Uluslararası İşbirliği Platformu 4. Boğaziçi Zirvesi Onursal Açılışı'nda Yaptıkları Konuşma

20.11.2013
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Değerli Misafirler,

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Uluslararası İşbirliği Platformu tarafından bu yıl dördüncüsü düzenlenen "Boğaziçi Bölgesel Ortaklık Zirvesi"nin açılışında sizlerle biraraya gelmekten büyük bir memnuniyet duyuyorum duyuyorum, herkese hoş geldiniz diyorum. Özellikle yurt dışından gelen çok değerli misafirler olduğunu biliyorum.

Antik çağlardan bu yana Avrasya'nın merkezinde insanları, fikirleri ve fırsatları buluşturan İstanbul, sivil toplum diyaloğunun da adeta merkezi haline geldi. Bir taraftan ekonomik toplantılar, diğer taraftan turizmle ilgili kongreler, fikir toplantıları, bu tip buluşmalar İstanbul’u çok önemli bir merkez yaptı. Bugün bu toplantılardan birisini burada gerçekleştiriyoruz.

Uluslararası İşbirliği Platformu'nun (UİP)kurumsallaşmasını pekiştirerek, küresel ve bölgesel meselelerin ele alındığı bir düşünce merkezi haline dönüşmesine emeği geçen, başta Yüksek İstişare Kurulu Eş-Başkanları Sayın Ali Coşkun ve Sayın Mehmet Büyükekşi olmak üzere, herkese teşekkür ediyorum. Gayretleriyle bu platform giderek güçlenerek yoluna devam ediyor.

Bu yıl "Sürdürülebilir Küresel Rekabette Ortadoğu ve Kuzey Afrika" temasıyla düzenlenen konferansın verimli geçmesini temenni ediyorum.

Değerli Katılımcılar,

Uluslararası İşbirliği Platformu'nun 2010'daki ilk konferansında bilginin, sermayenin ve insanların tarihte görülmemiş bir hızla dolaştığına işaret ederek, bunun beraberinde getirdiği fırsat ve sorunlara değinmiştim.

O zaman olduğu gibi, bugün de sürdürülebilir refah ve kalkınmanın üç temel çarpanın barış, iyi yönetişim ve bilgi olduğuna inanıyorum. Bir başka ifadeyle barış, istikrar ve kalkınma arasında ayrılmaz bir bağ bulunduğu kanaatindeyim.

Bu çerçevede, öncelikle son dönemde yaşanan gelişmelere kısaca değinmek istiyorum.

 

Geride kalan üç senede, insanlık medeniyetinin beşiği olarak kabul edilen Akdeniz'in kuzeyinde ekonomik, siyasi ve sosyal boyutları her geçen gün daha fazla hissedilen bir kriz etkisini tüm gücüyle göstermiştir.

Güneyinde ise, asırlık statükonun temellerini sarsan halk hareketleri ortaya çıkmıştır. İç meşruiyet sorunu yaşayan ülkelerde başgösteren halk hareketleri, yönetim yapılarının halkın talepleri doğrultusunda şekillendirilmesine yönelik bir süreç başlatmıştır.

Bizler savaşların, yoksulluk ve kıtlıkların acılarını; barış ve refahın ise kıymetini çok iyi bilen bir neslin temsilcileriyiz.

Yakın çevremizde yaşananları en iyi şekilde anlamaya çalışma gayretimizin sebebi, büyük fedakârlıklarla elde ettiğimiz kazanımları koruma ve yayma arzusudur.

Bu açıdan, Akdeniz Havzası'nı tesiri altına alan son süreçleri, bazı makro dinamiklerden bağımsız değerlendirmek mümkün değildir.

Mevcut durumu anlamaya çalışırken ve geleceğe dönük planlama yaparken, dünyamızın çok boyutlu, çok katmanlı ve çok yönlü bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçtiğini göz ardı edemeyiz.

