Değerli Konuklar,
Hepinize iyi akşamlar diliyorum.
Sizler, sadece İstanbul’un değil, Türk sanayisinin değerli temsilcileri, mensuplarısınız. Hep gurur duyduğumuz, çok değerli müteşebbisler, büyük iş adamlarısınız. İstanbul Sanayi Odası’nın 60. Kuruluş Yıldönümünde sizlerle beraber olmaktan ve bu etkinliğe katılmaktan, gerçekten büyük bir mutluluk duyuyorum. Tekrar hepinize iyi akşamlar diliyorum ve bu vesileyle sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum. Ayrıca bir kez daha burada tebrik ettiğim herkesi bir kez daha tebrik ediyorum.
Bu başarıların muhakkak ki devam edeceğine de inancım tamdır. Çünkü sizin başarılarınız, sizin kat ettiğiniz mesafeler, bunlar sadece sizinle ilgili değil, bütün Türkiye ile ilgilidir. İstanbul Sanayi Odası’nın ne olduğunu biraz önce sinevizyonda bir kez daha özetlediniz. Burada Türk sanayisindeki yerini, ticaretteki, istihdamdaki yerini rakamlarla anlatmaya hiç gerek yok. Çok uzatmak istemiyorum ama, şu bir gerçek ki: Eğer sizler iyi olursanız, Türkiye de iyi olur. Türk ekonomisi de iyi olur. Sizler, eğer kendinizi kötü hissederseniz Türk ekonomisi kendisini kötü hisseder. Bu kadar Türkiye’nin iyiliğine veyahut da iyi olmamasına etki edecek büyüklüktesiniz siz. O bakımdan, Türkiye’nin güçlü olması için, sizlerin başarısını gerçekten daima sürekli görmek isteriz. Çok şükür bugün iyi yıllarımızı yaşıyoruz. Sizler, 60 yıla gelene kadar hangi dönemlerden geçtiniz.
Şu da bir gerçek ki: Sanayicilik zor bir iş. Tabii ki para kazanmanın başka yolları da var ama, bunların içerisinde en zor olan yollardan birisi, sanayi içerisinde olmak; üreterek, işçiyle uğraşarak, fabrikalar açarak para kazanmaktır. Her şey sizin elinizde de değildir. Siz çok çalışkan olabilirsiniz, çok başarılı olabilirsiniz, işinizi de çok iyi takip ediyor olabilirsiniz, işten de çok iyi anlıyor olabilirsiniz ama, eğer genel ekonomi, Türkiye’nin ekonomisi, makro ekonomi iyi değilse, yani halı iyi değilse, halının üstünde sizin istediğiniz kadar kabiliyetiniz olsun, başarılı olmanız zordur, mümkün değildir. Bu tip yılları çok gördük. 70’li yılların nasıl kayıp yıllar olduğunu hepimiz biliyoruz. Bir taraftan sendikalar, grevler, diğer taraftan siyasi istikrarsızlıklar. 90’lı yıllarda yine buna benzer sıkıntıları farklı bir şekilde yaşadık. Dünyaya açıldık, artık rekabet ediyoruz derken, birdenbire siyasi istikrarsızlık ve dünya ile bütünleşirken, diğer taraftan almamız gereken tedbirleri almayışımız, birdenbire her şeyi kontrol dışı bıraktı. Faizler, enflasyon, bunlar doğrusu sizin elinizde olmayan ama, Türk ekonomisinin takip ettiği politikaların neticesi olarak ortaya çıkan acı gerçeklerdir.
