Stanford Üniversitesi “Graduate School Of Bussınes”ta Yaptıkları Konuşma

23.05.2012
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

“Reform, Sebat ve Yeniliklerle Değişime Öncülük Etmek: Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Liderlik Üzerine Görüşleri”

 

Sayın Saloner,

Değerli Eski Meslektaşım Dr. Rice,

Sevgili Öğrenciler,

Kıymetli Öğretim Üyeleri,

Değerli Misafirler,

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Bugün burada, böyle seçkin konuklara konuşmak benim için çok büyük bir onurdur. Hepinizi en içten dileklerimle selamlar ve Dekanınız Sayın Saloner’e de nazik takdimi için çok teşekkür ederim.

Burada,  son derece güzel olan bu tarihi kampüste bulunmaktan şeref duyuyorum. Gerçekten de geçmiş 120 yıl boyunca Stanford’un adı her zaman yenilik ve kalite sıfatlarıyla birlikte anılmıştır. Bu üniversite birçok alanda küresel liderliğin bir sembolü olmuştur.

Burada yürütülen çığır açan bilimsel araştırmalar, mikroçiplerden internete kadar birçok teknolojik buluşun gelişimine katkıda bulunmuştur. Sizler tabi benden daha iyi bilirsiniz ki bu buluşlar hayatlarımızı ciddi anlamda değiştirmişlerdir.

Google, Yahoo, Cisco Systems ve Hewlett Packard gibi birçok öncü küresel teknoloji firmasının kuruluşunun burada, Stanford’da başlayan fikirler ve araştırmalar ile gerçekleştirilmiş olması eminim Stanford için çok büyük bir gurur kaynağıdır. Dolayısıyla, bu üniversite “yaratıcı imha”nın bir beşiği ve “küreselleşmenin lokomotifi” olmuştur.  Amerika Birleşik Devletlerinin uzun süredir yenilikler, bilim ve teknolojide küresel bir lider olmasının ve olmaya da devam edeceğinin en büyük sebeplerinden birisi muhtemelen budur.

Stanford hiçbir zaman daha iyisine ulaşma yönündeki çabalarından vazgeçmemiştir. Dünyadaki değişime her zaman ayak uydurmakla kalmamış, aynı zamanda değişimi şekillendirmiştir.  Bu sebepledir ki, müspet küresel değişikliklere öncülük eden ve değişimin liderlerini yetiştiren bu kuruma hitap etmek doğrusu büyük bir ayrıcalıktır.

Değerli Misafirler,

Bugün benden kendi tecrübelerimden yola çıkarak liderlik konusundaki görüşlerimi sizlerle paylaşmam istendi. Lisansüstü İşletme Okulu’nun mensupları ve mezunları olarak, lider olmanın gerektirdiği vasıfları aşina olduğunuzdan eminim.

Fakat şunu söylemeliyim ki; bugün kim olduğumuz, hayatımız boyunca yaptığımız seçimlerin; yaşadığımız başarısızlıkların; karşımıza çıkan şanşların; doğuştan gelen yeteneklerimizin ve hayat yolculuğumuzda geliştirdiğimiz becerilerin bir bileşkesidir. Fakat bazen kader bizim fıtratımız ne olursa olsun başka türlü tezahür edebilir. 

Örneğin, ben Julius Sezar’ın adına kurulmuş bir şehir olan Kayseri’de, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıldönümlerinin kutlandığı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında doğdum. Bir bakıma, Amerikalılar için 4 Temmuz ne ise, bizim için de  29 Ekim odur.

Kayseri girişimcileri ile ünlü bir şehirdir. Bu anlamda, Kayseri Türk girişimciliğinin adeta “aslan yatağı”dır. Dolayısıyla, Kayseri’de ailelerin en zeki ve yetenekli çocuklarını kendi işletmelerinde çalışmaya yönlendirmesi çok köklü bir gelenektir.

Bu bağlamda, ailelerin ilkokulu bitiren çocukları ortaokul ve liseye göndermeden önce ticari kabiliyetlerini test etmeleri, Kayseri’de çok eskiden beri yapılan bir uygulamadır. Genellikle de çocuğu bir arkadaşının işyeri veya dükkânına birkaç gün gönderip, çocuğun nasıl davrandığına bakarlar:  Yeterince aktif ve  zeki mi?; yoksa utangaç ve kendine güvensiz mi? diye!

