Uluslararası Enerji Forumu’nda Yaptıkları Konuşma

10.05.2013
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Sayın Sabancı,

Değerli Katılımcılar,

Kıymetli Misafirler,

Sayın bakanlar,

Geleceğimiz açısından hayati önem taşıyan “Enerji” konusunda, Sabancı Üniversitesi’nin düzenlediği bu önemli toplantıda sizlerle birlikte olmaktan büyük memnuniyet duyuyorum. Sözlerimin hemen başında bütün katılımcılara hoş geldiniz diyorum. Özellikle yurt dışından gelen misafirler var gördüğüm kadarıyla. Hepsini İstanbul da görmekten de memnun oluyoruz. Ayrıca Güler Hanım ve Fatih Beyin bu güzel sunuşlarına da teşekkür ediyorum.

Başta Sabancı Üniversitesi yönetimi ve İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi mensupları olmak üzere, bu kapsamlı organizasyonun gerçekleştirilmesinde emeği geçen herkesi de tebrik ediyorum.

Sabancı Üniversitesi’ni kısa sürede önemli bir eğitim ve araştırma yuvası haline getiren Sabancı Topluluğu ve Güler Sabancı Hanımefendi’yi tebrik ediyorum. Bu vesileyle Sakıp Bey’i de rahmetle anıyorum.

Değerli Katılımcılar,       
Güvenilir bir enerji arzına sahip olmadan ülkelerin büyümesi, kalkınması mümkün değildir. Tarihte pek çok savaş ve çekişmeye yol açan bu mesele bugün için de geçerlidir.

Bu itibarla, enerji konusuna teknik bir mesele olarak bakmak imkansızdır. Büyük devletler enerji güvenliğini bir beka meselesi olarak telakki etmişler; enerji politikalarını gerek dış politikalarının gerekse ekonomi ve savunma politikalarının temel unsurlarından birisi olarak görmüşlerdir. Bu nedenle, enerji meselesi hem ekonomi-politiği hem de jeopolitiği ilgilendiren, dünyadaki güç dengelerini değiştiren bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. İklim değişikliğinin yarattığı baskının da etkisiyle enerji konuları artık ülkelerin bilim ve teknoloji politikalarında da önemli bir yer tutmaktadır. Yeterli miktarda, kaliteli ve temiz enerjinin, uygun fiyatlarla ve kesintisiz olarak temin edilmesi olarak tanımlayabileceğimiz “enerji arz güvenliği”, günümüzde pek çok ülkenin çok boyutlu bir politika önceliği haline gelmiştir.

Kıymetli Misafirler,

Küresel enerji görünümünün önümüzdeki yıllarda nasıl şekilleneceğine baktığımızda-ki biraz önce Fatih Bey de size slaytlarla bunları gösterdi- en azından 2040 yılına kadar hidrokarbon kaynaklarının dünya enerji tüketiminde ağırlıklı konumlarını koruyacağı anlaşılmaktadır. Bu durum, OPEC, Rusya, Kafkasya ve Orta Asya merkezli üretimin şu anda olduğu gibi önümüzdeki dönemlerde de enerji piyasalarındaki ağırlığını sürdüreceğine işaret etmektedir. Söz konusu şartlar cari olduğu sürece, zengin hidrokarbon kaynaklarına sahip üretici ülkeler ile tüketici pazarlar arasında doğal köprü vazifesi gören Türkiye’nin bu kaynakların nakledilmesi ve pazarlanmasında önemli bir “hub” fonksiyonu görmesi doğaldır. Nitekim ülkemiz, gerek Doğu-Batı, gerek Kuzey-Güney ekseninde birçok stratejik projeye imza atmıştır. Operasyonel boru hatları meyanında, Kerkük-Yumurtalık, Baku-Tiflis-Ceyhan, Mavi Akım, Türkiye-Yunanistan Enterkonektörü ile Bakü-Tiflis-Erzurum ilk dikkati çeken örneklerdir. Çalışmaları devam eden projeler arasında ise Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP) kritik bir öneme haiz olacaktır.

TANAP boru hattının ilk aşamada Azerbaycan’ın Şah Deniz sahasından gelecek doğal gazla beslenmesi öngörülmektedir. İleriki yıllarda Azerbaycan’ın diğer doğal gaz sahalarından elde edilecek üretimin yanı sıra Türkmen gazının da bu hat vasıtasıyla sevk edilmesi konusunda çalışmalar devam etmektedir.

