Altıncı Büyükelçiler Konferansı Münasebetiyle Verilen Öğle Yemeği'nde Yaptıkları Konuşma

14.01.2014
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Sayın Bakan,

Değerli Büyükelçiler,

Altıncı Büyükelçiler Konferansı vesilesiyle, dünyanın dört bir yanında görev yapan siz kıymetli büyükelçilerimizle bir kez daha bir araya gelmekten büyük memnuniyet duyuyorum. Hepinize hoş geldiniz diyorum.

Siyasi hayatımda ve gönlümde çok müstesna yere sahip bir kurumun mensuplarısınız. Vaktiyle birçoğunuzla farklı vesilelerle mesai yaptım. Yüksek iş disiplini, sorumluluk anlayışı ve mesai saati tanımayan çalışma kültürüyle Hariciye, bürokrasimizin gözbebeği kurumlarından biridir. Vaktiyle Dışişleri Bakanı olarak başında bulunduğum bu güzide kurumun koridorlarında, zaman zaman benden ‘Bizim Bakan’ olarak bahsedildiğini biliyorum. Eminim ki siz de çalışma arkadaşlarımdan duyuyorsunuz, ben de ‘Bizim Bakanlık’ diye bahsediyorum, sizden.  Büyükelçiler Konferansı vesilesiyle uzun süredir tanıdığım sizlerle bir araya gelmekten gerçekten büyük bir memnuniyet duyduğumu ifade etmek isterim.

Bakan olarak görev yaptığım dönemde, böylesine dinamik bir kurumda Büyükelçilik unvanına geçişin hayli ileri yaşlarda gerçekleştiğini görmeyi o zaman çok garipsemiştim ve kariyerde herkesin daha süratli ilerlemesini ve bunun önünün açılması ile ilgili birçok çalışmalar da yaptığımı biliyorsunuz. Ama şimdi de Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu’nun döneminde bu alanda çok ciddi mesafe alınmış olmasından büyük bir memnuniyet duyduğumu ifade etmek isterim.

Yine memnuniyetle görüyorum ki bugün aramızda çok kıdemli Büyükelçiler kadar çok genç simalar da bunun neticesi olarak yer almış bulunuyor.

Sizlerden beklentimiz tabii ki büyüktür; Kurumsal gelenek, sağduyulu yaklaşım ve öneriler ile yenilikçi adımlarla, dış politikanın yapımında ve yürütülmesinde büyük sorumluluklar üstleniyorsunuz.

Değerli Büyükelçiler,

Türkiye’nin etrafındaki gelişmelere baktığımızda, dış politikamızı, millî güvenliğimizi, bu itibarla ülkemizin geleceğini de etkileyecek çok kritik bir dönemin başladığını görüyoruz. Dolayısıyla, bu seneki konferansta, dış politikamızı ilgilendiren konuları kapsamlı bir şekilde tahlil ederek değerlendirmeniz; görüşlerinizi gayet objektif bir şekilde, bütün kariyerinizin verdiği bilgilerle değerlendirmeniz, cesaretle ortaya koymanız ve ortak bir aklın ortaya çıkmasına yardımcı olmanız muhakkak ki çok değerli olacaktır. Aslında bu kadar maliyetli konferansları her sene tertiplemenin esas amacı da budur. Sizi dünyanın dört bir yanından buraya toplamanın amacı bu.

Burada sizlerin çok iyi bildiği bir sözü hatırlatmak istiyorum, önemli kurullarda da hep tekrarlıyorum bunu,“strategy is for amateurs, logistics are for professionals”. “Logistics” kelimesinin mal taşımak olmadığını hepimiz biliyoruz. “Logistics” istihbarattır, tahlildir, değerlendirmedir ve neticede bunları siyasetçilerin, devlet adamlarının önüne en doğru, cesurca ve uygun bir şekilde koymadır. Bugünlerde buna muhakkak ki çok ihtiyacımız var. Çevremizde bütün olup bitenlerİ düşündüğümüzde sizlersiniz, profesyoneller. En iyi şekilde tahlil ederek,  değerli siyasetçilerin, devlet adamlarının, bizlerin önüne koyacağınız ve alacağınız stratejik kararların doğru olmasına en büyük katkıyı verecek olanlar sizlersiniz.

Bu bakımdan bu toplantıları çok değerli buluyorum. Bunları azimle devam ettirmemiz gerekir ve her türlü maliyetine de -bu toplantılar bu anlamda cereyan ederse- değer.

