Sayın Parlamento Başkanı,
Sayın Başbakan Yardımcısı,
Değerli Parlamenterler,
Kıymetli Misafirler,
Devlet ziyaretlerim sırasında beni en fazla heyecanlandıran etkinlikler, ev sahibi ülkenin parlamentolarında yaptığım hitaplardır. Biliyorum ki dostlukları tarihin uzun imtihanlarından geçmiş halklar, ancak birbirlerine parlamentolarının kapılarını açarlar.
Dolayısıyla, İsveç halkının milli iradesinin tecessüm ettiği bu demokrasi yuvasında, bana hitap etmek fırsatı vermeniz, aynı zamanda halklarımız arasındaki kadim dostluk ve ortak değerler temelinde şekillenen mükemmel ilişkilerin teyididir.
Bu nedenle, temsilcileri 16. yüzyılda atanan ve bilahare tüm dünyaya örnek bir demokrasinin belkemiği haline gelen İsveç Parlamentosu, “Riksdag”da, siz değerli dostlarımıza hitap etmekten büyük şeref duyuyorum.
Böyle bir fırsatı bana tanıdığınız için Riksdag Başkanı Sayın Per Westerberg ve siz değerli Milletvekillerine teşekkür ederim.
Türkiye’den İsveç’e Devlet Başkanı düzeyinde ilk resmi ziyareti gerçekleştiriyor olmanın ayrıcalığını ve gururunu yaşıyorum. Bu tarihi vesileyle, Majeste Kral Carl XVI. Gustaf’a nazik davetlerinden ötürü bir kez daha şükranlarımı ifade etmek isterim.
Değerli Katılımcılar,
Avrupa’nın iki ucunda yer alan Türkiye ve İsveç, 17. yüzyılda başlayan ilişkilerini zamanla ittifak ilişkilerine dönüştürmüş iki dost ülkedir. Pek çok bakımdan hasletleri birbirine benzeyen iki necip millettir.
Çok kültürlülük ve hoşgörü bakımından zamanının çok ilerisinde uygulamaları hayata geçiren Osmanlı İmparatorluğu ve İsveç Krallığı, Baltıklar ve Orta Avrupa’ya yönelik Çarlık Rusyası yayılmacılığına karşı da birlikte mücadele etmişlerdir.
İsveç halkının en varoluşsal mücadelelerinde, Türk devleti ve halkı her zaman İsveçli dostlarımızın yanında olmuştur. Kuşkusuz bunun en müşahhas örneği, İsveç Kralı XII. Karl’ın 5 yıl süreyle Ruslara karşı mücadelesini o tarihlerde Osmanlı toprağı olan Bender Kalesi’nden ve bilahare Edirne’den yürütmesidir.
Bundan 300 yıl önce Kral XII. Karl’ın Kızkardeşi’ne yazdığı mektupta ifade bulan Türk ve İsveç halkları arasındaki kadim dostluk, işte böylesine epik imtihanlardan geçmiş bir dostluktur.
Avrupa’nın iki kanadında yer alan ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin ahdi temeli, Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1737’de imzalan Ticaret Anlaşması ve 1739’da imzalanan “Barış, Birlik ve Dostluk İttifakı”na dayanmaktadır.
Bu nedenle, “en eski dost” olarak birbirlerini tanımlayan ülkelerimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilişinin hemen ardından 1924’de imzaladıkları Dostluk Anlaşması ile bu tarihi ilişkilerini yeni dönemde de perçinlemişlerdir.
İlişkilerimizin bugün ulaştığı nokta pek çok açıdan memnuniyet vericidir. Bununla birlikte, Türkiye ile İsveç arasındaki ilişkilerin her alanda daha da geliştirilmeye ve derinleştirilmeye müsait bir potansiyele sahip olduğu da açıktır.
Sözkonusu potansiyelin değerlendirilmesinin sadece ülkelerimize değil, başta Avrupa coğrafyası olmak üzere, diğer bölgesel ve küresel gelişmelere de somut katkı ve zenginlik sağlayacağına samimiyetle inanıyorum.
