11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 23. Avrasya Ekonomi Zirvesi'ndeki Konuşması

09.10.2020
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Değerli Katılımcılar,

Hepinizi sevgi ve muhabbetle selamlıyorum.

Bu zor dönemde 23. Avrasya Ekonomi Zirvesi’ni düzenleyerek bizleri dijital ortamda bir araya getiren Akkan Bey’e, ekibine ve Marmara Grubu Vakfı’na içten teşekkür ve tebrik ediyorum. Gönül isterdi ki bugün hepimiz bu güzel İstanbul’da beraber olalım. Eskiden olduğu gibi yüz yüze konuşalım ve tartışmalarımızı daha canlı şekilde yapalım. Ama ne yapalım ki karşı karşıya kaldığımız salgın hepimizi bundan mahrum etti. Öyle ki Birleşmiş Milletler ve birçok uluslararası kuruluş toplantılarını artık video konferans üzeriden yapmaya başladı. Dolayısıyla geleneksel Marmara Grubu Vakfı toplantılarına ara vermeden bu şekilde de olsa devam etmeyi büyük bir kazanım olarak görüyorum ve tekrar Marmara Grubu Vakfı’nı çok tebrik ediyorum.

Malum koronavirüs sonrası yeni dünya nasıl olacak, artık herkes bunu düşünmeye başladı. Tabi içinde bulunduğumuz durum bütün vehametiyle devam ediyor ama kısa süre içerisinde bu vehametten çıkılması ile ilgili de ümitvar olmak için birçok gerekçe var. Aşılar bulunmaya ve denenmeye başladı. Ümit ediyorum ki bu sıkıntılı durum uzun sürmeyecek.

Değerli Konuklar,

Hepimizin bildiği gibi Soğuk Savaş bittiği zaman küreselleşme hızlı teknolojik gelişmelerle birlikte zaferini ilan etmişti. Ancak aradan geçen zaman bize gösterdi ki  küreselleşme de kendi içerisinde birçok sorunlar yaşıyor. Bu sorunların içerisinde özellikle iki tanesi öne çıktı. Bunlardan birisi küreselleşmenin nimetlerinden toplumun belirli kesiminin faydalanması ve diğerlerinin faydalanmaması. Öyle ki gelir dağılımında bu çok ortaya çıktı. Büyük gelir dağılımı farkları, insanların vicdanını, adalet duygusunu rahatsız etmeye başladı. Bunun neticesinde de dünyada yeni tip politik bir tarz ortaya çıktı: Popülist söylemler, popülist siyaset tarzı ve bütün bu zafiyetleri istismara yönelik siyaset yapma. İkincisi de küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan ve ülkelerin tek başlarına çözmeye muktedir olmadığı terör, sınır aşan suçlar, örgütlü suçlar, salgın hastalıklar gibi sorunlarla kollektif bir şekilde mücadele etme imkanının ve altyapısının çok sınırlı olduğu da ortaya çıktı. Bu iki zaaf öyle oldu ki bazıları sanki küreselleşmenin sonu geldi, küreselleşme bitti, tekrar dünya içine kapanacak, tekrar sınırlar, duvarlar örülecek ve bu böyle gitmez düşüncesi dile getirmeye başladı.  Ben doğrusu bu fikirde değilim. Nasıl insanlar özgürlüğün tadını aldıktan sonra ondan vazgeçmez geri adım atmazlarsa, küreselleşmenin de tadı alındıktan sonra bundan geri gidilmeyeceği ama şüphesiz ki ortaya çıkan bu sorunların, problemlerin tekrarlanmaması için de büyük gayretlerin sarfedileceği bir dünyayla karşı karşıya kalacağımıza inanıyorum. Bütün bu dönemden çıkaracağımız tabii ki dersler var. Siyasetçiler, devlet adamları, filozoflar bütün bu konuları dile getiriyorlar ve neticede dile getirilen konular politikalara dönecek ve uygulanacak. Bu şekilde daha güvenli, daha yaşanabilir bir dünyaya yine hep beraber ulaşacağız. Bunların içerisinde öne çıkarttığım bir iki konunun altını özellikle çizmek istiyorum.