İlk olarak, iki kutupluluk sona ermiş, ancak yerine nasıl bir düzen tesis edileceği henüz netleşmemiştir. Siyasi ve ekonomik güç merkezlerinin giderek çeşitlendiği bir zaman diliminde yaşıyoruz.

Asya, küresel ekonomide 18. yüzyıldaki ağırlıklı konumunu geri kazanmaya başladı. Çin, Hindistan, Rusya ve Türkiye gibi ülkeler sürecin ilgi odağındadır. Küresel ekonomik büyümenin %90'ından fazlasını, gelişmekte olan bu tarz ülkeler kaydetmektedir.

Zengin beşeri ve tabii kaynaklarıyla, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri de, değişen dünya düzeninde kendilerine yeni bir yer arayışındadır.

Dikkat çekmek istediğim ikinci makro trend, son yıllarda iş, finans, ticaret ve yatırım alanlarında yaşanan köklü global değişimlerdir. Otuz yıl öncesine kıyasla, küresel ticarette büyük bir patlama yaşanmaktadır. Üretimde küresel ölçekte tedarik zincirleri oluşmuştur. Bölgesel ticari bloklar yaygınlaşmıştır. Ülkeler, hiç olmadıkları kadar birbirlerine bağımlı hale gelmiştir. Neticede refah artmış, yoksulluk azalmıştır.

Bununla birlikte, gelir dağılımı açısından ülkeler arasında ve hatta aynı ülke içinde ciddi dengesizlikler ortaya çıkmıştır. Zengin ile fakir arasındaki uçurum giderek artmaktadır.

Toplumsal huzursuzlukları körükleyen bu faktör, bugünkü konferansın konusunu teşkil eden Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da ortaya çıkan halk hareketlerini doğuran temel etkenlerden biridir.

Üçüncü olarak yerel gibi görünen konuların hepimizi etkileyen küresel sonuçlar doğurduğu bir asrı yaşıyoruz. Mali ve iktisadi krizler, doğal afetler, kıtlık, gıda ve enerji fiyatlarındaki artış, bulaşıcı hastalıklar gibi sorunlar artık geniş kitleleri etkiliyor.

Hiç şüphesiz ki, konferansımızın başlığını teşkil eden bölge ülkeleri de bu süreçten etkilenmektedir.

Kendi kendini ateşe vererek büyük çaplı bir dönüşüm dalgasının fitilini ateşleyen Tunuslu sokak satıcısı, hiç şüphesiz gelecek umudu kalmadığı için bu yola başvurmuştur. Kitleler onurları, gelecekleri için ayağa kalkmıştır. Sorunların, bu tür eylemlere sebebiyet verecek raddeye ulaşmadan çözümü için çalışılması gerektiği açıktır.

Küreselleşmenin nimetlerinden faydalanmaya devam etmek ve rekabeti sürdürülebilir kılmak için, gelir dağılımı adaletsizliği başta olmak üzere, tüm bu sorunların çözümünde ortak sorumluluk üstlenmeliyiz.

Üç yıl önceki konuşmamda, devletin merkezinde yeraldığı çözüm reçetelerinin yetersizliğine değinmiştim. Bugün, bu tespitin altını tekrar çizmek istiyorum. Bahsettiğim tüm bu sorunların çözümü için, devletler kadar sivil toplumun da sahiplenmesine ve desteğine ihtiyaç vardır. Bir başka ifadeyle, hepimiz çevremizde yaşananlara karşı duyarlı olmalı ve hepimizi ilgilendiren sorunların çözümünde sorumluluk almalıyız.

Kıymetli Misafirler,

Bu küresel sancıların en ağır şekilde hissedildiği coğrafyaların başında Ortadoğu ve Kuzey Afrika gelmektedir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da başlayan halk hareketleri, az önce saydığım meselelerin farklı ölçeklerde biraraya gelmesinin ürünüdür.

Üç yıl önce başlayan dönüşüm süreci bitmemiştir. Zira, halkların en temel ve meşru talepleri olan özgürlük, adalet ve eşitlik beklentisi büyük ölçüde karşılanmamıştır. Toplumsal mutabakatın temelinde yer alan, insanlık onuruna yakışır bir temsili sistem ihtiyacı da, devam etmektedir.