Değerli Parlamenterler,
Kıymetli Misafirler,
Bugün Türkiye ile İsveç arasındaki en önemli köprüyü İsveç’te yaşayan ve sayıları artık 115.000 civarında bulunan Türk toplumu oluşturmaktadır.
İsveç’in toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasi hayatına katkısı her geçen gün daha da artan Türk toplumunun entegrasyonu bizim açımızdan fevkalade önemli bir konudur.
Bu kapsamda, özellikle yeni nesillerin hem İsveççe, hem de Türkçe’ye hakim bir şekilde iyi eğitim almaları, entegrasyonun başarısında anahtar rol oynayacaktır.
Türkiye olarak bu yöndeki gayretlerin daha da geliştirilmesine büyük önem verdiğimizi ve bu doğrultuda İsveç ile her türlü işbirliğine hazır olduğumuzu vurgulamak isterim.
Değerli Katılımcılar,
Özelikle Avrupa’da etkisini hala sürdüren küresel ekonomik krize rağmen, Türk ve İsveç ekonomileri istikrarlı bir şekilde büyümelerini sürdürmektedir. Avrupa’nın iki kanadında yer alan ülkelerimizin bu ekonomik dinamizmi, tüm Avrupa için de ciddi fırsatlar yaratmaktadır.
İsveç’in demokrasi, insan hakları, cinsiyet eşitliği alanında uluslararası camiaya yaptığı katkılar hepimizin malumudur. Bununla birlikte, “refah devleti” kavramını tüm dünyaya armağan eden İsveç’in, sosyal adalet konusundaki uygulamaları hepimiz için bir ilham kaynağı olmaya devam etmektedir.
Tüm bunlara ilave olarak, bilgi, teknoloji ve inovasyona dayalı başarılı bir ekonomik büyüme politikası uygulayan İsveç, bu bakımdan da tüm dünyaya model teşkil etmektedir.
Türkiye ise, 2001 yılında yaşadığı ekonomik krizden çıkardığı derslerle kapsamlı ekonomik reformları hayata geçirmiş bir ülkedir.
Kamu maliyesi bakımından Maastricht kriterlerinin ötesinde bir performans sergileyen Türk ekonomisi, son 10 yılda Avrupa ekonomileri ortalamasından yaklaşık 5 kat daha hızlı büyümüş ve milli gelirimiz 1 trilyon Doları aşmıştır. Üstelik, hızla bilgiye dayalı bir ekonomi olmak yönünde ilerlemekte, bilim, teknoloji ve yenilik faaliyetlerine kapsamlı teşvikler sağlamaktayız.
Eğitim seviyesi her geçen gün yükselen genç ve dinamik nüfusumuz var. Ayrıca, dünyanın yeni ekonomik ağırlık merkezini oluşturan Asya bölgesinde ortaya çıkan ekonomik fırsatlara erişim açısından adeta sıçrama tahtası fonksiyonu görecek bir jeostratejik konuma sahibiz.
Bu itibarla, Avrupa’nın iki kanadında yer alan iki dinamik ekonomi olarak Türkiye ve İsveç’in geliştirecekleri işbirliği imkanlarının, son derece etkili bir sinerji yaratacağına inanıyorum.
Devlet Ziyareti vesilesiyle bana 100 kadar Türk işadamı refakat etmektedir. Bu durum, ekonomik ve ticari ilişkilerimizi geliştirme kararlılığımızın en müşahhas göstergesidir.
İşadamlarımızın karşılıklı olarak gerçekleştirecekleri temaslar neticesinde çok sayıda iş ve yatırım imkanı bulacaklarından eminim. Ayrıca, hükümetler olarak özellikle bilim, teknoloji ve inovasyon alanlarındaki işbirliğine öncelik vermemizin ekonomik ilişkilerimize yeni bir ivme kazandıracağı kanaatindeyim.
Öte yandan, kültür, sanat ve turizm alanlarındaki işbirliğimizin artmasının, halklarımız arasındaki insani münasebetleri daha da güçlendireceğine inanıyorum.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Ülkelerimizin şanlı tarihlerinden gelen ve gurur duyulması gerektiğine inandığım ortak bir özelliğe dikkat çekmek isterim.
