukraynalıların topraklarını ne kadar özveriyle savunduklarına şahit olduk. Burada ülkelerinin kaderini kendileri tabii tayin edecekler. Bunun hukuki uluslararası meşruiyeti de var. Soğuk savaş döneminde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı 1975’te toplandığında bu çatı altında imzalanan Helsinki Nihai Senedine baktığımızda orda da ülkelerin egemenliği, eşitliği, toprak bütünlüğü, her ülkenin kendi güvenlik tercihini hangi blokta olacağını tercih etme hakkının olduğu, uluslararası hukukun bir parçası haline gelmişti. Doğrusu bütün bunlar dururken; sen tercihini öyle kullanmayacaksın deme ve bir ülkeyi işgal etme hakkı hiç kimseye doğmaz.
Savaş başladıktan sonra dünyada kimsenin beklemediği çok büyük değişiklikler oldu. Avrupa'nın Rusya'ya karşı çok kesin kararlı bir tavır alması, 2. Dünya Harbi'ndeki hatıralarını hatırlamasından dolayıdır. Hepimizin bildiği bir gerçek var: Polonya’nın işgaline kadar bazı büyük Avrupa ülkeleri o zaman savaşı başlatan ve işgalci güçlere karşı daha naif ve anlayışlı davranmaya başlamışlardı. Ama ne zamanki Polonya’nın işgali işin başka safhalara gittiğini gösterdi, geç de kalsalar kesin bir tavır aldılar. İşte bu hatıraları hatırlayıp bu sefer, birden herkes kendine geldi ve çok kesin bir tavır aldılar. Burada şüphesiz ki en önemli şey, Almanya'nın pozisyonu. Herhalde Almanya'nın bu kadar kesin taraf ve pozisyon alacağını kimse, en çok da Rusya tahmin etmedi. Enerjiye bu kadar bağımlı olan bir ülkenin NordStream 2’yi yaptırıp, ondan sonra bunu çalıştırmayacağım demesi büyük bir kararlılıktır. Herkesin ısrarına rağmen, NATO toplantılarında, arkadaşlarım da bilir, en çok tartıştığımız konulardan birisi, bazı ülkelerin savunma konusundaki katkılarını artırmalarıydı. Milli gelirlerinin % 2’sinin üzerine çıkarmalarıydı. Hiç kimse Almanya’yı ikna edemezken bu savaş ikna etti ve neticede büyük askeri yatırımlar yapma kararlarını aldılar.
Bütün bunlar tabiki Avrupa’yı ve dünyayı çok yapısal değişikliğe götürdü.
Değerli Arkadaşlar,
Bugün gelinen noktaya baktığımızda tarihten ders alınmadığı için her iki taraf için de bir kayıp sözkonusu. Dolayısıyla “kazan-kazan” yerine “kayıp-kayıp” sözkonusu. Ukrayna tarafına baktığımızda yıkımlar, ölümler, bütün bunlar bir tarafta.Diğer tarafta da Ukrayna’nın Odesa’yı koruyabilmesi ve tabi oranın hiçbir şekilde işgal edilmesine müsaade edilmemesi lazım, çünkü o zaman Ukrayna’nın tamamen Karadeniz’e kıyısı kalmayacak. Eğer orası böyle bir tehlikeden korunsa bile neticede Abhazya ve Osetya’da olduğu gibi kendisinin Donetsk ve Luhansk’ı fiili de-facto olarak kaybettiği ortaya çıkıyor. Çok üzücü ama fiili durum bu.
Rusya tarafına baktığımızda Ukrayna'nın NATO üyeliğinden korkarken Finlandiya, İsveç gibi tarihte tarafsızlık üzerine dış politikalarını yürüten ülkeler öyle bir korktu ki ne pahasına olursa olsun bu ülkeler de NATO'ya üye olma kararı aldılar. Bu durum sadece bununla kalmadı dünyada da hissedildi. Japonya bile 2. Dünya Harbi’nden sonra ilk defa ben de güçlü ordu kuracağım, askeri harcamalara ve orduya büyük para ayıracağım ve bütçemi ona göre düzenleyeceğim dedi. Dolayısıyla bu savaşın neticelerini bütün dünyada görüyoruz.
Mali tabloya baktığımızda gerçekten insanlık adına çok acı verici. Geçtiğimiz günlerde ABD Senatosu’nda 40 milyar dolarlık ilave yardım paketi kabul edildi. Yine kendi kaynaklarından yaptıkları açıklamalara göre, savaşın başladığı günden bu zamana kadarUkrayna’ya desteğinin maliyeti günde 100 milyon dolar. AB ilk defa askeri yardım yapma kararı aldı. İlk defa 2 milyar euro askeri yardımda bulunuyor. En çok destekleyen, silah yardımı yapan ülkelerden İngiltere, uzun menzilli silahlar verme kararı aldı. Rusya kendi açıklamasında savaşa günde 300 milyon dolar harcadıklarını deklare etti. Şimdi bütün bunları topladığınızda bu kadar büyük miktarlar ortaya çıkıyor ki bugünkü insanlık bu büyük paraları savaş için ayırıyor. Ama hepimiz biliriz ki açlık, sefalet içerisindeki ülkelere yardım yapalım diye bir araya geldiğimizde herkesin taahhüt ettiği miktarlar çok küçük kalır. Bunların gerçekleşmesi de bazen hayal olur. Ama savaş için bu paralar hiç düşünülmeden harcanabiliyor.
Böyle bir noktaya gelince ister istemez karamsar olunuyor. Ama yine diplomasi her zaman sonunda çözüm oluyor. Onun için bu savaşı durdurmak sadece iki ülke için değil bütün dünya için büyük bir hizmet olacak. Müzakerelereherkesin büyük bir samimiyetle ne olursa olsun katkı vermesi ve bu savaşı sonlandırmak için uğraşması gerekiyor. Ve en yüksek bilinç seviyesine gelmiş insanlığın kendi elleriyle, ucu açık yıkımlara göz yumması gerçekten akıl alır bir şey değil.
Değerli arkadaşlar,
Sözlerimi şöyle bitirmek istiyorum: Tabiki her savaş kendi yükünü de birlikte getiriyor.. Bu yük savaşan tarafları, bölgelerini ve tüm dünyayı tabiki derinden sarsıyor ve sarsmaya da devam edecek. Günün sonunda insanlık ve herkes kaybediyor. Açıkçası bu bir zihniyet meselesi. Nihayetinde devlet adamlarının, yöneticilerin, siyasetçilerin, bütün bu kritik kararları almak durumunda olanların zihniyetleriyle ilgili bir şey. Dolayısıyla bu zihniyet değişmediği sürece, savaş, kahramanlık, öç almak veya başka saiklerle bu savaşları yapmak yerine “barış zihniyeti” oluşmadığı sürece insanlık bu acıları ne yazık ki çekmeye devam edecek. Onun için dileğimiz savaşı durdurmak için sadece burada değil başka yerlerde de bu savaştan dolayı görmemezlikten geldiğimiz çok ciddi kavgalar, savaşlar var ki insanların canını çok derinden yakıyor. Bütün bunların tabiki sona erdirilmesi için yapılan müzakereleri, diplomasi ve samimi arabuluculukları desteklemek ve yapanları takdir etmek gerekiyor.
Bir kez daha Akkan Bey’e ve Marmara Grubu’na 2 sene aradan sonra hepimizi bir araya getirip fikirlerimizi bu şekilde kamuoyuyla ve sizlerle paylaşma fırsatını verdikleri için teşekkür ediyorum.