Bundan tam on sene önce Dışişleri Bakanlığım döneminde, bu bölgedeki yapıların halkların meşru özlemlerini karşılamaya yetmediğini vurgulamıştım. Ayrıca, iyi yönetişim, şeffaflık ve hesap verebilirlik taleplerine karşılık verilmesi gerektiğini belirtmiştim. Bu sözlerimi, inandığım evrensel değerler kadar, ekonomik bir rasyonaliteye de dayandırmıştım.

Düşünün, 350 milyonluk bu coğrafyada son otuz yıl içinde yıllık ortalama büyüme hızı % 0,5'te kalmıştır. Bu coğrafyadaki nüfusun %60'ı, 25 yaşın altındadır. Hızlı nüfus artışının etkisiyle, on yıl içinde 50 milyon ilave kişiye istihdam sağlanması gerekmektedir. Halihazırda 65 milyon kişi, fakirlik sınırının altında yaşamaktadır. Tüm bu sosyal ve ekonomik dinamikler göz önünde tutulduğunda, asırlık statükonun sürdürülebilir olmadığı aşikârdı.

2002'de Arap entelektüelleri tarafından kaleme alınan bir raporda belirtildiği gibi, bölgenin geri kalmasına neden olan üç temel açık mevcuttur. Bunlar "bilgi alanındaki açık", "ekonomik ve siyasi hayata katılımdaki açık" ve "özgürlükler alanındaki eksiklerdir.

21. asrın, geniş bir demografiyi demokrasiyle buluşturan en önemli bölgesel dinamiği olan Arap Uyanışı, bu açıkların kapatılması bakımından tarihi bir fırsattır.

Esasen bu süreç başladıktan sonra özgürlükler alanında nispi bir ilerleme katedilmiştir. Siyasi ve iktisadi katılım alanında da umut verici gelişmeler yaşanmaktadır. Bilgi açığının giderilmesi ise, ilk iki alanda sağlanacak ilerlemeye bağlıdır.

Bununla birlikte, bölgedeki ülkelerin bu doğrultudaki ilerleme hızları aynı değildir. Bunu tabii karşılamak gerekir. Henüz yolun çok başındayız. Her ülke, iç dinamikleri ve kendine özgü koşulları çerçevesinde hızını ayarlayacaktır. Batı'nın demokrasi, serbest piyasa ekonomisi ile bilgi ve teknoloji çağına geçişinin yüzyıllara yayılan bir süreç olduğunu hepimiz biliyoruz. Hiç bir zaman demokrasi bir gecede gelmemiştir. Hiç bir zaman demokrasi bir haftada, bir yılda bir yere hâkim olmamıştır. Bu, uzun bir süreçtir ve pekişe pekişe gelişen, kendisini iyileştiren bir süreçtir. Bugün demokrasiyle idare edilen, çok partili sistemlerin içinde onlarca yıldır bulunan ülkelerde bile hala sürecin geliştiğini görmek, iyileşmenin ve mükemmelleşmenin sonunun olmadığını görmek, herhalde bugünkü Arap ülkelerinde olup bitenlerin hala ne kadar zamana ihtiyaç olduğunu çok daha iyi anlatacaktır.

Burada hayati önem taşıyan nokta, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki demokratik süreçlerin kesintisiz şekilde sürmesidir.

Bölgedeki siyasi ve dini liderler ile kanaat önderlerine düşen temel sorumluluk, ülkelerindeki değişim sürecini akıl ve sağduyuyla yönetmek ve değişimin doğru yönde ilerlemesine öncülük etmektir.

Kıymetli Misafirler,

Dönüşüm sürecinin sancılarını yaşayan bu bölgede göz ardı edilemeyecek bir diğer önemli dinamik, ulus devletlerin inşası sürecinde baskı altında tutulan etnik ve mezhep temelli geleneksel aidiyetlerle ilgili bilincin yeniden su yüzüne çıkmasıdır.  Etnik ve mezhepsel aidiyetlere dayanan kimlikler, bölge genelinde ulusal kimlikler aleyhinde güç kazanmaktadır.