Bu yılki temanın “Güçlü Demokrasi, Dinamik Ekonomi ve Etkin Diplomasi” olarak belirlenmesini çok takdir ettim, beğendim. Birbiriyle bağlantılı bu üç konuyu değerlendirirken, sizlere orta ve uzun vadede Türkiye’nin geleceğini nerede gördüğümü de kısaca paylaşmak istiyorum.

Aslında hepiniz çok iyi bilirsiniz ki, dış politika dâhil her politika, önce yerelden başlar. Dış politika literatürünü yakından takip eden diplomatlar olarak, dünyadaki gelişmeleri ve dış politika literatürünü yakından takip eden eminim ki geçen sene Amerikalı diplomat Richard Haass’ın ‘Foreign Policy Begins at Home’ kitabını çoğunuz belki görmüşsünüzdür. Benim de 2013’teki BM toplantısına gittiğimde biraz vakit bulup, kitapçıları dolaşırken aldığım kitaplardan birisi oldu. Haass, 2013’te yayımlanan bu kitabında, ABD’nin küresel gücünün devam etmesi için evine tekrar çeki düzen vermesi gerektiğini ve evinde bazı köklü reformları yapması gerektiğini gayet öz bir şekilde anlatıyor. Arkadaşlarım bilirler, çok sık verdiğim bir örnek vardır. Bizim de dost ülkelerin de herkesin de evini düzene koyma zamanının geldiğini ve kim evini düzene koyarsa onun güçlü olacağını hep söylerim. Hatta şu misali çok veririm; Avrupa’da birçok değerli, dünya çapında değerli devlet adamlarının evleri kargaşa içinde olduğu için dışarıda gezecek halleri olmaz. Çünkü yapacak bir şeyi yok adamcağızın. Bu bizim de siyasi tarihimizde olmuştur. Türkiye’nin ekonomik krizler, karmaşa yaşadığı, içeride hiçbir istikrarın olmadığı dönemde ne Dışişleri Bakanı, ne Başbakan, ne Cumhurbaşkanı’nın istediği kadar değerli olsun yapabilecekleri şey çok sınırlıdır. O bakımdan bu konuları dikkatli bir şekilde incelemek gerçekten çok önemli ve bu nedenle bir ülkenin demokrasisi, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü alanlarında en yüksek standartlara ulaşması ve bunu tamamlayan güçlü ve gelişen ekonomisinin olması çok büyük önem taşımaktadır. Aslında bütün bunların hepsine siz diplomatlar yumuşak güç diyorsunuz. Dolayısıyla hangi ülkenin yumuşak gücü çoksa itibarı da, dışarıdaki algılanması da o şekilde pozitif olmuştur.

Kendi evine çekidüzen vermek olarak özetlediğim bu gerçeğe her zaman çok önem verdim. Nitekim Türk siyasi tarihinde, ülkemizin dışarıdaki profilinin yükselişe geçmesi, içeride demokrasinin güçlendiği, hukuk düzeninin sağlamlaştırıldığı, toplumsal barış ve huzurun tesis edildiği, ekonomimizin de güçlendiği dönemlerde gerçekleşmiştir. Bunları başarabilen bir ülke, sadece kendi halkına müreffeh bir hayat sunmakla kalmaz, aynı zamanda çevresinde çok büyük bir cazibe merkezi olur. Öyle olur ki başarıları sadece kendi halkı tarafından değil, başta yakın çevresi olmak üzere bölge tarafından övülür, gurur duyulur ve örnek alınmaya başlanır. İlham kaynağı da bu olmuş oluyor

Türkiye’nin 2002 yılından sonra çok köklü reformları yaparken demokratik standartlarını yükseltmesi, hukuk reformlarını köklü bir şekilde yapması ve ekonomide sağlam bir noktaya gelmesi bölge için ülkemizi ilham kaynağı haline getirmiştir.

Yaşadığımız çağda kendi ülkesini düzene koymaktaki başarının, bir devletin belki de en önemli güç kaynağı ve diplomasi enstrümanı olduğuna inananlardanım. Meclisimiz ve Hükümetimizle sıklıkla paylaştığım ve zaman zaman kamuoyuna da açıkladığım üzere, yakın çevremizde ortaya çıkan ciddi risk ve tehditler ile karmaşıklığa rağmen, demokratik hukuk devleti ve güçlü ekonomi yolundaki kazanımlarımızı konsolide etmenin gerekli olduğunu her zaman söylemişimdir. Birkaç senedir, arkadaşlarımla, hükümetimizle hep paylaştığım konu da bu olmuştur.

