Sayın Bakan, Değerli Büyükelçiler,
5. Büyükelçiler Konferansı vesilesiyle dünyanın dört bir yanından Ankara’ya teşrif ettiniz, geldiniz ve sizlerle bir kez daha Çankaya’da beraber olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum ve hepinize hoş geldiniz diyorum.
Uzun yıllar ortak mesai harcadığım dışişleri camiasıyla bir araya gelmek benim için her zaman özel olmuştur. Bugün de aynı şekilde gayet özel bir gün yaşıyoruz. Biraz önce hepinizi tek tek elinizi sıktım ve bir kez daha resmi geçit yapar gibi, neredeyse 5 seneye yaklaşan bir dönemimizi gözden geçirmiş oldum. Bu vesileyle 2013 yılının da hepinize, herkese önce şahıslarınıza, ailelerinize, bütün memleketimize iyilikler getirmesini temenni ediyorum ve yeni yılbaşını da tebrik ediyorum.
Konferansın geçen senelerde olduğu gibi bu defa da dış politikamız hakkında yararlı bir beyin fırtınası oluşturacağına ve dış politikamızın oluşmasında çok büyük katkılar ortaya çıkacağına inanıyorum. Biraz önce Sayın Bakanın da söylediği gibi bunlar gerçekten çok verimli geçmekte ve çok faydası olmaktadır. Bu çerçevede konferansın temasının ‘insani diplomasi’ olarak seçilmesi de çok isabetli olmuş.
Son iki yıl zarfında Akdeniz Havzası’nda çok büyük değişikliklere şahit olduğumuzu düşündüğümüzde yine Akdeniz Havzası’nın siyasi, ekonomik değişimini ana tema olarak inceleyecek olmanız ve bu çerçevede tartışmaların yürüyecek olması da gerçekten çok iyi seçilmiş. Şüphesiz ki bu tip toplantılarda Türkiye’nin politikalarını oluşturan hükümet temsilcileri, diğer şahsiyetler onlardan birinci elden bilgiler alınıyor ve çeşitli sorular soruyorsunuz, onlar bunlara en muhakkak ki tatmin edecek cevaplar vermekte. Bildiğim kadarıyla bu konferanslarda enerjiden ulaştırmaya kadar birçok konu ciddi bir şekilde tahlil edilmekte. Ayrıca İzmir’e gidecek olmanızı da gerçekten çok takdir ettim. İzmir’i biraz öne çıkartmamız gerekiyor. Birçok bakımdan Türkiye’nin en şirin şehri. Ayrıca önemli uluslararası toplantılara da ev sahipliği yapmaya aday bir şehrimiz.
Biraz önce ifade ettiğim üzere dünyanın büyük bir kesimi geçtiğimiz yılı çeşitli krizlerle geçirdi. Çok şükür biz geçen sene diğer ülkelerle mukayese ettiğimizde onlardan çok daha iyiyiz ama bu krizlerin büyük bir kısmı da yakın coğrafyamızda gerçekleşmekte. Akdeniz’in iki yakasında hali hazırda devam eden gelişmeler ve dönüşüm dünya siyasetinin önümüzdeki on yıllarına damgasını vuracak niteliktedir. Akdeniz’in kuzeyinde küresel ekonomik krizin pençesinden bir türlü kurtulamayan Avrupa ülkeleri ve Avrupa Birliği maalesef halklarına da çok acılar çektirmektedir. Ama inanıyorum ki bu krizler ilânihaye devam etmeyecektir. Nihayetinde krizlerin sonunda bütün bu krizlerden ders alan ülkeler daha güçlü bir şekilde çıkmakta ve kendilerine yeni bir düzen vermekte. Bu çerçeve içerisinde bizim de Avrupa’da olup bitenleri çok yakından takip etmemiz, özellikle AB’nin yeni bir dönüşüm yaşayacağı artık kaçınılamaz, bunu çok iyi bilmemiz ve gelecekte kendi yerimizi ona göre