Türkiye asırlardan beri çok kültürlü, çok dinli ve çok uluslu imparatorlukların mirasçısı olarak siyasi varlığını sürdürmektedir.
Bu öyle bir mirastır ki Anadolu’da nereye gidersiniz gidin karşınıza ayrı bir tarih, ayrı bir medeniyet izi çıkmaktadır.
Bu öyle bir mirastır ki çok kültürlü yaşam Türkiye’de yaşayan insanların hayatının doğal bir parçası haline gelmiştir. Bu anlayışla, ülkemizin öz evlatları olan dini azınlıkları Türkiye’nin zenginliği olarak görmekteyiz.
Dün Engizisyon’dan, Holokost’tan kaçan Musevilere; Bolşevik ihtilalinden kaçan Beyaz Ruslara; Halepçe’den kaçan Kürtlere topraklarını açan halkımız; bugün de Suriye’deki iç savaşın mağduru yüzbinlere kucak açmaktadır.
Bu bağlamda, İsveç ile benzer hasletlere sahibiz. Zira,180 farklı ülkeden gelen insanların nüfusun % 15’ini oluşturduğu İsveç, bu renkli mozaiği, demokrasisi, ekonomisi ve toplumsal barışı ile dünyada örnek alınması gereken bir anlayışın öncülüğünü yapmaktadır.
İsveç’te yaşayan ve kökleri yüzyıllardır Türkiye coğrafyasında bulunan Süryani toplumu, ülkelerimiz arasında ortak bir payda oluşturmaktadır.
Halihazırda Riksdag’da çeşitli siyasi partilere mensup parlamenterlerle temsil edilen İsveç’teki Süryani toplumunun öndegelen temsilcilerini geçtiğimiz günlerde ben de Ankara’da kabul ettim. Ayrıca bana refakat eden heyetimde, Süryani Ortodoks Cemaati Ruhani Lideri ve Patrik Vekili, Metropolit Filüksinos Yusuf Çetin de bulunmaktadır.
Türkiye’deki Süryani toplumunun şartlarının daha da iyileştirilmesi konusunda samimiyetle çaba gösteriyoruz.
Tarih, toplumların mevcut sorunlarını kendi içlerinde, doğrudan muhataplarıyla ve ait oldukları coğrafyalarda diyalog halinde çözmeleri gerektiğini; dışarıdan dayatılan hiçbir çözümün veya iddianın sürdürülebilir olmadığını gösteren birçok acı örnekle doludur.
Türkiye olarak son 10 yılda, işte bu genel yaklaşım ışığında, demokratik hak ve özgürlüklerini daha da genişletmek isteyen tüm halkımızın sorunlarını çözmek için büyük gayret içinde olduk.
Demokratik olgunluk doğrultusunda yapılan devrim niteliğindeki pek çok reforma rağmen, hala alınacak mesafe bulunduğunun bilincindeyiz. Bu özgüven ve kararlıkla Süryani vatandaşlarımızın meselelerine de hassasiyetle eğilerek çözeceğimizden emin olabilirsiniz.
Sayın Başkan,
Değerli Parlamenterler,
Konuşmama, önemli siyasi ve ekonomik dönüşümlerin yaşandığı günümüzde, ortak kıtamız Avrupa’nın geleceği hakkındaki görüşlerimi sizlerle paylaşarak devam etmek istiyorum.
Uluslararası sistem bazen “eksik dengelerin”, “plastik anların” (plastic moment) cari olduğu dönemlerden geçer. İşte son yıllarda uluslararası stratejik ve ekonomik iklime hakim olan ahval, böyle bir durumdur.
Böyle dönemler ciddi kriz ve türbülansları beraberinde getirdiği gibi, daha iyi bir küresel yönetişim için tarihi fırsatlar da sunarlar.
Bu tür dönemlerin ortaya çıkardığı “yaratıcı imha” sürecinden layıkıyla yararlanarak, uluslararası sistemin işlemeyen yönlerini her açıdan reforme edebilir, böylece çok daha sağlıklı bir küresel yönetişime ulaşabiliriz.
Akdeniz havzasında sancılı bir demokratik dönüşüm sürecinin yaşandığı bir ortamda, Avrupa’nın siyasi irade ve stratejik vizyona belki de her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğu kanısındayım.