Eğer çocuk kabiliyetli görünüyorsa, aile genellikle çocuğun hemen iş hayatına atılmasına karar verir. Eğer çocuk pazarlamada başarılı değilse, onun da ileri eğitimine devam etmesini sağlanır.

Bana da böyle bir test uygulandığını hatırlıyorum! O senelerde dedemin dükkânı çok kalabalıktı ve hatta sokaklar bile müşterilerle dolar taşardı. Benim de dükkanın önünde durarak, buz dolu kovanın içinde bulunan gazozları satmam gerekiyordu. 

Bir gün amcam benim ticari kabiliyetimi denemek üzere dedemin dükkânına geldi. Buz dolu kovanın içinden bir şişe gazoz aldı ve yüksek sesle bağırdı “Buz gibi gazoz! Buz gibi gazoz! 32 dişine keman çaldırır! Bu şekilde bağırmam gerekiyordu. O tarihlerde bu yöntem etkili bir pazarlama stratejisiydi!”

Güçlü sesiyle dükkânın etrafındaki insanların dikkatini üzerine toplayan amcam, çok sayıda gazozu hemen orada sattı.

Sonra beni de aynı bu şekilde satış yapmaya zorladı. Ne var ki, ben onun kadar yüksek sesle bağıramayacak kadar utangaçtım ve kovadaki gazozları satma konusunda çaresiz bir şekilde başarısız oldum. Ve tabii bu da benim iş hayatımın sonu oldu!

Eğer o gün orada gazoz satmayı başarabilseydim, bugün muhtemelen Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olmayacaktım!

Öte yandan, şayet o gün gazozları satmakta muvaffak olsaydım,  tıpkı Kayserili işadamı olan hemşerilerim gibi bugün ben de daha zengin olurdum.

Dolayısıyla, bazen liderlik başarısızlıklardan da neşet edebilir. Esasen, başarısızlıklarımız hayatımızda çok önemlidir. Zira başarısızlıklarımız, bizi zor, ancak ulaşılabilir seçeneklerle baş başa bırakırlar.  Başarısızlıklarımızdan ders alırız ve çabalarımızın karşılığını almak için daha çok çalışırız.

Kendi namıma, daha iyi bir hayat seviyesine ulaşmak için eğitimin en etkili vasıta olduğunun bilinciyle o dönemden sonra okulda daha çok çalıştığımı söyleyebilirim.

Değerli Misafirler,

İyi liderlerin Allah vergisi hasletlere sahip olması gerektiği aşikardır. Ancak, liderliğin çoğu zaman doğuştan bir lütuf olmaktan ziyade, zamanla kazanılmış bir olgu olduğuna inanıyorum.  Etkili liderler öğrenmeyi, değişmeyi ve ufuklarını genişletmeyi sevmelidirler. Eğer yeni bir şey öğrenmiyor, olgunlaşmıyor, değişmiyor ve ufkunuzu genişletmiyorsunuz, o zaman insanların size inanmasını ve sizi takip etmesini bekleyemezsiniz.

Hayatımda, öğrenmek, değişmek ve yenilikler için her zaman bir yer olduğunu düşündüm. Bu meyanda, örneğin, İslam dünyasının potansiyeli ve sosyo-ekonomik problemlerine aşina olma fırsatı bulduğum, merkezi Suudi Arabistan, Cidde’de bulunan İslam Kalkınma Bankasında çalıştığım 8 yıl boyunca şahsen çok şey öğrendim. Sözkonusu tecrübenin benim siyasi çizgim ve vizyonum üzerinde çok büyük etkisi olmuştur.

Bilahare, beklenmedik bir şekilde ve bir ölçüde de tereddüt ederek, memleketim olan Kayseri’den 1991 yılında milletvekilliği adaylığına ikna edildiğimde kendimi biranda siyasetin içerisinde buldum.

Milletvekili olarak, neredeyse on yıla yakın bir süre boyunca Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde ülkemi temsil ettim. Bu tecrübe sayesinde, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi bugün artık evrensel normlar olarak kabul edilen demokratik siyaset ve Avrupa değerlerinin temel prensiplerini öğrendim ve özümsedim. Yine bu tecrübenin de, halihazırdaki siyasi zihniyet ve vizyonum oluşmasında büyük tesiri olmuştur.