Şüphesiz ki hastalık süreci içerisinde olduğumuza göre sağlık bunların en başında geliyor. Herşeyden önce bu süreç bize gösterdi ki, bir küresel salgın durumunda dünyanın bütün ülkeleri güven içerisinde olmadan hiçbir ülke de güven içerisinde değil. Hepimiz biliyoruz, şahit olduk. Çin’in bir kentinde ortaya çıkan bir virüs adım adım, göz göre göre bütün dünyanın gözü önünde kıtaları dolaştı, dünyada gitmediği yer kalmadı. Zengin – fakir ayrımı yapmadan bütün ülkeleri dolaştı. Dolayısıyla bazı konularda olduğu gibi biz zenginiz, biz teknolojide ilerideyiz, bizim kurullarımız – kurumlarımız çok daha güçlü, sistemimiz çok daha iyi, bu bizi etkilemez, ancak devlet düzenini oturtamayan toplumları etkiler diyecek hal ortada yok. En müreffeh ülkeler neredeyse en çok etkilenenler oldu. Amerika Birleşik Devletleri gibi teknolojide, sanayide, ekonomide, sanatta dünya lideri bir ülkede 200 binin üzerinde insan bu hastalıktan can verdi, ölü kaybı yaşandı ve giderek de artıyor. Yine en büyük zararlar, Avrupa’nın en müreffeh ülkeleri İngiltere, Fransa, İtalya, dünyanın ilk 10’u içerisine giren hem demokratik hem gelişmiş ülkelerde ortaya çıktı. Eminim ki daha az gelişmiş ülkelerde rakamlar daha büyüktür ama onların daha az şeffaf olmaları ve bu tip şeyleri daha töleransla karşılamaları gerçek rakamları ortaya çıkartmıyor. Dolayısıyla dünyada zengin – fakir, güney – kuzey, soğuk ülkeler – sıcak ülkeler, gelişmiş - gelişmemiş ülkeler ayrımı yapmadan hastalık herkesi etkliyor. Onun için herkesin güvende olabilmesi için bütün toplumun, dünyanın, kürenin korunması gerekiyor. İklim değişikliği konusunda böyle bir bilinç var, çok büyük çalışmalar yapılıyor. Ama hastalıklarla ve sağlıkla ilgili konularda aynı bilincin olmadığını ve uluslararası sistem içerisinde koruyucu önlemlerin yeteri kadar güçlü olmadığını gördük. Şüphesiz ki çeşitli sivil toplum örgütleri, BM örgütleri çalışma yapıyorlar ama bunların hiçbirinin yeterli olmadığı ortaya çıktı. Özellikle Dünya Sağlık Örgütü’nün bu konuda yetersizliği yine ortaya çıkmış oldu. Bunun da altını çizmek isterim. IMF, Dünya Bankası gibi ekonomideki uluslararası örgütler çok daha ciddi, çok daha kurumsal, çok daha şeffaf, çok daha ‘merit base’, çok daha iyi bir şekilde yönetiliyorlar. Yine bu süreç içerisinde Dünya Sağlık Örgütü’nün çok daha politize olduğunu, finansmanının çok daha çürük olduğunu ve yetkinlik konusunda da yeteri kadar güven vermediğini gördük. Onun için belki yapılacak ilk işlerden birisi Dünya Sağlık Örgütü’nün yeniden ve güçlü bir şekilde yapılandırılması, kaynaklarının sağlam bir şekilde neticeye bağlanması, ayrıca her türlü politik çekişmelerin dışında tutulmasının çok  elzem olduğunu görüyorum. Hatta ilk atılması gereken adımlardan birisinin oradan başlamak olduğunu da inanıyorum.