“Kendi içine kapanmış bir Avrupa”nın bırakın küresel bir aktör haline gelmesi, Akdeniz gibi kendi bölgesinde cereyan eden gelişmeleri dahi yönlendirme kabiliyeti sözkonusu olmayacaktır. Bu nedenle her zaman olduğundan daha fazla dayanışmaya ve daha geniş düşünmeye ihtiyacımız vardır.
Tarihinin en ciddi mali ve ekonomik krizlerinden birini yaşayan Avrupa Birliği, bu sorunlarına çözüm ararken, İsveç’in de ısrarla savunduğu gibi, orta ve uzun vadeli ekonomik stratejisini belirlemelidir.
Ekonomik kriz nedeniyle artan ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi gibi akımların, Avrupa’nın geliştirdiği, savunduğu ve yaydığı evrensel ilkelerin sorgulanır hale getirmesine izin verilmemelidir.
Avrupa’nın geleceğine yönelik kaygı ve ideallerimizde büyük ölçüde benzer görüşleri paylaştığımıza inandığım İsveç’in, aynı vizyoner yaklaşımla Türkiye’nin AB katılım sürecine yönelik verdiği samimi ve güçlü desteğe burada bir kez daha teşekkür etmek isterim.
Türkiye’nin üyelik müzakerelerini daha fazla sun’i oyalamalara mahal bırakmadan başarıyla tamamlamasına izin verilmesi, her şeyden önce “ahde vefa”nın bir icabıdır. Nihai üyelik ise elbette AB halklarının ve Türk halkının vereceği karar çerçevesinde şekillenecektir.
Demokrasinin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya doğru genişlediği, küresel ekonominin sıklet merkezinin Asya’ya doğru kaydığı bir dönemde, Avrupa’nın Türkiye’den uzaklaşması, ilerde ciddi stratejik sonuçlar doğurabilecek stratejik bir miyopluk olacaktır.
Değerli Parlamenterler,
Uzun yıllardır ortaklık ilişkisi içinde bulunduğumuz Avrupa Birliği’ndeki “farklılaştırılmış Avrupa” (differentiated Europe) tartışmalarını yakından takip ediyoruz. AB üyelerinin tamamının, özellikle maliye politikaları konusunda daha fazla entegrasyondan yana olmadıkları aşikardır.
Burada temel mesele, “bir barış ve refah projesi” olan AB’nin bu görüş farklılıklarını nasıl aşacağıdır. “Çok vitesli AB” söylemleri kapsamında sorunun açık ve şeffaf biçimde tartışılmasını sağlıklı buluyorum. Bu tartışmalar mutlaka ortak aklı yansıtan bir formülle neticelenecektir. Zira, AB projesi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hep ileriye gitmiş, zaman zaman duraksasa da hiç geri gitmemiştir.
Tüm bu hususların, üye ülkelerin yanısıra, Türkiye gibi müzakere sürecindeki ülkelerce de ele alınması çok önemlidir. Zira, Avrupa’nın geleceği hepimizi ilgilendirmektedir.
Esasen Türkiye, 2002-2003 yıllarında faaliyet gösteren ve 2009’da Lizbon Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle sonuçlanan sürece öncülük eden “Avrupa Konvansiyonu”’nda aday ülke sıfatıyla yerini almıştı.
Bugün de AB’nin geleceğine ilişkin tartışmalarda, nasıl bir Avrupa istediğimize dair görüşlerimizi yüksek sesle dile getirmeyi görev biliyoruz.
Değerli Milletvekilleri,
Hanımefendiler, Beyefendiler,
Yukarıda kısaca değinmeye çalıştığım ve sadece ülkelerimizi değil, Avrupa’yı ve dünyayı ilgilendiren bu önemli konulardaki görüşlerimi, dost bir parlamentonun kürsüsünden sizlerle paylaşmaktan büyük mutluluk duydum.
Türkiye ve İsveç olarak elbirliği ile ileriye doğru atacağımız her adım, daha güvenli, daha özgür ve daha müreffeh bir dünyayı gelecek nesillerimize bırakmamıza yardımcı olacaktır.
Teşekkür ederim.