Eminim hepiniz “dünyayı değiştirmek istiyorsan kendinden başla” deyişini duymuşsunuzdur.

Eşi görülmemiş değişim hızı günümüzün karar vericileri için bir melekeyi olmazsa olmaz bir öncelik haline getirmiştir: Bu da dinamik küresel sisteme ayak uydurabilme kabiliyetidir.

Siyasi liderler olarak, günümüzde küresel yansımaları bulunan çok sayıda karmaşık sorunlarla karşı karşıyayız.

Küresel düzenin günümüzdeki değişken dinamikleri karşısında liderlerin rolü de aynı ölçüde hususi önem kazanmıştır.

Gerçekten de, bizim bu meçhul sularda yol almamız yalnızca güçlü ve vizyoner liderlik sayesinde gerçekleştirilebilir. Diğer bir deyişle, içinde bulunduğumuz zaman dilimi de, güçlü liderlere ihtiyaç duyulan bir dönemdir.  Halihazırda cereyan eden dönüşümleri anlayabilecek ve hızla değişen ortama adapte olabilecek liderlere ihtiyaç duyulmaktadır.

Liderler aynı zamanda tahayyül ve ilhamla dolu hedeflere sahip olmalı ve bu hedefe ulaşmak için yönlerini çizmeli ve yola çıkmalıdırlar. Bu da hayal gücü ve geniş bir vizyon gerektirir. 

Netice itibariyle, liderlik, esasen vizyon sahibi olmak demektir. Bir lider vizyon oluşturmalı; vizyonunu ifade etmeli; başarıya ulaşana kadar bu vizyonunu takip etmelidir. Daha da önemlisi bir lider kendi vizyonuna başkalarını da ortak edebilmeli, kendi vizyonunu başkalarının desteklemesini sağlamalıdır.

Öte yandan, bir lider her zaman en kolay ve en çok denenmiş olan yolu seçmemelidir. Lider, yeni bir yöne gitmeye hazır olmalı ve ardından yürünebilecek yeni bir çığır açmalıdır.

Daha çok hayali ve daha az kâbusu olan liderlere sahip bir dünyanın daha iyi durumda olacağı aşikardır. Bu meyanda, Martin Luther King’in büyük toplumsal kâbusların yaşandığı bir dönemde gördüğü hayalleri sayesinde Amerika bugünkü haline gelmiştir.

Kıymetli Misafirler,

Bir lider, kendisini takip eden insanlarıyla tam olarak uyum içerisinde olmalı ve bu insanların beklentilerine cevap verebilmelidir.

Şu bir gerçektir ki şu anda insanlık tarihinde ilk defa milletlerin yarısından çoğu demokratik hükümetler tarafından yönetilmektedir.

Dolayısıyla, siyasi liderin tek meşruiyet kaynağının halkın iradesi olması, günümüzde evrensel olarak kabul edilen bir kavram haline gelmiştir. Artık her geçen gün her yerde insanların karar alma süreçlerine artan ölçüde müdahil olduklarını görüyoruz.

Bunu Mısır’da Tahrir meydanında ve New York’ta Wall Street gösterilerinde de müşahede ettik. Çağımız, halkların saygın ve muktedir kılınması çağıdır. Tabii ki bu durum demokrasi için iyi bir şey olup, tarihin doğal seyri dikkate alındığında, önlenemez bir gelişmedir.

Fakat burada bir paradoksla karşı karşıyayız. Gittikçe artan toplum baskısı altında, bazen liderler toplumun müşterek menfaatine olmakla birlikte her zaman popüler olmayan cesur kararlar vermek konusunda tereddütlü davranabilirler. Bu problem, özellikle ekonomik sorunlar ve köklü siyasi çatışmalar ortamında geçerlidir.

Avrupa’daki şu anda içinde bulunduğu durum, vizyoner liderlik eksikliğinin nasıl milyonlarca kişinin hayatını olumsuz etkileyebileceğini gösteren çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir.

