Sayın Başkan,
Kıymetli Lordlar,
Avam Kamarası’nın Kıymetli Üyeleri,
Bugün burada, Westminster Sarayı’nda, Parlamento’da grubu bulunan tüm partilere hitap etmek benim için büyük bir mutluluk. Burada Muhafazakâr Parti, İşçi Partisi ve Liberal Demokratlardan Türkiye’nin Dostları gruplarının üyelerini de görüyorum, bundan da ayrıca mutluyum. Burada dostum Jack Straw’u tanıyorum, bazılarınızı NATO Parlamentolar Asamblesi’nden bazılarınızı da Türkiye-İngiltere Parlamentolar Asamblesi’nden tanıyorum.
Türkiye’nin Dostları yapısı, Britanya’daki bütün politik, siyasi partilerin içinde var ve böylesi bir yapının olması da bizim için bir onur. Aynı zamanda bu, Birleşik Krallık ve Türkiye arasındaki stratejik ortaklığın halk seviyesinde bütün partilerde desteklendiğini de bize göstermekte. Bu noktada biz rakiplerimizin fikirlerini değiştirmeye çalışırken dostlarımızın bu şekilde desteğini bulmayı da çok büyük önem atfediyoruz. Bu ilişkileri idame ettirip bunları daha da ileriye taşımak için dostlarımızla da çaba sarf etmemizin gerekliliğine inanıyorum. İşte bu nedenle bugün burada, Türkiye'nin dostları arasında ilişkilerimizi daha da derinleştirip daha da geliştirme konusunda fikir alışverişinde bulunma imkânımız var.
Avrupa’nın iki ucunda bulunan iki ülkeyiz aynı zamanda, Avro-Atlantik ve Avrasya bölgelerinin de temsilciliğini yapıyoruz. Türkiye ve Birleşik Krallık, bu bağlamda Avrupa ve geniş bağlamda da dünya ölçeğinde benzer vizyonlar taşımaktadır. İşte bu nedenle bizim işbirliğimizin önemi ikili bağlamdan ötesine gidiyor. Daha geniş bir coğrafya için çok büyük bir değer arz ediyor. Bugünkü toplantım dolayısıyla bizim güçlü ilişkilerimiz ve tarihsel dostluğumuzun da güçlenmesine katkıda bulunacaktır. Burada tarihsel derken sadece on yılları veya bir yüz yılı kastetmiyorum. Bizim diplomatik ilişkilerimiz 16.yy’a kadar dayanıyor. İngiltere’ye, Büyük Britanya’ya ziyaret gerçekleştiren ilk Türk Devlet Başkanı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Padişahı Sultan Abdülaziz’di ve bu 150 sene önce gerçekleşen bir ziyaretti. Ona eşlik eden vakainüvistler ve tarihçiler o dönemki ziyaretin amaçlarını üç noktada özetlemişlerdi. Birincisi ülkenin gücünü arttırmak, kuvvetlendirmek. İkincisi, o dönemin diğer önemli devletleriyle dostane ilişkileri tesis etmek ve güçlendirmek, aynı zamanda da Avrupa’nın önde gelen uluslarının idari ve sosyal yapılarını görme fırsatı bulmak, bu sayede kendi halkının refahını arttırabilmek. Bu noktada Türkiye ile Birleşik Krallığın hala birbirlerini güçlendirecek iyi ilişkilere sahip olduğunu görüyoruz. Bizim ortak değerlerimiz sayesinde birbirimizden öğrenecek ve faydalanacak çok şeyimiz var. Bu sayede halklarımızın yaşam standartlarını iyileştirebiliriz.