Temel meselelerde Türkiye’yi aslında doğru rayına oturtturduk, demokrasi, hukuk ve ekonomi alanında. Ama bunları çok daha derinleştirmek, konsolide etmek, ince ayarları yapmanın şart olduğunu ve şimdi aslında zamanı bununla harcamak gerektiğini ve böyle bir ortamda etrafımızdaki kargaşa ve kırılganlıklar karşısında Türkiye’nin güvenilir bir ada olarak ortaya çıkmasının gerektiğini ve kaçınılmaz olduğunu hep söylemişimdir. Ve Türkiye gerçekten bütün bu kırılganlıklar içerisinde yaptığı bu köklü reformlardan dolayı güvenilir bir adadır. Herkesin çevreden gelip sığındığı, burada ofisini açtığı, bir ayağını da buraya koyduğu bir ada haline gelmiştir. Buna güçlenerek devam etmemiz gerektiğine inanıyorum.

Değerli Büyükelçiler,

Çalışmalarımızda, çevremizde ve dünyada değişen stratejik şartları göz önünde bulundurmak ve Türkiye’yi değişen şartlara uygun olarak dünyada ve bölgemizde yeniden konumlandırmak mecburiyetindeyiz. Bu konuları farklı oturumlarda kuşkusuz ayrıntılı şekilde hep ele alıyorsunuz.

Ancak benim bilhassa dikkat çekmek istediğim birkaç temel nokta vardır.

Önce, güvenlik algılamalarının köklü biçimde değiştiği bir süreçten geçiyoruz. 1979’da İran Devrimi ve Sovyetler’in Afganistan’ı işgaliyle başlayan; İran-Irak Savaşı ve nihayetinde Birinci Körfez Savaşı’yla devam eden süreçte, yakın coğrafyamızdaki stratejik iklimde radikal bir değişiklik meydana gelmiştir.

Neredeyse geçtiğimiz 30 yıl boyunca, bu stratejik gerçeklerin milli güvenlik, dış politika ve ekonomi alanlarında ülkemize menfi yansımalarıyla, sosyo-ekonomik ve siyasi sonuçlarıyla mücadele etmek zorunda kaldık.

Bu defa güneyimizde, 2003’teki Irak Savaşı’nın sonucunda ortaya çıkan jeopolitik deprem ve Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin tetiklemesiyle bölge içi güç dengelerinin kökten değiştiği bir durumla karşı karşıyayız. Bu köklü dönüşüm, yakın ve orta vadede, dış politikamızı ve milli güvenliğimizi çok daha yakından ilgilendirecektir.

Özellikle Suriye’deki gelişmeler dikkate alındığında, ortaya çıkan tehditler ve potansiyel tehditler çok daha büyümektedir. Bir taraftan çok radikal akımlar, bir tarafıyla birbiriyle mücadele eden gruplar ve diğer taraftan da terör örgütü bağlantılı olarak da güneyimizde ve Suriye’deki otorite boşluğundan ortaya çıkan yeni gerçekler ve realiteler bizi tabii ki çok yakından ilgilendirmektedir: Eminim ki bütün bunlar bu konferansta ciddi biçimde ele alınacak ve herkesin demin söylediğim çerçevede, profesyonelce görüşlerini ortaya koymalarına ve buna karşı devletimizin tedbir almasına ve buna karşı politikalar geliştirilmesine de fırsat verecektir. Yine birçok vesile ile belirttiğim gibi çok uzun yıllar bu tablo ile ilgilenmek zorunda kalacağımız da bir gerçektir.

Sizlerle bir yıl önce biraya geldiğimizde, Akdeniz Havzası’nın güney ve doğusunda yepyeni bir siyasi ve ekonomik tablonun ortaya çıktığını söylemiştim. Ancak son bir yılda bu iyimser tablodan hızlı bir uzaklaşma söz konusudur.

Arap dünyasını tesiri altına alan ve barış, huzur, adalet, insan onuru gibi pozitif kavramlarla özdeşleşen özgürlük rüzgârları; yerini maalesef darbelere, iç çatışmalara ve jeopolitik çıkar eksenli vekalet savaşlarına terketti. Güneyimizde ayrıca, dini ve mezhepsel temelli kimlik siyasetinin öne çıktığı bir dönem de başladı.