Ayrıca, Kuzey Irak’tan başlaması mutasavver boru hatları da, şüphesiz ki, Ortadoğu’ya bağlantının sağlanması ve kaynak çeşitliliğinin arttırılması bakımından önemli çok önemli adımlardan birisi olacaktır.

Değerli Katılımcılar,

Küresel enerji görünümü bakımından önemli gelişmelerden biri de komşumuz Irak’ın küresel enerji denklemindeki ağırlığının giderek artmasıdır. Uluslararası Enerji Ajansı, 2035 yılına kadar giden süreçte, küresel petrol üretim artışının %45’inin Irak kaynaklarına dayanacağını tahmin etmektedir. Ki tahmin ediyorum bunları daha sonra konuşup analiz edeceksiniz.

2030’lu yıllar itibariyle Irak’ın, Rusya’nın önüne geçerek, dünyanın ikinci büyük petrol ihracatçısı olacağını öngörmektedir.

Günde yaklaşık 400.000 varil Irak petrolü, Kerkük-Ceyhan boru hattı vasıtasıyla ülkemize taşınmaktadır. Esasen boru hattı sisteminin günlük kapasitesi 1.6 milyon varildir. Bu hattın tam kapasiteyle çalışması tabi en samimi arzumuzdur. Günde yaklaşık 3 milyon varili bulan Irak petrol ihracatının büyük bölümü ise esasen büyük bir sıkışıklık yaşanan Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı üzerinden yapılmaktadır.

Irak’ın kuzey-güney istikametinde mevcut Stratejik Petrol Boru Hattı’na paralel olarak inşa edilecek yeni petrol ve doğal gaz boru hatları aracılığıyla bu enerji kaynaklarının bir kısmı ülkemize ve bir kısmı da yine ülkemiz üzerimizden Avrupa’ya nakledilmesi eminim ki mümkün olacaktır. Bu, Irak için de çok önemli bir çıkış noktası olacaktır kendisinin güvenli pazarlara ulaşması için. Sadece enerji güvenliği enerji ihtiyacı olanlar için önemli değildir. Onların güvenli pazarlara ulaşması kadar enerji üretenlerin de güvenli marketlere ulaşması da çok önemlidir. Bu bakımdan tabi ki Türkiye’nin rolü stratejik bir durum itaba etmektedir.

Neticede olarak bu boru hatları, kuşkusuz tüm Irak halkının da refahına hizmet edecektir.

Kıymetli Misafirler,

Son dönemde, Doğu Akdeniz’de yaklaşık 3 trilyon metreküpü aşan önemli bir doğal gaz havzasının mevcudiyetine dair güçlü bulgular ortaya çıkmıştır. Bu durum, Doğu Akdeniz’e en uzun kıyısı olan ve dolayısıyla geniş bir münhasır ekonomik alanı bulunan Türkiye’nin, enerji coğrafyasındaki yerini daha da önemli hale getirmektedir. Eskiden beri Doğu Akdeniz’de tesis edilecek ekonomik işbirliğinin, bir yandan bölgenin ortak refahına hizmet edeceğini, ama diğer yandan da bu ortak ekonomik işbirliğinin daha büyük ölçekli ekonomik işbirliğinin bölgedeki politik, siyasi problemlerin çözümüne de çok katkı sağlayacağına hep inanmışımdır. Ve daima hep bu yönde de doğrusu çok gayret sarf etmişimdir.

Bu nedenle, bölgedeki enerji kaynaklarıyla ilgili projelerin geliştirilmesi aşamasında, Doğu Akdeniz havzasının, Mısır, Lübnan, İsrail, Kıbrıs Adasının tümü ve Türkiye’yi de kapsayacak şekilde bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğine inanmaktayım. Bu konuda özellikle Avrupa Birliği’nin ve büyük aktörlerin dikkatini çekmek isterim. Doğu Akdeniz’in ilerde huzurlu olması için, Doğu Akdeniz’deki problemlerin Kıbrıs dahil olmak üzere, bunların çözümü için şimdiden Doğu Akdeniz’de çok geniş bir ekonomik işbirliği alanı oluşturmak gerekmektedir ortak menfaatler doğrultusunda. Yoksa bunlar ilerde büyük problemlerin de habercisi olacaktır. Onu için herkesin bu yönde gayret sarf etmesi gerektiğine inanıyorum. Özellikle Kıbrıs konusunda bu gayretin çok daha fazla gösterilmesi gerektiğine inanıyorum.