Etnik, dini veya mezhebi aidiyeti ne olursa olsun, herkesin kendini ve geleceğini güvende hissedeceği bir dönemi başlatmak için ne yapılması gerektiğine, yine bölge ülkeleri karar vermelidir. Bu bağlamda, şu hususlara mutlaka dikkat edilmelidir.

İlk olarak, etnik ve mezhebi aidiyetlerle ilgili meselede, önümüzdeki seçenekler bellidir. Ya kazananı olmayacak bir mezhepsel çatışma senaryosu sergilenecek veyahut tüm farklılıklara karşın, bölgesel bir işbirliği modeli hayata geçirilecektir. Bu da gayet açıktır; aslında bölünmenin, çatışmanın da sonu yoktur. Küçük bir köyde bile bölünme için birçok gerekçe bulabilirsiniz. Hele Ortadoğu gibi çok çeşitliliği olan, farklılığı olan, gerek etnik, gerek dini, gerekse mezhep açısından çok farklılığı olan ülkelerde bölünme, parçalanma ve iç mücadele için sebep aranırsa birçok sebep çıkartılabilir. Ama bunun da sonu yoktur. Bu tip çatışmaları Avrupa ülkeleri Ortaçağ’da yaşamışlar ve çok büyük maliyetler ödemişlerdir. Şimdi Ortadoğu coğrafyasının, İslam coğrafyasının bu çatışmalar yerine tam tersine bütün bu farklılıkları zenginlik gibi görüp, beraber yaşama, dayanışma içerisinde olmaya, herkesin birbirine saygı ve sevgi göstererek, bütünleşmeye ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Ancak o zaman enerjiler, potansiyeller, değerler kalkınmaya, refaha, gelişmeye harcanabilecektir. Yoksa bütün kaynaklar tamamen israf edilecektir, boşa gidecektir. Çok daha uzun yıllar sürecek büyük sıkıntılar içinde olunacaktır. Bunu da örnekleri yakın tarihimize baktığımızda gözümüzün önündedir. Gerçekten alınacak çok büyük örnekler vardır.

Birinci seçeneğin maliyeti, bölgemizde dini etnik ve mezhepsel fay hatları temelinde uzun süreli bir istikrarsızlığın tohumlarının atılmasıdır. Halen Suriye'de yaşanmakta olan ve 110 binden fazla insanın hayatına mal olan iç savaşta, ilk senaryoyu hâkim kılma arzusunun payı büyüktür.

İkincisi ise bölgesel sahiplenme ve işbirliği ruhunun pekiştirilmesidir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da ortaya çıkan risklerin bertaraf edilmesinin ve fırsatlardan en iyi şekilde yararlanılmasının anahtarı bölgesel işbirliğidir.

Bu bölgedeki sorunlara, yine bölge ülkeleri ve liderleri çözüm aramazsa, başkaları kendi çözüm formüllerini dayatacaktır. Yakın geçmişte, bunun örneklerini yaşadık. Ne büyük acılara ve kıyımlara sebep olunduğuna şahitlik ettik.

Şimdi öncelikle yapılması gereken, uluslararası barış ve güvenliğe en büyük tehdidi oluşturan iç çatışmaları sona erdirecek yerel çözümler üretilmesi için çalışmaktır. Bu sağlanabildiği takdirde, kendi iç barışını tahkim eden her ülke, bölgesel barışın en güçlü savunucusu olacaktır.

Bu doğrultuda atılacak adımlar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'nın küresel düzende hak ettiği yeri elde etmesi bakımından da, büyük önem taşıyacaktır.

Üçüncü olarak, bölgesel çözüm perspektifinin canlı tutulması kadar etkin bir güvenlik ve işbirliği mimarisine de ihtiyaç duyulmaktadır.