O dönemlerde de tabii en çok sıkıntıları sizler çektiniz. Çok şükür, o yıllarla mukayese ettiğimizde bugün iyiyiz. Ama bugün de tesadüfi olarak iyi değiliz. İyi olmak için çok köklü reformlar yapıldı bu ülkede. Siyasi, hukuki reformlar bir yana, -ki bunlar da çok önemli- ekonomi için- esas ekonomik reformlar çok yapıldı. Mali disipline, özellikle ve bilinçli bir şekilde uyuldu. Uzun çabalardan sonra kontrol dışı olan bütün makro ekonomik dengeler, belki biri hariç kontrol altına alındı ve pozitif istikamette neticeler vermeye başladı. Bu, bugün tabii hepimizi çok güçlü hissettirmekte, hepimizi güvende hissettirmekte. Kesinlikle bu politikalara güçlü bir şekilde devam etmemiz gerekir ki, sizler kendinizi gösterebilesiniz. Sizler başarılarınıza başarılar ekleyebilesiniz ve sizler, çalışmanın karşılığını da alabilesiniz. O bakımdan zaafiyet göstermeden Türkiye’nin takip ettiği bu politikaları devam etmesi gerekir.
Burada şunu da hatırlatmak isterim ki: Türkiye hep şimdiye karşı reaktif politikalar üretirdi. Kriz çıkardı, krize karşı tedbir alırdık, “Nasıl tekrar işleri yoluna koyacağız” diye. İlk defa Türkiye, proaktif politikalar takip ediyor. Yani kriz çıkmadan, olaylar olmadan tedbirini alıyor ve açıklıyor. Bütün dünyaya, “Bak, ben önümüzdeki yıllarda şöyle bir politika uygulayacağım” diyor ve herkes bakıyor. Ona göre Türkiye’ye güveniyor ve Türkiye’nin geleceğini görüyor, gayet şeffaf bir ortam içerisinde.
Buna göre tabii ki Türkiye’ye güven artınca, işlerimiz de daha kolay oluyor. O bakımdan artık gerçekçi, realist, doğru olanı yapmak; kısa vadeli başarılar, beklentiler değil, uzun vadeli başarılar; popülist çıkarlar değil, uzun vadeli, herkesin, Türkiye’nin ve bütün nüfusun çıkarları peşinde koştuğumuzda ve o istikamette politikaları bilinçli bir şekilde uyguladığımızda işte halıyı düzgün yapıyoruz, sizin için toprağı çok sağlam hale getiriyoruz. Sağlam bir zemin size veriyoruz, artık bu zemin üzerinde herkes kabiliyetini gösteriyor. Eğer başaramayan olursa, onun kendi kusuru oluyor. Bunları özellikle söylemek isterim; acı günlerden geçtiğimiz için ve bundan sonra tabii ki bunları tekrarlamamak için.
Demin söylediğim gibi, bir noksanımız var, o da dış açıkla ilgili, cari açıkla ilgili. Bununla ilgili de zaman zaman sizlerle de fikirlerimi paylaşmışımdır. Zaten bu salona baktığımda neredeyse hepinizle bir ok vesilelerle beraber oluyoruz, fikirlerimizi paylaşıyoruz, seyahatler ediyoruz, odalarda toplantılar yapıyoruz. Son olarak söylediğim hususu, TBMM’de yaptığım konuşmada seslendirmiştim. Türkiye, üretmediği şeyleri tüketiyor. Türkiye’de müthiş bir ara mal bağımlılığı var. Türkiye’nin ihracatı çok büyük bir oranda ithalata bağlı. Dolayısıyla bu noksanlıklarımızı görmemiz lazım ki, gelecekte başka sıkıntılara düşmeyelim. Bunun tedbirlerini almamız lazım. Memnuniyetle görüyorum ki, hükümetimiz, bunun tedbirlerini alacak adımları yeni Teşvik Yasasıyla yaptı. İlk defa bir teşvik yasası daha düzgün çıktı. Daha önce iller arasında yarış olurdu. İller arasında kim ne kaparsa, böyle bir yarış neticesinde çıkan teşvik yasaları da hiçbir işe yaramazdı. Ümit ederim ki ilk defa bu Yasa işe yarayacaktır.
Şunun altını özellikle çizmek isterim ve söylemişimdir: Sanayi Türkiye için çok önemlidir. Aslında bütün ekonomiler için önemlidir. Yani büyük ülkeler için, nüfusu ve coğrafyası büyük olan her ülke için sanayi çok önemlidir. Tabii ki Luxemburg’dan bahsetmiyorum burada. Ama 75 milyon nüfusu olan, bu kadar büyük toprağı olan ve böyle bir coğrafyası olan bir ülkenin sanayisi kesinlikle güçlü olacaktır.