Bugün Kıbrıs Rum Kesimi’nin, adanın etrafındaki doğal kaynakları tek başına sahip olma veya tek başına çıkartma veya onları ihraç etme gibi projelerinin çok makul olmadığını ve bunların çok riskli olduğunu burada açıkça ifade etmek istiyorum. Çünkü, adanın etrafındaki doğal kaynaklar aynı zamanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yaşayan insanlarında haklarının olduğu doğal kaynaklardır. O açıdan tekrar söylemek istediğim şey şu ki mevcut politik, siyasi problemleri çözümüne katkı sağlayacak bir adım ekonomi ile başlayabilir ve Doğu Akdeniz’de yeni bir ekonomik işbirliği sütunu oluşturulabilir. Hatta bu, Avrupa Birliği çerçevesi içerisinde olabilir ve Avrupa Birliği’nin Doğu Akdeniz’deki yeni bir sütunu ortaya çıkabilir. O bakımdan bu konu üzerinde yoğunlaşılmasının, ilerideki problemlerin şimdiden izole edilmesi açısından da çok fayda sağlayacağına inanıyorum.

Türkiye, yukarıda bahsettiğim ilkeler geçerli olduğu müddetçe, Doğu Akdeniz’den çıkacak kaynakların işletilmesi, kendi ihtiyaçlarımız için kullanılması ve boru hatları veya LNG yoluyla uluslararası piyasalara sevki de dahil her türlü yapıcı işbirliğini yapmaya hazırdır. Bunu da bir kez daha bütün dünyaya duyurmak istiyorum.

Tüm bu gelişmeler tabiatıyla Ceyhan Terminali’ni daha da ön plana çıkartmaktadır. Ceyhan Enerji Terminali’nin Doğu Akdeniz bölgesinin en büyük, Avrupa’nın ise Rotterdam’dan sonra ikinci büyük enerji terminali ve limanına dönüştürülmesi bizim açımızdan gerçekçi bir hedef teşkil etmektedir.

Kıymetli Misafirler,

Son dönemde meydana gelen ve küresel enerji piyasasında kayda değer değişikliklere yol açacak bir diğer gelişme ise, kaya gazının ABD’de yaygın kullanımının önünün açılması olmuştur. Bu gelişme, küresel enerji piyasalarında yeni bir paradigma yaratmıştır. ABD, Kanada, Meksika, Latin Amerika, Çin ve Avustralya’da keşfedilen muazzam rezervlerin enerji piyasasına sürülmesinin, sadece ekonomik değil, stratejik manada da önemli tesirleri ve neticeleri olacaktır. Nitekim daha şimdiden LNG ithalatına son veren ABD’nin, önümüzdeki dönemde LNG ihracatçısı konumuna gelmesi beklenmektedir.

Öte yandan, yüksek ekonomik büyüme oranları ile Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerin enerji pastasından giderek daha büyük bir pay talep etmeleri de kaçınılmazdır. Bu durum, bugüne kadar Doğu-Batı, Güney-Kuzey ekseninde cereyan eden enerji jeopolitiğini, köklü bir şekilde değiştirmeye namzettir.

Türkiye olarak, hızla kalkınan bu dev ekonomilerin küresel düzeyde yürüttüğü aktif enerji güvenliği politikalarını yakından takip ediyoruz. Çin, Brezilya ve Güney Kore gibi ülkeler, geçmişte batılı ülkelerin “seven sisters” olarak adlandırılan petrol şirketleriyle rekabet edebilecek güçte enerji şirketleriyle artık birer küresel oyuncular haline gelmişlerdir.

Daha önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığım konuşmamda dikkat çektiğim gibi küresel enerji jeopolitiğinde bu kadar önemli gelişmeler cereyan ederken Türkiye, sadece enerji geçişi sağlayan bir transit ülke olmakla yetinemez.

Büyük savaşların ve büyük rekabetin ekseni olan enerji bölgelerinin neredeyse merkezinde bulunan bir ülkeyiz. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da başlayan halk hareketlerinin açığa çıkardığı tarihi dönüşüm ortamında, enerji alanında da kartların yeniden dağıtıldığına şahit oluyoruz. Bu nedenle Türkiye, vakit kaybetmeden hemen yanı başında bulunan enerji üretim merkezlerinde güçlü şirketleriyle yerini almalıdır. Üretim konusunda Libya’dan Irak’a kadar önemli bir potansiyel ve fırsat penceresi bizi beklemektedir. Bu da ancak, başta Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı olmak üzere, güçlü petrol şirketlerimizin varlığıyla başarılabilir. Bu meyanda, TPAO’nun şirket ve sermaye yapısının güncel şartlara göre revize edilerek, küresel ölçekte rekabet edebilecek bir şirket haline getirilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu doğrultuda, şirketin bir kısım hissesinin halka arzı, özel sektörle işbirliği ve yabancı ortaklıklar gibi çeşitli fırsatlar düşünülebilir.