Şüphesiz ki bu hastalığın, salgının etkisini ekonomide görüyoruz. Herkesin hayat tarzı çok değişti.  Ticarette, yatırımlarda, hizmet sektöründe çok büyük darbeler alındı. Birçok ülkede üretim tamamen durdu. Hizmet sektörü tamamen felç oldu. Turizm tamamen yok oldu. Bütün bunların neticesinde çok büyük geçim sıkıntıları ortaya çıktı. Ekonomik büyüme 1929 Büyük Buhran’dan bu yana en büyük küçülmesini yaşadı. Avrupa çok büyük küçüldü. Amerika da aynı şekilde. Bunun neticesinde büyük istihdam sorunları ortaya çıktı ve tabi büyük işsizlikle karşı karşıyayız. Onun için dünya yeni bir gerçekle karşı karşıya. Bütün bunlara ilaveten ulusal ekonomiler için hiç hesapta olmayan yeni, büyük maliyetler ortaya çıktı: Sağlık harcamaları gibi. Bu sürecin ekonomik boyutlarını tam kestiremiyoruz ve şüphesiz tamamen onarılması çok zaman alacak. Bu dönemde geçmişteki Büyük Buhran sonrası dönemine benzer şekilde piyasanın işleyişine devlet müdahaleciliğinin arttığına da şahit olduk. Birçok ülke, özellikle tıbbi ürünlerin ihracatında kısıtlama koydu. Yine gıda ürünlerinin ticaretinde, ihracatında, ithalatında büyük sorunlarla karşı karşıya kalınıyor, görünür görünmez kısıtlamalar konuldu. Birçok ülkede uzun savaş dönemlerinde eşi görülmemiş devlet desteği paketleri açıklandı. Merkez bankaları tarihlerinde görülmediği şekilde karşılıksız paralar bastılar ve piyasaya sundular. Tabii bunları nasıl geri çekecekler, enflasyona sebebiyet nasıl vermeyecekler, bütün bunlar çok büyük problemler ve üzerinde eminim ki çok düşünülecek ve çalışılacak konular. Bu gelişmeler bundan sonraki süreçte devletin ekonominin işleyişindeki rolünün artacağına da delalet ediyor. Ümit ediyorum ki bu durum çok yapısal ve alışkanlık haline gelmez. Böyle olursa serbest piyasa ekonomisinin hassas dengeleri tamamen alt üst olur ki, bu dünyayı çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya getirir.

Bu salgın makro ekonomiyi etkilediği gibi mikro ekonomiye de şüphesiz çok etkiledi. Şuanda birçok şirket yeni teslimat yöntemleri, müşteri ile iletişim yolları ve yönetişim sistemleri geliştiriyor. Bu dönemde e-ticaret hızla arttı ve birçok kişi online alışverişle tanıştı. Artık market alışverişlerimizi bile internet üzerinden yapmaya başladık. Birçok hizmeti bir fiil internet üzerinden görüntülü görüşerek temin etmeye başladık ve birçok toplantıyı ‘aynı şimdi yaptığımız gibi’ artık seyahat etmeden görüntülü, tele konferanslar, video konferanslar ve dijital yapı üzerinden yapmaya başladık. Bu hastalık geçtiğinde bu yeni alışkanlıkların veya öğrendiklerimizin hepsini unutmayacağız. Bunların bir kısmı devam edecek. Çünkü bazıları işimize de geldi, kolaylaştırıcı da oldu. Firmalar için maliyet tasarruf edici de oldu. Eskisi gibi iş seyahatlerinin çok sık yapılacağı kanısında değilim. Eskisi gibi misyonların gönderileceği kanısında da değilim. Artık birçok şeyi gitmeden, uzaktan gayet samimi bir ortam içerisinde aynı atmosferi, aynı iklimi bir odanın içerisinde oluşturarak konuşabiliyoruz, tartışabiliyoruz. Dolayısıyla bütün bunlar hayat tarzımızı hep değiştirmekte.

Tabi burada bütün bunlar yeni sorunlar ortaya çıkartıyor. Bunlardan en önemlisi istihdamda yaşanacak. Zaten istihdamda çok büyük sorun yaşanıyor. Biliyoruz ki firmalar kapalı, çoğu geçici olarak kapalı. Bunlar tekrar açılacak ileride ama açıldıklarında aynı sayıda istihdam yapmayacakları kanaatindeyim. Çünkü tasarruf nasıl yapılabilir, on kişiyle yaptıkları işi sekiz kişiyle, yedi kişiyle yapabilmeyi öğrenmiş oldular.  Onun için istihdam meselesinin önümüzdeki dönemlerin en önemli meselerin birisi olacağı kanaatindeyim. Zaten bir çok ülkede şuanda istihdam, işsizlik en önemli mesele. Dolayısıyla bunu aşmak için çok daha gayretler gösterilecek. Buna göre yeni okul mezunları, daha çok yeni konseptleri, dijital ortamları bilenler tercih edilecek. Mavi gömlekliler, beyaz gömlekliler arasındaki denge de çok değişecek kanaatindeyim. Bunların çok önemli sorunları sadece firmalar için değil ülkeler için de, politika ve devlet hayatı içerisinde en önemli sorun olduğu kanaatindeyim.