Öncelikle, Avrupa’daki liderler yaklaşmakta olan ekonomik sorunları görmeyi başaramadılar ve bu sorunları çözmek için gerekli cesur adımları atamadılar. İyi liderlik (İngiliz atasözünde ifade edildiği gibi) “güneş hala parlıyorken, çatının onarılmasını” gerektirir.

Netice olarak, Avrupalı liderlerin gerekli kararları almaktaki basiretsizliğinin şu anda karşılaştıkları finansal felaketleri meydana getirdiğini söyleyebiliriz.

Böylesine ciddi bir kriz karşısında, Avrupa’nın daha da içine kapanmasına yol açan ve radikal siyasi grupların yükselişine taviz veren  eğilimlerin güçlendiği görülmektedir.

Hakikaten de son aylarda birbiri ardına aşırı sağcı partilerin seçildiğini ve güç kazandığını izliyoruz.  Ve daha da kötüsü, bunların ideoloji ve görüşleri gittikçe artan bir şekilde ana siyasi akımlar tarafından da kabul görmektedir. Bu kesinlikle iyi bir liderlik örneği teşkil etmeyip, olsa olsa ucuz siyasetin en kötü örneğidir.

Trajik bir şekilde başarısız liderlik örneğini gördüğümüz diğer bir bölge ise Ortadoğu’dur; burada liderler çok uzun zamandır kendi insanları ile irtibatlarını yitirmiş haldelerdi.

Gerçekten de Tunus, Libya, Mısır, Yemen, ve Suriye gibi ülkelerin liderleri,  Stanford Üniversitesi ve Silikon Vadisinden beslenen yeniliklerin fitillediği küresel dinamikleri kavramakta fena şekilde başarısız olmuşlardır.  

Sosyal medya ve iletişim alanındaki yenilikler, dünyanın her yerinde olup bitenleri herkesin görmesini ve kendi ülkeleriyle kıyaslama yapmasını sağlamıştır. Aslında, bu belki de Stanford’un yaptığı en büyük katkılardan biridir: Özgürlüklerin, demokrasinin ve dünyadaki gelişmelerin dönüşümünü sağlamak. Sizin yenilikleriniz sayesinde, bugün artık hiçbir rejim kendi insanlarını demir perdeler arkasında yönetme lüksüne sahip değildir.

Bahsekonu diktatörler orduları ve istihbarat teşkilatları güçlü olduğu müddetçe iktidarda kalmaya devam edeceklerini sandılar. Vatandaşlarının isyanları başladığında bile, herhalde diktatörlerin evrensel kılavuzunu takip eden bu liderler, insanları sadece güç kullanarak sindirmeye çalıştılar.

Geçen yıl Ağustos ayında Suriye Devlet Başkanı Esad’a yazdığım son mektupta, ona çok açık bir dille sokaklara dökülen halkın, görmemezlikten gelmek veya üzerlerinde baskı kurmak suretiyle ortadan gitmeyeceğini ifade ettim. Kendisine artık liderlik göstermesini ve çok geç olmadan insanlarının meşru beklentilerine cevap verecek şekilde gerekli reformları hayata geçirerek “değişime liderlik” etmesini tavsiye ettim. Ne yazık ki, Suriye’de bugün gelinen noktada neredeyse her gün birçok sayıda insan yaşamını yitirdiğine şahit oluyoruz.

Hülasa, iyi bir lider gerçeği kavramalı ve değişimin dinamiklerine ayak uydurmalıdır.

Değerli Misafirler,

Liderliğin diğer bir önemli yönü de doğru zamanda ve doğru yerde, gerçekler ne kadar rahatsız edici de olsa doğruyu söylemektir.

2000 yılında partimin başkanlığı için adaylığımı koyduğumda parti üyelerimize, bizim yürüttüğüz siyasetin miyadı geçmiş (anokranistik) ve gerçeklerden kopuk olduğunu söylemek zorunda kaldım.

O esnada bu gerçeği söylemek aşırı derecede riskliydi. Zira, kurucu liderimiz o zamanlar açıkça benim rakibimin tarafını tutmaktaydı ve liderin tercihlerini sorgulamamak o zamanlar bir parti geleneğiydi.

Az bir farklı parti kongresinde kazanamamış olsam da; vermek istediğim mesaj, önce partimin delegeleri ve tabanına, bilahare Türkiye’de daha büyük bir topluluğa ulaşmıştı. Hatta bu reformcu ve yenilikçi strateji ile söylem, 2001 yılında Adalet ve Kalkınma Partisinin (ya da AK Partinin) kurulmasının altyapısını oluşturmuştur.