Kıymetli Dostlarım,
Dünya şu anda tarihsel bir dönüşümden geçmekte. Bizim bugünün ortaya çıkan olaylarıyla mücadele edebilmemiz için bu noktada gelecek nesillerin yaşamlarına da etki edecek önemli kararlar almamız lazım. Afrika’dan Asya’ya, Avrupa’dan Ortadoğu’ya geçmişin düzeni artık değişiyor. Aslında biz daha önceden görmediğimiz sulara yelken açıyoruz. Türkiye ve Birleşik Krallık doğru bir rotada seyreden ortak bir geminin dümeninde olan iki ülke ve bu noktada Türkiye ile Birleşik Krallığın birçok alanda yan yana olduğunu görüyoruz. Bu alanları saydığımız zaman G20 üyeliğimiz sayesinde küresel ekonomiye istikrar getirme ve güçlendirme çabalarımız var. Avrupa’yı tamamen barış ve özgürlük bölgesi yapma çabalarımız var. NATO içerisindeki işbirliğimizle Avro-Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamaya çalışıyoruz. Afganistan, Irak ve Libya gibi bölgelerde güvenlik ve istikrara katkıda bulunuyoruz. Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgelerinde ülkelerin işleyen birer demokrasi haline dönüşüm çabalarını ortaklaşa destekliyoruz.
Bu noktada Türkiye’yi yakından tanıyan ve Türkiye’ye yakın duran bir topluluğa hitap ederken Türkiye’nin bu konularda ne düşündüğünü ben tekrar dile getirmenin gereğini duymuyorum. Ama kısa bir şekilde Arap Baharı ve Avrupa ile ilgili bazı şeyler söylemek istiyorum. Arap Baharı ile ilgili her bir ülkede bu değişim rüzgârlarının dümenine girmiş olan her bir ülkede neler olacağına dair sağlam bir tahmin yapabilmek için hala çok erken. Şu çok açık ki bölgede demokrasiye yöneliş kaçınılmaz ve geri döndürülemez bir şekilde başlamış durumda bulunuyor. Elbette ki bu yolda inişler ve çıkışlar olacaktır. Her bir ülke kendi spesifik koşullarına göre kendi dengesini bulacaktır. Ne var ki bizler şu anda on yıllardan beri devam eden bölgedeki sefaletin bir son bulabilmesi için altın fırsata sahip olduğumuzu düşünüyoruz. Ve umuyoruz ki insanların onurlu bir yaşam sürme yönündeki samimi istekleri gerçeğe dönüşür. Bu noktada insanlar kendi hayallerini gerçekleştirmek için sürücü koltuğunda oturmalılar ama uluslararası camianın da burada oynayacağı bir rol var. İşte Türkiye, başlangıcından bu yana bu ülkelerdeki halkların meşru talep ve beklentilerini desteklemektedir. Bu desteği de bölgedeki liderlerin gerekli reformları yapmaları ve olumlu değişikliklere imza atmaları konusunda onları teşvik etmek ve onlara, hatta bazen baskı yapmak yoluyla bu desteği gerçekleştirdik. Bu işe yaramadığında tabi ki bu rejimler üzerindeki baskımızı arttırdık ve Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de yaptığımız gibi halkın yanında olduk. Aslında Türkiye’nin bu noktada bu sürece sağladığı katma değer eski sistemlerin yerine yeni sistemlere tesis edilmeye başlandığında çok daha yakından görülecektir. Bu noktada Türkiye, bölgeyle gerek kültürel yakınlığı gerekse de tarihsel bağları sayesinde bir ilham kaynağı vazifesi görmekte. Sağlam bir demokrasi kurma yönündeki ve işleyen bir pazar ekonomisi olma yönündeki deneyimiyle ve halkının büyük bir çoğunluğunun Müslüman olmasıyla Türkiye, bölgede benzer bir sonuca ulaşmak isteyen herkese kıymetli bir ortaklık teşkil edecektir. Özellikle bizim dini özgürlükler ve laiklikle ilgili yaklaşımımız, bu ülkelerde demokratik çoğulculuğun, devlet ve toplum arasındaki uyumun önemi konusunda yaptıklarımız gerçekten çok önemli. Bölgede din ve siyaset arasındaki doğru dengeyi sağlamaya çalışan çok sayıda ülke için Türkiye örnek teşkil edebilir. Bu bölgede Mısır, Tunus ve Libya’da işte bizim tavsiye ettiğimiz şey de budur. Bunu söyledikten sonra bölgede dönüşüm o kadar önemli, o kadar kapsamlı ki tüm uluslararası camia bu süreci desteklemeli, kolaylaştırmalı. Bu bağlamda biz kendi katılım sürecimiz içerisinde nerede durursak duralım Türkiye ve Avrupa Birliği’nin bölgedeki reformların kolaylaştırılması ve desteklenmesi konusunda ortak bir tavır alması ve güçlü bir şekilde destek vermesi lazım.