tabi ki tespit etmemiz açısından da olup bitenleri iyi izlememiz gerekmekte. Şüphesiz ki bu krizler, onlara çok acılar çektirirken bizlere de hep yansımaları olmaktadır. Ümit ederiz ki kısa süre içerisinde Avrupa bütün bunları atlatır. Diğer yandan Akdeniz’in güneyinde ve doğusunda kalan coğrafyada ise yerleşik düzen büyük ölçüde çökerken yepyeni bir siyasi ve ekonomik tablo da ortaya çıkmaktadır. Arap uyanışı ile birlikte Akdeniz Havzası yeniden dünya siyasetinin merkezine adeta oturmuştur. Eski dünyanın tamamını oluşturan Afrika ve Avrasya kıtalarının ortasında yer alması hasebiyle Orta Deniz diye adlandırılan Akdeniz’in tarih boyunca çok sayıda medeniyetin de beşiği olduğu malumdur. Çok kültürlülüğün hüküm sürdüğü imparatorlukların çoğu bu havzada kurulmuştur. Dinler ve kültürlerarası çatışmanın da uyumun da en çarpıcı örnekleri yine Akdeniz çevresinde gerçekleşmiştir. Akdeniz’in tarihini bilmeden, dünya tarihi çok eksik kalmaktadır. Arap uyanışıyla birlikte son iki yüz yıldır görkemli geçmişinden koparılan halklar yeniden tarih sahnesindeki yerini almaya başlamışlardır. Orta Çağ’da Avrupa’nın karanlığını aydınlatan güneş, yükseldiği toprakları yeniden aydınlatmaya ve ısıtmaya da başlamıştır başka bir anlamda. Bu nedenle hali hazırda Arap uyanışının yaşandığı ülkelerdeki sıkıntı ve çalkantılar bu büyük tarihi resmi görmemize mani olmamalıdır. Tabi ki bir taraftan da gerçekçi olmamız gerekiyor. Belli ki bu çalkantılar uzun süre sürecek. Birden bire denizlerin durulması nasıl mümkün değilse bunlar da bir maliyet çıkartacaktır ülkelere ama eninde sonunda bütün bu gelişmelerin iyi netice vereceğini ümit ediyoruz. Akdeniz, 3 kadim kıtanın gövdesinin kesişme noktası ise Anadolu da bugün geniş coğrafyanın adeta dolaşım ve sinir sistemini oluşturur. Dolayısıyla Türkiye’nin Akdeniz Havzası’nda en fazla ve çeşitli medeniyete ev sahipliği yapan ülke olması tesadüfî değildir. İstanbul gibi üç cihanşümul imparatorluğa başkentlik yapmış bir şehre sahibiz. Yüz yıllar boyunca Akdeniz’in dalgalarıyla jeostratejik tahayyülleri şekillenmiş bir milletiz. Ecdadımızın yüz yıllarca Akdeniz’de süren hâkimiyeti ve mücadelesi sayesinde bugün Magrip, Balkanlar ve Anadolu, Endülüs’ün akıbetine uğramamıştır. Bunu en iyi Magrip ülkeleri bilmektedir. Bu süre içerisinde sizin de yakından takip ettiğiniz gibi bir çok Magrip ülkesinin cumhurbaşkanı, başbakanı, liderleriyle bir araya gelmekteyiz. Tunus’un, Tunus’taki devrimin büyük önderi olan Gannuşi bunu çok sık ve aleni, açık herkese söyler ve Türklere olan bütün Mağrip halkının sevgisinin ve saygısının aslında kökünde bu vardır. Endülüs’te yaşananlar eğer yaşanmadıysa bu, Türklerin gerçekten çok büyük fedakârlıkları sayesinde olmuştur. Dolayısıyla biz de bu anlamda bir Akdeniz ülkesiyiz. Bu nedenle Türkiye geniş Akdeniz Havzası’nda yer alan çok büyük bir coğrafyanın jeostratejik hafızası ve DNA’sıyla medeniyet kimliğine sahip bir ülkedir. Bu miras bizim yumuşak gücümüze güç katan en önemli unsurlardan da birisidir.