Uluslararası seviyede ise, İslam dünyasından olan meslektaşlarıma benzer doğruları cesurca söylemeye çalıştım.  2003 yılı gibi erken bir tarihte, Tahran’daki İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye ülkelerin liderlerine önemli bir çağrıda bulunarak; evrensel demokratik değerler ile uyumlu olabilmeleri için gerekli reformları hayata geçirmelerinin elzem olduğunu vurguladım. 

Ayrıca bunu başaramamaları durumda, karşılaşacakları vahim sonuçlar konusunda da onları uyardım. Dolayısıyla benim için, Arap Baharı hiç de sürpriz olmadı! Bu aslında tarihin tekerrür etmesi ve insanların tabii hak ve özlemlerinin tezahür etmesinden ibaretti.

Hanımefendiler, Beyefendiler,

İyi bir lider sabırlı ve temkinli olmalıdır. Ancak,  bir lider bazen  risk de  alabilmelidir. Benim risk almaya dair imtihanım ise, -tabii uluslararası ilişkilerde- Ermenistan Cumhurbaşkanının daveti üzerine, Ermenistan’ın başkenti Erivan’ı ziyaretim oldu. Görünüşte davet Cumhurbaşkanı ile bir futbol müsabakasını izlemeyi içermekteydi. Ancak, ortak tarihleri konusunda birbirleri ile ihtilaf yaşayan, komşu iki milletin liderleri için bu davetin anlamı daha büyüktü. İç politika bakımından bu ziyaret riskli bir açılımdı ve dış politika itibariyle de çok riskli sonuçlar doğurabilirdi.

Neticede Erivan’a gittim ve bu bir Türk Cumhurbaşkanının Ermenistan’a gerçekleştirdiği ilk ziyaret olarak tarihe geçti. Sözkonusu jesti yapmaktan temel beklentim iki milletin arasındaki münasebetleri bir nebze olsun onarmaktı. Hala bu umudumu yitirmiş değilim. Her şeye rağmen,  Ermenistan Cumhurbaşkanıyla karşılıklı ziyaretlerimiz, Türk ve Ermeni ilişkilerinin normalleşmesi için bir umut sembolü olmaya devam edecektir.

Riskli olsa da Erivan’ı ziyaret etmem doğru bir hareketti. Bu da aklıma Peter Drucker’ın sözünü getirdi:  “İdare etmek işleri doğru yapmaktır; liderlik ise doğru olanları yapmaktır.”

Eğer gerekirse, iyi bir lider zorlu kararlar alabilmeli ve  acı tavizlerde bulunabilmelidir.

İyi hatırlarsınız ki, İkinci Dünya Savaşının başlangıcında Winston Churchill, ülkesinin bekası tehlikedeyken İngiliz vatandaşlarına “kan, zahmet, gözyaşı ve terden başka bir şey vaat etmediğini” söylemişti.

Bu arada, iyi bir lider hiçbir zaman, koşullar ne olursa olsun, durum ne kadar umutsuz olursa olsun “umut elçiliği” yapmaktan kaçınmamalıdır.

Churchill bu heyecan verici sözleri ve çelik gibi azmiyle, halkını, ülkelerini ve özgür dünyayı savunmaları için başarılı bir şekilde seferber edebildi. Bu süreçte vatandaşlarına verdiği umut ise, onların hayatta kalmaları, zafere ulaşmaları ve haysiyetlerini korumaları bakımından hayati bir harç teşkil etmiştir.

Türkiye’de 2002 yılında Başbakan olarak göreve başladığımda çok büyük imtihanlarla karşı karşıya idik.

O dönemde, bir gecede milli gelirimizin üçte birini kaybettiğimiz, 2001 yılında başlamış olan ekonomik krizin en doruk noktasındaydık.

Irak’ta savaş çıkmak üzereydi ve biz de Kıbrıs ve Türkiye’nin AB üyelik süreci müzakereleri konusunda bir yol ayrımına gelmiştik. Tüm bu sorunlarla başa çıkmak, bizleri çok zor kararlar almaya ve kayda değer uzlaşılarda bulunmaya mecbur kılmıştı.