Diğer yandan, yurtdışında enerji piyasalarında faaliyet göstermek isteyen özel sektör şirketlerimiz ölçek bakımından yetersizdir, bunu biliyoruz. Bütün büyük piyasalarda ve büyük şirketleri düştüğümüzde enerji şirketlerinin hangi boyutta sermaye yapılarının olması gerektiği gayet açıktır. Bu açıdan baktığımızda bizim şirketlerimizin yetersiz olduğu da gayet ortadadır. Bu bakımdan özellikle özel sektörde çağrım şudur ki, özellikle dış piyasalara giderken, birleşerek büyük konsorsiyumlar haline gelerek, güçlü, büyük sermayelerle gitmek gerekir. Bu yönde Sayın Bakanın gerekli önceliği yapacağından da eminim. Bunu yapmadığımız süre içerisinde, siyasetçilerin, devlet adamlarının, bizlerin açıkçası sizlere yardımcı olma imkanımız da azalmaktadır. O bakımdan bu konuda özellikle dikkat çekmek istiyorum, şirketlerimizin bir araya gelip daha büyük sermayelerle piyasalara girmeleri konusunda.

Netice olarak, dünya enerji sektöründe aktif rol oynayabilmek için gerek kamuda gerek özel sektörde kendi küresel oyuncularımızı artık ortaya çıkarmamız gerektiğine büyük bir ihtiyaç vardır.

Değerli Katılımcılar,

Türkiye hızla büyümekte, kentleşmekte ve halkımız artan refah imkanlarından daha fazla yararlanmak istemektedir. Tüm bu dinamikler, Türkiye’yi OECD ülkeleri içinde enerji talebi en fazla artan ülke konumuna getirmiştir. Fosil kaynaklar bakımından %90 dolayında dışa bağımlı olmasına ve hızla artan enerji talebine rağmen Türkiye’nin henüz nükleer enerjiden yararlanamaması şüphesiz büyük bir eksikliktir. Ülkemizin nükleer enerji ile imtihanı gerçekten ibret vericidir. Hepimizin bildiği gibi, nükleer enerjiden yararlanılması fikri 1967-1970 yılları arasında ülkemizin gündemine girmiş, yapılan fizibilite çalışmaları neticesinde Mersin Akkuyu’da ilk nükleer santralın inşa edilmesine karar verilmiş ve ilk uluslararası ihale şartnamesi 1976 yılında hazırlanmıştır.

Bu ve benzeri pek çok ihale ve girişim aradan geçen 35 yılı aşkın süreye rağmen, çeşitli finansal, teknik ve esasta siyasi nedenlerle akim kalmıştır. Belki de siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa kurban ettiğimiz projelerin başında Türkiye’de nükleer enerji santralları gelmektedir.

Bu çerçevede aslında Kore, bizim için çok ibret verici bir örnektir. Bunu açıkça ifade etmek isterim. Çünkü aynı yıllarda Kore’de nükleer enerji ile uğraşmaya başlamış, Sayın Bakan da hatırlayacaktır beraber gittiğimizde ziyarette de görmüşüzdür, kendisi işin içinde olduğu için çok daha iyi bilmektedir. Yetmişli yıllarda önce Westinghouse ile  beraber başladıkları ve onlara yaptırdıkları 2-3 santralden sonra kendileri de aşama aşama nükleer santral inşaasının devrelerine girmişler ve neticede ortak, daha sonra da kendileri santral yapmış ve nihayet tamamen nükleer santral ihraç edecek ülke haline gelmişlerdir. O bakımdan Türkiye’nin de, büyük bir gururla burada ifade etmek isterim ki nihayet iki santralin ihalesi yapıldı ve temelleri atıldı birinin. Rusya ve Japonya ile yaptığımız bu santraller Türkiye için gerçekten gurur verici büyük atılımlardır.

Sayın Bakanı tebrik ediyorum, hükümetimizi gerçekten tebrik ediyorum . Ve bunların sadece enerji piyasasıyla değil, siyasi anlamı olan büyük projeler olduğunu ve çok gecikmiş başlangıçlar olduğunu ifade etmek istiyorum. Ama burada yine dikkati çekmek istediğim şey, bunlar yapılırken aşama aşama Türkiye’nin devreye girip ve nihayetinde Türkiye’nin de kendi santrallerini yapabilecek duruma gelmesini temin etmemiz olmalıdır.