Şimdiye kadar anlattığım tarihi gerçeklerin Türkiye’nin emperyal rüyalar gördüğü şeklinde anlaşılmasını da hiç arzu etmem. Modern Türkiye, meşru milli çıkarlarının ötesinde herhangi bir gizli gündemi bulunan bir ülke de asla olmamıştır. Tam tersine etrafındaki coğrafyaya barış, istikrar ve refahı yaymak için çalışan bir ülke olmuşsuzdur. Bu anlayışla Türkiye’nin erdemli güç olmak yolunda ilerlemesi gerektiğini hep vurgulaya gelmişimdir. Sizlerin bu yılki konferans temasını ‘insani diplomasi’ olarak seçmeniz de esasen bu anlayışın bir tezahürüdür. Açıkçası toplantınızın ana temasını, ‘insani diplomasi’ diye görünce bir anlamda da gururlandım. Çünkü bu konuyu ancak kendine güvenen ülkeler gündemine alabilir ancak belli bir güce erişmiş olan ülkeler ve özellikle de yumuşak gücün ne olduğunu bilen ülkeler ve bunun için gayret eden ülkeler bunu kendi ilgi alanlarına koyabilir ve bu konuları konuşabilir. Yoksa her ülkenin harcı değildir, insani diplomasi konularını konuşmak. Tabi Türkiye olarak baktığımızda da hakkımız var gerçekten. Özellikle son yıllarda karşılık beklemeden insanlık adına Türkiye’nin yaptığı gayretler, çalışmalar bunlar hiç kimsenin gözünden de kaçmamaktadır. Her şeyden önce Türkiye Donörler Kulübü’ne giren bir ülkedir. Türkiye’nin yıllık karşılık beklemeden NGO’larla birlikte toplam harcamalarımızın 2 milyar doları geçtiğini söylediğimizde bu hepimizi gururlandırmaktadır. İnanın ki yaptığım konuşmalarda en çok bu bahsi işlediğimde göğsüm kabarır.
Bugünlerde yine Türkiye’nin güvenilecek, sığınılacak bir liman olduğuna da şahidiz. Suriye’den maalesef kaçmak durumunda kalan, artık sayıları 200 bine yaklaşan insanın Türkiye’de uzun süre misafir edilmesi bütün bunlar, Türkiye’nin haklı olarak insani diplomasi alanındaki gayretlerini dünya gündemine de oturmaktadır. Bu açıdan bunu gerçekten doğru bir konu olarak seçmişsiniz.
Değerli Büyükelçiler,
Akdeniz Havzası’nın merkezinde yer alan ülke olarak özelikle Türkiye’nin gelişmeleri uzaktan seyretme lüksü de tabi ki yoktur. Esasen siz değerli diplomatlarımızın da fedakâr çalışmalarıyla bu tarihi dönüşümün istikrar, barış, demokrasi ve refaha tahayyül edilmesi için azami çaba gösteriyoruz. Bölge halklarıyla ortak tarihimizle daha barışık, samimi ve herkesi güçlendiren bir ilişki kurma fırsatını da elde ettik, bu yönden önemli mesafeler de katettik. Dönüşüm içinde bulunan ülkelere yönelik politikalarımızda dalgalar durulduğunda, alevler söndüğünde millet olarak nasıl bir sonuç elde edeceğimize hesaba katmak mecburiyetindeyiz.
Eninde sonunda bu kargaşalar bitecek ama sonunda elimizde ne kaldı? Bu çok önemli. Zira halklarımıza karşı temel sorumluluğumuzun ülkemizin milli menfaatlerini korumak ve ilerletmek olduğunu da unutmamalıyız. İnsani değerler ve kardeşlik hukuku temelinde zor günlerinde yanında olduğumuz halklara destek verirken, ahlaki zemin üstünlüğümüzü asla yitirmemeliyiz. Bölgemizde hiçbir halk ve toplumun Türkiye’nin iyi niyeti ve herkesi kucaklayan politikaları konusunda yanlış intibalar edinmesine de izin vermemeliyiz. Başta Kıbrıs olmak üzere Doğu Akdeniz’deki meşru çıkarlarımızın korunması hususunda yine asla taviz vermemiz gerekmektedir. Bununla birlikte Kıbrıs sorununu adil ve kalıcı bir siyasi çözüme kavuşturarak Doğu Akdeniz’de Türkiye, Kıbrıs Adası ve Yunanistan’ın oluşturacağı yeni bir istikrar ve refah sütunu meydana getirerek vizyonumuzu da hep canlı tutmalıyız. Tıpkı turizm alanında olduğu gibi Akdeniz’in faal ve potansiyel enerji kaynaklarının tüm kıyıdaş ülkelerin ve kıtaların ortak refahına hizmet edecek şekilde yararlanılacağı adil bir işbirliği iklimi oluşturmak için de gayret göstermeliyiz. Aslında gösterdiğimiz bu gayretler eğer bölgede bulunan diğer komşular tarafından da iyi şekilde algılanırsa, bizim gösterdiğimiz bu iyi niyet aynı şekilde karşılık bulursa, eminim ki sonunda hepimiz bu işten kazançlı çıkacağız.