Bir liderin vizyonunu hayata geçirmesi sağlam bir planı olması gerektiğini bildiğimden, hukuki, ekonomik ve siyasi alanlarda tüm siyasi tedbirleri içeren uzun vadeli ve kapsamlı bir plan oluşturdum.

Bu plan kapsamında, kısa vadeli popülist taleplere cevap vermeye çalışmak gibi bir tuzağa düşmedim. Onun yerine, milletin uzun vadeli menfaatleri üzerinde odaklandım. Bu anlayışla, AK Parti hükümetleri bahsekonu planımızı titizlikle hayata geçirdi. Ve çok şükür ki,  o zaman yaptığımız zor tercihlerin karşılığını aldık.

Bu önlemler sayesinde, örneğin,  Avrupa’yı saran ekonomik krize rağmen, Türkiye, Çin’den sonra dünyadaki ikinci en hızlı büyüyen ekonomisi olarak temayüz etmektedir.

Ve eğer Türk demokrasisi, Orta Doğudaki insanlar için bir ilham kaynağı işlevini görüyorsa yine bunun sebebi 2002 yılından itibaren Hükümet tarafından yürütülen reformlardır.

O dönemde bu sancılı önlemleri alırken, halkımıza verdiğimiz umut ise, “daha iyi demokrasi”, “daha iyi işleyen bir piyasa ekonomisi” ve tüm cephelerde “aktif ve kendine güvenen bir dış politika” olmuştur.

Tüm bu reformlar sayesinde, Türkiye artık her zaman olduğundan daha çoğulcu, daha kucaklayıcı ve daha hoşgörülü bir ülke haline dönüşmüştür. Bununla beraber, kişisel özgürlükler alanında hala atmamız gereken adımlar olduğunun farkındayız. Demokrasiyi geliştirme görevimizin tamamlandığı gibi bir illüzyon içerisinde de değiliz.

Bir liderin ülkesinin veya yönettiği kuruluşun noksanlıkları hakkında gerçekçi ve hakkaniyetli değerlendirmeleri bulunmalıdır.

Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olarak, özgürlükleri genişletmek ve demokrasimizin sivil sütunlarını güçlendirmek bakımından önümüzde hala çok uzun bir yol olduğunun bilincindeyim. Fakat Türk toplumunun tüm kesimlerinde, demokratik standartlarımızı daha çok geliştirmek mecburiyetinde olduğumuza dair yaygın bir fikir birliği bulunmaktadır. Bu doğrultuda, tüm siyasi partiler, Sivil Toplum Örgütleri, meslek kuruluşları, üniversiteler, düşünce kuruluşları, entelektüeller ve hatta sıradan yurttaşların aktif katılımlarıyla yeni bir anayasa yazma çalışmalarımız devam etmektedir.

Anayasa yazımı sürecindeki bu kapsayıcı yaklaşım, bana göre olgun demokrasilerin belkemiğini oluşturan uzlaşma kültürünün gelişimi bakımından da son derece önemlidir.

Türkiye’nin bu esaslı siyasi dönüşümüne paralel olarak, sıkı mali disiplinle birlikte ekonominin tüm alanlarını kapsayan reformlar gerçekleştirdik. Bu reformlar çok köklü olup, o dönemde hiç de popüler tercihler değildi. Ne var ki bahsekonu yapısal reformlar sayesinde Türkiye ekonomisinin büyük dış şoklara karşı direnci arttırılmıştır.

Sonuç olarak, Türkiye bugün 1 trilyon ABD dolarını aşan milli geliriyle dünyanın 16ıncı en büyük ekonomisi konumuna yükselmiştir.

Türkiye’nin kalkınma politikası aynı zamanda niteliksel bir unsura da sahiptir. Hepimizin bildiği üzere, bilim, teknoloji ve yenilikler, daha iyi bir geleceği hayal eden tüm milletler için hayati unsurlardır. Bu anlayışla, Türkiye son yıllarda bilgiye dayalı bir ekonomi olma yolunda büyük adımlar atmıştır.