Son olarak şunu söylemek istiyorum. Ki en önemli mesele de bu. Onun için en sona bıraktım: Eğitim konusu. Bu sürecin yani bu hastalığın, bu salgının, Covid-19’un en büyük etkisi acımasızca eğitimde oldu. Fakir – zengin ayrımı zaten var. Eğitimde okullar kapandı, üniversiteler kapandı. 10 binlerce dolar vererek öğrenci kabul eden, dünyanın en iyi üniversiteleri bile artık yüz yüze eğitim değil uzaktan eğitime geçtiler bu süreçte. İlkokullar, ortaokullar, ilk defa okula başlayacak çocuklar bunların hepsi artık online olarak eğitime başladılar. Tabi böyle olunca bazı ülkeler için bu  10 milyonlarca nüfus demektir.Bu  Öğrenci nüfusları bazı ülkelerin nüfusundan daha büyük. Dolayısıyla bunun alt yapısı var mı yok mu?  sorusu ortaya çıkıyor. Eğer eğitimle ilgilenenler, eğitimle ilgili bakanlıklar daha önceden düşünerek alt yapısını yeteri kadar oluşturmadılarsa işte sorun burada ortaya çıkmakta. Ki bu öngörülebilmiştir daha önce. Birçok ülkede evrensel fonlar adı altında bu tip aciliyet durumlarında devreye konulacak, özellikle eğitimde kullanılabilecek fonlar oluşturulmuştu.  Eğer bu fonlar güçlü bir şekilde devreye sokulabiliniyorsa belki birazcık acı dindirilmektedir. Ama herhalükarda eşitsizliklerle karşı karşıyayız. Düşünün ki varlıklı, eğitimli bir ailenin çocuğu tabii ki bu sisteme çok daha kolay bir şekilde adapte olacak. Annesi, babası, evde kimler varsa onların imkanları olduğu için aynı okula gidiyor gibi  çocuklarını oturtacaklar düzenli bir şekilde ders alacaklar. Belki daha da faydalı olacak. Ama nüfusun yüzde kaçı bu imkanları çocuklarına sunabilir. En gelişmiş ülkelerde bile bunun çok büyük aksaklıklara sebep olacağı kanaatindeyim. Fakir aileler, birkaç çocuğu olan aileler, yeteri kadar bilgisayarı, laptopu, tableti olmayan ailelerin, bunların bu süreyi çok boş geçirdikleri ve geçirecekleri kanaatindeyim. İşte bunu gördükçe ve düşündükçe gerçekten büyük bir acı duyuyorum çünkü göz göre göre büyük bir nüfus ve büyük bir öğrenci kitlesi kayıp nesil haline geliyor. İşte devletler, milli eğitim ile ilgili bakanlıklar burada büyük acil eylem programları ilan etmeliler. Bunu çok olağan üstü bir hal anlayışı içerisinde ele almalılar. Yoksa çok kalıcı bir iz bırakacağı kanaatindeyim. Bu sadece gelişmekte olan veya daha fakir ülkeler için değil bütün gelişmiş ülkeler için de geçerli. Tabi bir de ekonomik olarak gelişmemiş, nüfusunun hala büyük bir kısmı kırsal kesimde yaşayan ülkeleri düşünürsek durumun çok daha felaket olduğunu görürüz. Onun için yine uluslararası kuruluşlara iş düşmekte. Sağlıkla ilgili olduğu gibi eğitimle de ilgili başta UNESCO olmak üzere belki yeni fonlar oluşturulmalı. Bu gerçekleşmezse çok büyük bir kayıp, yani bir neslin kaybını göreceğiz ki bu da milyonlarca  olacak. Bunların zararlarını da hem birey olarak hem aileler olarak  hem ülke olarak hem de bütün insanlık olarak ileride hep beraber yaşayacağız.

Sonuç olarak dünyanın son yıllarda yüzleştiği en önemli krizlerden biriyle karşı karşıyayız. Ancak tarihin de bize gösterdiği gibi krizler aynı zamanda sistemsel hataları anlamamız ve onları düzeltmemiz için de bize büyük fırsatlar vermektedir. Biz de bu salgının bize yaşattıklarından gerekli dersleri çıkartarak küresel, uluslararası ve ekonomik sistemdeki eksikleri gidermeli, eğitim ve sağlık konuları gözden geçirilmeli, küresel sorunlarla müşterek mücadele edebilmek için daha güçlü bir kurumsal altyapıyı kurmalı, sağlık ve eğitim sistemlerimizi dayanışma içerisinde güçlendirmeliyiz.

Bu duygularla konuşmamı burada bitiriyorum. Ümit ediyorum ki gelecek seneye bütün bunları geride bırakmış oluruz. Herkesi sağlık, sıhhat, afiyet içerisinde İstanbul’a bekleriz ve burada buluşmak dileğiyle.

Yazdır Paylaş Yukarı