Dolayısıyla, bölgedeki bütün devletler yeni sorunlarla karşı karşıya ve ülkelerin ulusal kimlikleri, toprak bütünlükleri ve iç barışları sorgulanır hale geldi. Özetle, bölgeyi uzun yıllar boyunca etkisi altına alacak bir istikrarsızlık ve çatışma dönemine girmiş bulunuyoruz.

Somutlaştırmak gerekirse, Irak-Suriye-Lübnan aksı adeta yeknesak bir cephe haline gelmiştir.

Bu cephe, jeopolitik rekabet ve bölgesel nüfuz mücadelesinin uzantısı olan “vekalet savaşları”na sahne olmaktadır. Bölgede ortaya çıkan kırıcı rekabet sarkacının iki ucunda küresel değil, bölgesel aktörler bulunmaktadır. Bu aktörler, aralarındaki rekabeti, bölgedeki yeni fay hatlarından istifadeyle, bağlantılı oldukları yerel oyuncular üzerinden yürütmektedir.

Ayrıca, uluslararası sistemde geleneksel olarak ağırlıklı bir konuma sahip olan ABD gibi aktörler, gelişmelerin olabildiğince dışında kalmaya ve kendilerini daha mesafeli biçimde konumlandırmaya da çalışmaktadırlar. Tarihin hiçbir döneminde görülmeyen çapraz düşmanlıklar ortaya çıkmakta ve bölgenin insan kaynakları, potansiyeli ve geleceği günbegün imha edilmektedir.

Bugünkü fiili durum, bölgedeki her devlet, rejim ve bütün bölge halkları açısından “kaybet-kaybet’’ senaryosudur. Maalesef, bu senaryoyu tersine çevirecek sihirli formüllerin de olmadığını görüyoruz.

Elbette karamsarlık aşılamak istemiyorum size. Siyasetin ve siyasetin bir parçası olarak gördüğüm diplomasinin, çözüm üretme becerisine her zaman inandım.

Nitekim, diplomasinin esas işlevi, en zor sorunları çözmektir. Ancak, her çözümde ilk aşama, doğru tespit ve gerçekçi teşhistir. Gerek dahili, gerekse harici meselelerde çözümün anahtarı, ortak akıl, sağduyulu yaklaşım, diyalog ve muhatabı anlamayı sağlayacak empatidir.

Ülkemizin güneyindeki bu gerçekler karşısında diplomasimizi ve güvenlik politikalarımızı, çevremizdeki merkezlerin tehdit algılamalarını da dikkate alarak yeniden kalibre etmemiz gerektiğini kanaatindeyim. Neticede, bölgede “kazan-kazan” senaryosunun gerçekleşmesi için neler yapılması gerektiği hususuna da muhakkak ki çok kafa yoruyoruz. Bunun yöntemi, sabır, soğukkanlılık, ısrar ve yeri geldiğinde hedefe ulaşabilmek için tabii ki, bazen sessiz, gizli diplomasidir. Ama diplomasi ile birçok güçlüğün aşılacağına inanıyorum. Ve köklü bir diplomasi geleneği, bu kadar büyük bir diplomat potansiyeli olan Türkiye’nin bu işte çok önemli rolleri üstlendiğini ve üstleneceğini ileride görmekten de ayrıca güven duyuyorum.

Dikkate almamız gereken bir diğer önemli dinamikse, küresel ekonomide kırılganlığın sürdüğüdür. Toparlanma emareleri görülse de hala küresel ekonomide ciddi gelişmeler söz konusu değildir. Burada önemli olan dışarıdan gelen dalgalara ilave içeride yeni bir dalga, bizden kaynaklanan bir ekonomik problemin ortaya çıkmamasıdır. Buna hepimizin çok büyük özen göstermesi gerektiğine inanıyorum. Bu bağlamda, son yaşadığımız gelişmelerden, iş dünyasının adeta demoralize edilmesinden de doğrusu büyük bir üzüntü duyuyorum.

Değerli Diplomatlar,

Takdir edersiniz ki ekonomi, siyasi ilişkiler bakımından pozitif gündem oluşturan bir yumuşak güç faktörüdür. Siz değerli büyükelçilerimize bu kritik konuda ayrıca önemli görevler de düşmektedir. Zira artık bir büyükelçinin tahlil, tavsiye ve temsil görevlerinin çok ötesinde yapacağı işler vardır. Sadece siyasi ve jeopolitik konularla sınırlı tutamayız sizin faaliyetlerinizi. Bu anlamda ekonomi diplomasisinin sizin önemli bir faaliyet alanınız olduğunu da bilmeniz gerekir. Bu konuda yapacağınız çalışmalar bazen siyasi konularda yapacağınız çalışmaların da önüne geçebilir. Çünkü bugünkü iletişim dünyasında merkez, artık bulunduğunuz bölgelerdeki siyasi gelişmeleri bazen sizden daha önce ve hızlı takip edebilmektedir. Onun için faaliyetlerinizi daha çok ekonomik alana kaydırırsanız ülkenize en büyük hizmetlerden birini yapacağınıza emin olabilirsiniz.