Tabiatıyla, nükleer enerji projelerini yürütürken, uluslararası düzeyde kabul edilen en ileri güvenlik standartların uygulanması da kaçınılmazdır ve bu konudaki dikkatten de hiçbir şüphem yoktur.

Kıymetli Misafirler,

Orta vadede hidrokarbon kaynaklarına dayalı enerji arzı politikaları, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye için de bir realitedir. Bununla birlikte, ülkemizin uzun vadede enerji güvenliğinin sağlanması, yerli kaynaklarımızdan mümkün olduğunca yararlanmakla mümkün olabilir. Bu meyanda, son dönemde kömür kullanarak elektrik üreten santrallarımıza yapılan yabancı sermaye yatırımları, dışa bağımlılığımızın azaltılmasında başarılı bir model olmuştur. Son Afşin – Elbistan örneği bunun çok açık misalidir.

Diğer yandan, yenilenebilir enerji bakımından önemli bir potansiyele sahip olan Türkiye, bu konuya gerek enerjide dışa bağımlılığın azaltılması gerek çevresel mülahazalar ışığında da özel önem vermelidir.

Bu nedenle, gerek yenilenebilir enerji, gerek enerji tasarrufu ve verimliliği alanındaki inovasyon ve AR-GE çalışmalarına şimdiden güçlü bir destek vermek mecburiyetindeyiz.

Zira Uluslararası Enerji Ajansı bu yılki Dünya Enerji Görünümü raporunda “enerji verimliliği”ni “bir yakıt” olarak telakki etmektedir. Demek ki çok büyük bir israf var bu noktada.

Ülkemiz 2023 yılı itibariyle toplam enerji üretimimizin %30’unun yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanmasını hedeflemektedir. Bu doğrultuda, başta hidroelektrik olmak üzere rüzgâr, jeotermal ve güneş enerjisinden azami düzeyde yaralanmalıyız. Son yıllarda Hidroelektrik Santralları’nın (HES)  kurulmasında özel sektörümüzün artan bir şekilde rol üstlenmesini de takdirle karşılıyorum. Tabii ki bu santrallerin çevreye duyarlı bir şekilde inşa edilmesi de yine önem taşımaktadır.

Değerli Katılımcılar,

Türkiye, dünyadaki değişimlere geniş bir perspektifle yaklaşmalı ve sağlam temellere dayanan bir vizyonla hareket etmelidir.

Şüphesiz bu vizyonumuz tüm boyutlarıyla entegre olmuş, tutarlı bir enerji politikasını da içermelidir.

Netice olarak Türkiye bugüne kadar öncülük ettiği çok boyutlu projelerle kendi enerji güvenliğini sağlamanın yanı sıra Avrupa’nın enerji arzı güvenliğinde önemli bir aktör haline gelmiştir.

Bu noktada şüphesiz ki bir üzüntümüzü de ifade etmeden geçemeyeceğim. Avrupa Birliği ile müzakere safhasında olan ülkenin herhalde ilk açması gereken fasıllardan birisi enerji faslı olmalıydı. Avrupa Birliği Türkiye ile müzakerelere başlamadan önce yaptığı strateji raporlarında Türkiye’nin en büyük katkısının enerji alanında olacağını açık açık söylemiş ve Türkiye ile müzakereye başlamanın en önemli gerekçesini enerji olarak göstermiştir. Ama gelinen noktada hala enerji faslının açılamaması ve bunun malum sebeplerle bloke edilmesi Avrupa Birliği’nin stratejik miyopluğundan başka bir şey değildir.

Bundan sonra asıl hedefimiz, hidrokarbon kaynakları bakımından zengin yakın coğrafyamızdaki enerji üretiminde aktif bir şekilde yer almak olmalıdır.

Böylece Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya, Kafkaslardan Doğu Akdeniz’e kadar geniş bir coğrafyada barış ve refahın yayılmasına katkıda bulunacak bir güç haline geleceğimize inanıyorum.

Ben bu toplantının faydalı olacağına olan inancımı başında ifade ettim. Tekrar toplantıyı düzenleyen Sabancı Üniversitesi’ni tebrik ediyorum. Bütün katılımcılara başarılar diliyorum ve buradan çıkacak güzel tavsiyelerin enerji konusunda hepimize yol gösterici olacağına da inancımı tekrarlıyorum.

Herkesi tekrar tebrik ediyorum, başarılar diliyorum.

Sağolun.

Yazdır Paylaş Yukarı