Kalkınmanın, gelişmenin temel unsuru sanayidir. Zaman zaman bazen bakıyorum sanayi deyince hafife alıyorlar. Hatta bazen onun devri geçti şeklinde konuşanlar görüyorum ve hayret ediyorum. 2008 yılı herhalde bu bakımdan çok iyi bir ders oldu. Türkiye için demiyorum, dünya için söylüyorum. 2008 yılında büyüyen ekonomilerin aslında gerçekte büyümedikleri ama, bir balonun şiştiği ortaya çıktı. Balon patlayınca da nelere mal olduğunu hep beraber gördük. O bakımdan sanayiye biz muhakkak önem vermek durumundayız. Muhakkak sanayiye önem verirken de, teknolojiyi Türkiye’ye transfer ederek sanayiye önem verme şeklinde de değil. Teknolojiyi üreterek, bilimi üreterek, ürettiğimi teknolojiyi dışarı transfer edecek şekilde sanayiye muhakkak önem vermemiz gerekmektedir. Gerçek reel sektör bir sanayidir, bir de tarımdır nihayette ki, tarım da artık ne kadar çok sanayiye bağlı ortaya çıkmaktadır.
Sanayi deyince, şüphesiz ki daima ileri giden, yeni bir sanayi olması lazım. Bazen “Sanayi öldü” diyorlar. Sanayi ölmüyor aslında. O işi yapan kişinin zihni ölüyor. O aslında günün dışında kalmış, yılların dışında kalmış. Hâlâ babasının, dedesinin, amcasının yaptığı sanayi şeklini aynı şekilde yapmaya devam ediyor, kendi ölüyor. Ondan sonra da “Sektörüm öldü” diyor. İşte aranızda o kadar tekstilci var, en iyi sizler biliyorsunuz. O zaman yapacağınız şey şu: Teknoloji ağırlıklı, yüksek teknolojiye önem veren, inovasyona önem veren, yeni buluşlara önem veren bir sanayiye geçmemiz gerekir bizim. Buna geçmediğimiz süre içerisinde devam etmemiz mümkün değil. Devlet sanayiden çıktığına göre, devlet üretimden çıktığına göre, bütün bunlar nasıl olacak, bütün bunları kim yapacak? Bütün bunları siz yapıyorsunuz ve siz yapmaya devam edeceksiniz. Size yeni isimler eklenecek. Bunlar belki ailenizin bireyleri olacak. Belki de sizlerin aranıza giren yeni sanayiciler olacak.
Belki takip etmişinizdir, geçen hafta Amerika Birleşik Devletleri’ndeydim. NATO Zirvesi vesilesiyle Şikago’ya gitmiştim ve oradaki toplantılarımız bittikten sonra San Fransisko’ya geçtim. Oraya gidişimin sebebi de Silikon Vadisi’ni ziyaret etmekti. Silikon Vadisi’ni doğrusu ben daha önce görmüştüm, on sene önce gitmiştim. Daha “Apple”lar, “Google”lar, bunlar yokken orada ilk başlayan “İntell”ler, “Microsoft” onları görmüştüm. Niçin o zaman bu sefer özellikle gitmek istedim? Şunun için özellikle gitmek istedim: Aslında “Yeni sanayinin, yeni faaliyet alanlarının hangi istikamette geliştiğini, Türk halkına, Türk gencine, Türk sanayisine gösterebilmek ve bu uğurda yeni bir uyanış, yeni bir bilinçlenme katkısı yapabilir miyim?” diye doğrusu gittim oraya. Şimdi size soruyorum; “Cebinizde veya çantanızda taşıdığınız Iphone’lar, Ipad’lar, bunlar ne, hangi sektöre ait, sanayi mi değil mi?” Gittiğinizde bakıyorsunuz, ortada bir tane fabrika yok ama, ortada iki bin tane mühendis var çalışan. Gittiğinizde “Google”a bakıyorsunuz, ortada bir tane benzin görmüyorsunuz, mazot görmüyorsunuz ama, orada üç bin tane mühendis çalışıyor. İşte mevcut sanayinin bundan sonra bu şekilde sanayiye kayması gerekir. Adı yine sanayi olur, teknoloji olur, başka şey olur. Ama bizim bu ileri teknolojiye, bilgiye dayalı bu alanı atlamamız lazım. Doğrusu bu da yine belki sizlerin içinden çıkacaktır. Çünkü sanayi kültürü, iş kültürü sizlerde olduğuna göre, sizin çocuklarınızda da olacaktır.