Hanımefendiler ve Beyefendiler,
Bu vesileyle şimdi Avrupa’nın geleceğiyle ilgili noktaya gelmiş bulunuyorum. Bizim Avrupa vizyonumuz açıktır. Avrupa, barışın ve refahın tüm dünyada kendi değerleri ve ilkeleri doğrultusunda teşvik edilmesi için çalışan küresel aktörlerden biridir. Bugün çoğu insan bu vizyonun tüm Avrupa Birliği bölgesi içindeki mevcut ekonomik krizin tehdidi altında olduğunu düşünmekte. Aslında Avrupa için gerçekten sağlam ve cesur adımlar atılması için zorlu bir zaman. Umuyorum ki Avrupa Birliği doğru ekonomik tedbirlerle bu krizi de aşacaktır.
Bunu söyledikten sonra müsaadeniz olursa sadece ekonomik başarınızın Avrupa Birliği’nin dünyada etkili bir küresel oyuncu olmasını sağlamayacağını vurgulamak istiyorum. Geçmişte bu böyle olmadı, gelecekte de böyle olmayacak. Avrupa Birliği’nde eksik olan şey stratejik bir bakış. Bu stratejik basiretsizlik, Avrupa Birliği liderlerinde gördüğümüz stratejik basiretsizliğin de bu süreçte, bu problemde elbette ki bir rolü var. Küresel çekim merkezinin Asya’ya kaydığı bir dönemde ve demokratik gelişmenin Avrupa’nın doğu ve güney sınırlarını zorladığı bir dönemde, burada Arap Baharı’ndan bahsetmek istiyorum. Bu içe dönük Avrupa yaklaşımının Avrupa’da belli bir stratejik maliyeti elbette ki olacaktır. Mevcut ekonomik krize rağmen Avrupa Birliği üyeleri Avrupa’yı tamamen içine dönük bir yer haline mi getirecekler ve yeni engeller mi koyacaklar . Bunun kararını vermek durumundalar. Avrupa, yeni dünya düzeninin oluşturulmasında, orada olmayan bir aktör haline gelir eğer böyle yapılırsa veya eğer Avrupa kapılarını açan, gerçekten farklılıklarını kucaklayan ve diğer güç merkezlerinin ötesinde kalmak istemeyen bir yer olmak istemiyorsa bu kapılarını sonuna kadar açmalıdır. Kültürel, sosyal, siyasi ve ekonomik bakış açısından bakıldığında Avrupa’nın az önce bahsettiğim ikinci yolu tercih etmesi tabi ki su götürmez bir gerçektir.. Böyle bir Avrupa, içerisinde Jean Monnet ve Robert Schumann gibi kurucu babaların ‘farklılık içerisinde birlik’ düşüncesi gündeme gelmektedir.
Sayın Başkan,
Avrupa Birliği – Türkiye ilişkilerine geldiğimiz zaman, ortada yapay ve adil olmayan engeller var bizim tam üyeliğimizin önünde. Müzakere sürecinin normal minvalinde gitmesine müsaade edilmiyor. Bir yılı aşkın süreden bu yana yeni bir fasıl açmamıza müsaade edilmiyor. Bunu da yapan Kıbrıs Rum Yönetimi ve Fransa’nın blokajı. Tüm bu engellere rağmen biz katılım müzakereleriyle ilgili sorumluluklarımızı yerine getirme konusunda kararlıyız. Ben inanıyorum ki Avrupa Birliği ile birlikte gerçekleştirdiğimiz katılım sürecinin bizim mevcut ekonomik istikrar ve demokratik reformlarımıza önemli bir katkısı olmuştur ve olacaktır. Aynı zamanda mevkidaşlarımızdan da Türkiye’nin Norveç gibi katılım müzakerelerini başarılı bir şekilde tamamlaması için fırsat verilmesini talep ediyoruz. Biz onlara şunu hatırlatıyoruz; katılım süreci müzakereleri tamamlandığında Avrupa Birliği’ne katılım kararını, Avrupa Birliği’nin halkları değil sadece aynı zamanda Türkiye halkı da verecektir.