Değerli Büyükelçiler,

Türkiye’nin içeride ve dışarda tekrar pozitif gündemle yerini alması gerektiğine inanıyorum. Çünkü 1. Dünya Harbi’nin 100. Yıl Dönümü önümüzdeki yıllarda. Bu yıllarla ilgili Türkiye’nin negatif şekilde birçok merkezlerde gündeme getirilme ihtimali vardır. Birçok merkezlerde gündeme getirilme ihtimali vardır. Bütün bunlara  hazırlıklı  olabilmek için her şeyden önce Türkiye’nin tekrara içinin parlaması  ve dışarıya ışık veren, daima pozitif mesaj veren bir ülke haline gelmesini süratle sağlamamız gerekmektedir.  Bu döneme girerken Türkiye, imajı parlak; demokratik hukuk düzeni güçlü; ekonomisi istikrarlı ve dostluğuna önem verilen bir ülke olmalıdır.

AB ile katılım müzakereleri sürecinde 2014 yılı da yine bizim için yeni bir başlangıç yılı olmalıdır. Hem AB tarafı hem Türkiye tarafının siyasi iradelerinde yeni değişikliklerin ortaya çıkması gerekir. AB tarafında bununla ilgili işaretleri görüyoruz, başta Fransa olmak üzere.

Ayrıca vize muafiyeti diyaloğu gibi önemli bir alanda atılan adımın da bu pozitif gelişmeyi ayrıca destekleyeceğine inanıyorum. Şunu da unutmayalım ki AB çerçevesinde yaptığımız her şey aslında Türkiye’nin yararına olmuştur ve Türkiye’nin gücüne güç katmıştır.

Diğer taraftan, müttefiklerimizle ilişkilerimize özen göstermemiz ve bunun önemini kavramaktır.  Elbette ki, çeşitli konularda müttefiklerimizle görüş ve yaklaşım farklıklarımız olacaktır. Milli menfaatlerimiz ve ulusal çıkarlarımız söz konusu olduğunda bu konulardaki tercihlerimiz müttefiklerimiz tarafından da anlaşılmalıdır ve anlayışla karşılanmalıdır.

Hepimizin bildiği gibi, ittifak ilişkilerinde farklılıklar istisna, dayanışma ve ortak güvenlik şemsiyesinden yararlanmada esastır. Bu itibarla, müttefiklerimizle ilişkilerimizde karşılıklı güven içerisinde daha da zenginleştirmenin Türkiye’nin çıkarına olduğuna inanıyorum.

Değerli Büyükelçiler,

Bu toplantılarda dediğim gibi çok geniş bir şekilde bütün bunları tartışacaksınız. Ben sadece sizlere bazı konu başlıklarını ve üzerinde yoğunlaşmanız gereken konularla ilgili görüşlerimi burada paylaştım. Ama unutmayın ki bu toplantıların faydalı hale gelmesi ve burada yapılacak bütün tartışmalardan güzel fikirlerin çıkması ve bunların politikaya dönüştürülmesi Türkiye için çok ayrı bir zenginlik olacaktır. Bunun bilincinde olduğu için bakanlığımız, Sayın Bakan ısrarlı bir şekilde  ve gayet doğru bir şekilde sizlerle  senede bir kez bir araya geliyor.

Sadece bakanlık mensupları değil, ülke bir bütün olduğuna göre ülkenin diğer konularıyla ilgili sorumlu siyasetçiler, Sayın Bakanlar, onlarla da bir araya geliyorsunuz ve onların da görüşlerini dinliyorsunuz, görüşlerinizi paylaşıyorsunuz. Bunun büyük bir zenginlik olduğuna inanıyorum ve bu toplantılarınızda hepinize başarılar diliyorum.

Ayrıca 2014 yılının sizler için, aileleriniz için herkes için iyilikler getirmesini de temenni ediyorum.

Hepinize tekrar hoş geldiniz diyorum.

Yazdır Paylaş Yukarı