Biraz önce işte burada plaket verdi Tanıl Bey, kızınız belki o yollara kayacaktır. Dediğim gibi hiç sanayiyle ilgisi olmayan, çok zeki bir mühendis çocuk, çok çalışkan bir çocuk, dünyanın ve Türkiye’nin iyi üniversitelerinden mezun olmuş birisi birden çıkacak ve birdenbire o da işte büyük bir firmanın, büyük bir şirketin sahibi olacak; buluşuyla, girişimci ruhuyla.
“Şu son bir-iki yıl içerisinde en çok konuştuğumuz konu hangisi, en çok dilimizde tekrarladığımız kelimeler hangisi” dediğimizde, girişimcilik, inovasyon, araştırma-geliştirme. Demek ki bunun farkına varmışız hepimiz. Odalar Birliği’nde bunu görüyorum. Sanayi odasında, ticaret odasında veya diğer işte MÜSİAD’da, TÜSİAD’da, nereye gidersem bir bakıyorum, herkes bundan bahsediyor. Üniversiteler yavaş yavaş tekrar kendine gelmeye başlıyorlar. Şu anda 40’a yakın teknopark var, 30-35 tanesi çok aktif vaziyette. Yeni çıkartılan vergi yasalarıyla, teşvikler, hep bunları destekleyecek yönde oluyor. O zaman muhakkak bunun neticesini de çok yakından alacağız. Bugün hâlâ çok gerideyiz. Bütün başarılarımızla övünebiliriz. Ama bir de şöyle o sayfayı kapatıp başka bir sayfaya baktığımızda, “Bizim ihracatımızın içinde ileri teknoloji ürününün payı yüzde kaç” dediğimizde, o zaman şöyle başımızı önümüze eğeriz. Dolayısıyla bu paylarımızı artırmak için, Türkiye’de kullandığımız yüksek teknolojiye dayalı ürünleri, kendi ürünlerimiz haline getirebilmemiz için sanayicilerimize düşen görev, daha çok teşvik, daha çok bu alana yönelmek, belki mevcut, klasik sanayiyi devam ettirirken, bir de ona paralel, geleceğin sanayisine veya geleceğin iş alanlarına teknoloji ağırlıklı yatırımlar yapmak olacaktır. Bunu şüphesiz ki en iyi yapacaklar sizler olacaksınızdır.
Burada ben İstanbul Sanayi Odası’ndan bahsediyorum. Türkiye’de yine hep gurur duyarız, başka şehirlerimizin de sanayi odaları var. Ama hiçbirini İstanbul ile mukayese edemeyiz. İstanbul’u ancak başka ülkelerle mukayese edebiliriz. Bu kadar güçlü, Türk ekonomisinde bu kadar yeri olan, sanayisinde bu kadar yeri olan bir kuruluşumuzdur. Şimdiye kadar birçok başkanlar geçti, tabii ki hepsini ben de şükranla hep anıyorum. Son dönemdeki gerek meclis gerek yönetim kurulu başkanlarıyla, bulunduğum görevlerde, hükümette olduğum sıralarda, Cumhurbaşkanı olarak da çok yakın bir çalışma içerisindeyiz. Her türlü desteği elimden geldiğince veriyorum ve sizlerin başarılı olması için de her türlü desteği vermeye tabii ki devam edeceğim.
Herkese başarılar diliyorum, 60. yılınızı kutluyorum. Değerli hanımefendiler, beyler, hepinize de sevgiler, saygılar sunuyorum, sağolun.