Akdeniz Havzası’nda başlayan bu tarihi dönüşümün uzun vadede, belki de en önemli neticesi, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’in de yüz yıla aşkın bir süredir mahrum olduğu barışın nimetlerinden artık yararlanması olacaktır. Böyle bir netice, çoğu komşularımızdan oluşan kritik bir bölgenin normalleşmesi, istikrara kavuşması ve bölgede hakim olan çatışma kültürünün yerine işbirliği ve entegrasyon anlayışının hakim olması demektir. Şüphesiz ki bu durumun ülkemizin iç huzuruna da refahına da katkısı muazzam olacaktır. Bu nedenle Türkiye olarak, tüm bu kargaşa içinde barışı planlamak ve barışa yatırım yapmak için elimizden gelen tüm çabayı göstermeliyiz.
Sayın Bakan, Değerli Büyükelçiler,
Millet olarak her alandaki politikalarımızı konjonktürel şartların ve ani heyecanların etkisinde kalmadan 20, 30 hatta 100 yıl sonrasını düşünerek oluşturmalıyız. Türkiye’nin uzun vadeli hedeflerine ulaşmasını sağlayacak ilerleme istikametini saptırmayacak tutarlı ve entegre politikaları hayata geçirmeliyiz. Bu anlamda baktığınızda bunu bugün en iyi uygulayan ülkenin Çin olduğunu hepimiz biliyoruz. Kendi istikametinden hiç şaşmadan 1978 yılından beri ana istikametini, ana hedeflerini gerçekleştirmek için istikrarlı bir şekilde o hedefe yürüyor. Onun dışında olup bitenlere çok kendisini kaptırmadan gerçek hedefini gerçekleştirmek için büyük bir şekilde uğraşıyor.
Bizim de şüphesiz ki kendi büyük hedeflerimiz var. Bu büyük hedeflerimize ulaşmak, ekonomik olarak kalkınmış ülkeler seviyesine gelmek, demokrasisini, hukukunu çok daha derinleştirmek, evrensel, gelişmiş demokrasilerin standartlarını ülkemizde uygulanır hale getirmek, şüphesiz ki bizim en büyük hedefimizdir. O bakımdan bunu hiçbir zaman göz ardı etmeden politikalarımızı geliştirmemiz ve uygulamamızın bizim için hayati derecede önemli olduğuna inanıyorum. Şüphesiz ki bütün bunları sizler enine boyuna konuşuyorsunuz. Zaten diplomat demek, diplomaside bulunmak, hariciyede çalışıyor olmak bütün gece gündüz bu konuları düşünmek ve bunların uygulayıcısı olmaktır. Ben de doğrusu önemli gördüğüm bu konuları sizlerle bu vesileyle paylaşmak istedim. Ayrıca Dışişleri Bakanlığı’nın mensuplarının görevleri sadece kendileriyle de ilintili değildir. Eşleri, aileleri hepsi doğrusu gece gündüz büyük fedakârlık içerisindedirler. O bakımdan hem hepinize yaptığınız fedakârlıklar ve çalışmalarınızdan dolayı hem eşlerinize, herkese teşekkür ediyorum ve 2013 yılının herkes için, hepimiz için huzur, barış ve iyilikler getirmesini bir kez daha temenni ederek bu konferansın gelecek yıla bütün Türkiye’yi, hepimizi en iyi hazırlayacak hazırlıkları yapmasını temenni ediyorum. Hepinize tekrar afiyet olsun, hoş geldiniz.