Esasen, Orta Doğu'nun kitle imha silahlarından arındırılmasını sağlayacak AGİT benzeri yeni bir güvenlik mimarisi oluşturulması gerektiğini, çeşitli platformlarda uzun süredir dile getiriyorum.

Tüm bölge ülkelerini, bu öneriye destek vermeye her yerde davet ediyorum.

Son olarak, yeni bir bölgesel güvenlik mimarisi oluşturulurken, özgürlük-güvenlik dengesinin önemine dikkat çekmek istiyorum. Bu denge, bölgede uzun vadeli istikrar ve kalkınmanın anahtarıdır.

Bu noktada, farazi güvenlik risklerini öne sürerek özgürlükleri kısıtlayan politikaların, Orta Doğu'ya istikrar ve güvenlik getirmeyeceğini bir kez daha vurgulamakta yarar görüyorum. Güvenlik için özgürlüklerden taviz vermek, insanların demokrasiye olan inançlarını kaybetme riskini beraberinde getirecektir.

Kısaca izah etmeye çalıştığım bu dört alanda titiz ve kararlı çalışmalar yürütüldüğü takdirde, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin, hızlı bir yükseliş sürecine geçmemeleri için hiçbir neden yoktur. Ortadoğu ülkelerinin kendi tabii kaynakları, zenginlikleri, Mağrip ülkelerinin Akdeniz’e yakınlığı yüzlerce, binlerce kilometre kıyısı olan ülkeler, Avrupa’ya bu kadar yakın olan ülkeler, her bakımdan çok büyük potansiyel içermektedir. Ama şu dünyanın her tarafında geçerli olan bir gerçektir: Önce istikrar ve güvenlik ve bölgesel dayanışma. Dünyanın hangi bölgesine bakarsanız bakın, güvenliğin olmadığı yerde ekonomik kalkınma söz konusu olmamıştır, refah asla söz konusu olamamıştır. Ama dünyanın en karmaşa olan yerinde bile, yüzyıllardır birbirleriyle savaşan milyonlarca insanın öldürüldüğü yerlerde bile ne zaman ki istikrar ve güvenlik gerçekleşmiştir, bunun üzerinde de ekonomik kalkınma ve refah yükselmiştir. Birinci mesele bütün bu bölgenin insanlarının mutluluğu, refahı için, gelecek nesillerin refah içerisinde yaşaması için, gelecek nesillerin bu toprakların kaynaklarını kendi refahlarında kullanabilmeleri için birinci unsur, istikrardır ve güvenliktir. Bunun da yolu bölge liderlerinin sağduyulu ve rasyonel liderliklerinden geçmektedir. Açıkçası bunun örnekleri iyi olarak da, kötü olarak da çoktur.

Şahsen, sahip oldukları zengin beşeri kaynaklar ve yetişmiş insan güçleriyle, bu bölgedeki ülkelerin eninde sonunda bunu gerçekleştireceklerine de inanıyorum.

Değerli Katılımcılar,

Bu platformun bu tip düşüncelere büyük bir ivme vereceğini, bu tip düşüncelerin çok farklı ülkelerden değerli şahsiyetler arasında konuşularak, gündem oluşturacağını ve nihayetinde bütün bunların, ülkeleri yöneten politikacılar, liderler için de çok önemli tavsiyeler oluşturacağına inanıyorum. O bakımdan bu toplantıya değer verdim. Başta katıldım, şimdi de himayeme aldım.

Açıkçası gayet özgür bir şekilde tartışın, gayet serbest bir şekilde konuşun, gerektiğinde eleştirin, gerektiğinde yeni fikirleri ortaya çıkartın ki, biz de artık yeteri kadar akil olduğumuzu, yeteri kadar kendi irademizle de sorunlarımızı çözebileceğimizi, doğru yolu bulabileceğimizi ve halklarımızı mutlu ve mesut edebileceğimizi hep beraber gösterelim.

Bir kez daha hepinize “Hoş geldiniz” diyorum. Platformun giderek güçlenmesine katkı veren herkesi tebrik ediyorum ve size başarılar diliyorum.

Yazdır Paylaş Yukarı