Hanımefendiler ve beyefendiler,
Kıbrıs konusunda da garantör olan üç ülkeden biri olan Birleşik Krallık, Kıbrıs meselesinin esasında ne olduğunu dünyadaki diğer ülkelerden çok daha iyi biliyor. Bu nedenle ben bu noktada bu meselenin ayrıntılarına girmek istemiyorum. Ne var ki şunun da altı çizilmeli ki, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde Kıbrıs meselesine çözüm bulmayı istememe iradesi var ve diğer taraftan Avrupa Birliği’ndeki birçok üye ülke de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bahanesi arkasına saklanmakta. Bilindiği üzere Türk tarafı, adanın birleştirilmesiyle ilgili yapılan müzakerelerde gereken bütün çabayı ortaya koymuştur. Annan Planı, Avrupa Birliği tarafından da uluslararası camia tarafından da desteklenip onaylanmıştı ama Rum Yönetimi bunu reddetmişti. Buna rağmen üye olmalarına müsaade edildi. İleri gelen Avrupa Birliği ülkelerinden yayınlanan deklarasyonlar ve beyanlarda Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bütün adayı temsil etmeden Avrupa Birliği üyesi olduğu ifadesi var ve bu hala arşivlerde. Aslında Avrupa Birliği kendi ilkeleriyle çelişmekte bu noktada. İlk defa kendi iç sorunlarını çözmemiş bir ülkeyi Avrupa Birliği’ne aldı. 2012 yılının ikinci yarında Avrupa Birliği dönem başkanlığının böylesi yarım bir hükümete geçmiş olması da Avrupa Birliği’nin bu noktada ortaya koyduğu zafiyeti göstermektedir. Bu sorgulanması gereken bir şey, Avrupa Birliği’nin kendisi bunu sorgulamalıdır. Daha da önemlisi Avrupa Birliği, tüm bunları müzakereler devam ederken normal kabul ediyordu. İşte bu nedenle de Kıbrıs Rum Yönetimi’nin herhangi bir şekilde çözüm arama zorunluluğu hissetmemesine neden oldu. Açıkçası Avrupa Birliği bu vesileyle bir çözümsüzlüğü desteklermiş gibi bir pozisyona girdi. İşte bunun sonucu olarak, bu koşullar altında Avrupa Birliği’nin, adanın yeniden birleşmesini imkânsız kılacak bir süreci başlatmış olmasından da korkuyorum. Böylesi bir sürecin sonuçlarının herkes tarafından görüleceğini de hatırlatmak isterim. Avrupa Birliği, eğer siyasi iradeyi ortaya koymuş olsaydı bu sorunu çözebilirdi.
Bizim Britanyalı dostlarımız bu siyasi iradenin Avrupa Birliği tarafında hayata geçmesi konusunda destek sağlayabilirler.
Değerli Dostlarım,
150 sene önce Sultan Abdülaziz Avrupa turundan döndüğünde ki -48 günlük bir tura çıkmıştı-, bugün ben üç ya da dört günlük bir geziye çıkıyorum. Halkına şöyle bir mesaj vermişti sultan; ‘Bizim mutluluğumuz ve barışçıl halimizle birlikte biz ziyaret ettiğimiz yerleri iyi amaçlarla ziyaret ediyoruz’. Türkiye’ye gittiğim zaman benim de vereceğim mesaj şu olacaktır; Türkiye’nin amaçları ve daha iyi bir dünya isteği buradaki güçlü müttefikimiz Birleşik Krallık tarafından da paylaşılmaktadır. Türkiye ve Birleşik Krallık, kararlılıkla birlikte çalışıp dünyayı yaşanacak daha iyi bir yer, daha güvenli bir yer haline getirmeye çalışacak.
Teşekkür ediyorum.