Araştırma ve gelişme harcamaları son 10 yılda tam üç kat artmıştır. AR-GE harcamalarındaki bu artış hızı, OECD ve EU27 ortalamalarını neredeyse dörde katlamıştır. Aynı dönemde, Türk uluslararası patent başvurularının sayısı yüzde 300 oranından daha fazla artış göstermiştir.

Dahası, ülkemizde internet kullanıcılarının oranı bölgenin en yüksek oranlardan biri olup, bu alanda dünyada en hızlı büyüyen ülkeyiz. Örneğin Türkiye, dünyada dördüncü en yüksek  Facebook kullanıcısına sahip ülkedir.

Nihayet, Türkiye’de 173 üniversitemiz faaliyet göstermektedir. Bunların seksen dokuzu 2006 yılından beri kurulmuştur.

Netice itibariyle, tüm bu istatistikler Türkiye’nin gelecekteki liderlerini yetiştirmek için eğitim, bilim ve teknoloji alanında köklü yatırımlar yaptığına işaret etmektedir. Bu bağlamda da, Türkiye çok derin ve kapsamlı bir dönüşüm sürecinden geçmektedir.

Kıymetli Misafirler,

Şeffaflık ve hesap verebilirlik politika ve iş dünyasında itibar ve itimadın en temel teminatıdır. Hepiniz biliyorsunuz ki 2008’de ortaya çıkan küresel finansal kriz, bazı finansal kuruluşların bu prensiplere riayet etmemesinden dolayı tetiklenmiştir. Liderler bu prensiplere uymazlarsa, eninde sonunda, kişisel veya kurumsal itibarlarını kaybederler. Bu da er ya da geç liderlik yetkisinin de yitirilmesi demektir.

Öte yandan, bir lider vatandaşlarıyla düzgün şekilde iletişim kurabilmelidir. Bu bağlamda, kendi adıma sosyal medyanın tutkulu bir kullanıcısı olduğumu söyleyebilirim. Ben hem Twitter hem de Facebook’dan insanlara mesajlarımı iletmek ve onlarla doğrudan etkileşimde bulunmak için yararlanıyorum. Hatta bugün burada yaşadığım tecrübe ve izlenimlerimi, şu an itibariyle 1.8 milyon takipçisi olan Twitter hesabım üzerinden paylaşacağım.

Değerli Misafirler,

Liderliğin önemli bir diğer yönü daha vardır: bu da bireysel liderlikten ziyade, kolektif liderlik, kurumsallaşmış liderliktir. Esasen liderlik tek bir ülkeye ya da şahsa bağlı olmak zorunda değildir. Eğer liderliği kurumsallaştırabilirsek, daha iyi bir küresel yönetişime sahip olmamız kuvvetle muhtemeldir.

Halihazırda uluslararası sistemin içinde bulunduğu ahval son derece problematiktir. Yoksulluk, milletler arasında gittikçe büyüyen gelir adaletsizliği, küresel finansal mimaride ortaya çıkan  sorunlar ve kültürel kutuplaşma gibi yeni risklerle başa çıkabilmek amacıyla küresel yönetişim  yapılanmalarının yeniden gözden geçirilmesi gerektiğine dair gittikçe artan bir konsensüs mevcuttur.

Zaten, her ne kadar kendi kendine yetse de veya ne kadar güçlü olursa olsun, hiçbir millet günümüzün dünyasının karmaşık sorunlarının üstesinden kendi başına gelecek kadar yeteneğe sahip değildir. Böyle bir ortamda, tek taraflı çözümlerin giderek daha az tesirli olduğunu ve miadının dolduğunu müşahade etmekteyiz.

Bu itibarla, etkin küresel yönetişim için, Birleşmiş Milletler ve G-20 gibi örgütlerin reforma tabi tutulması suretiyle kurumsallaşmış kolektif liderliğin tesisi elzemdir.

Akla gelebilecek her yönden tüm uluslararası camiayı saran hızlı değişimlerin yaşandığı günümüzün küreselleşen dünyasında, liderlik  elbette kolay bir mesuliyet değildir.

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Değerli Öğrenciler,

Türkiye olarak gerek kendi halkımıza gerekse diğer halklara karşı mümkün olan en olumlu liderliği sergilemekten kaçınmayacağız. 

Kendisini dönüştürme konusundaki deneyiminin, geniş bir izleyici kitlesi tarafından takip edildiği dinamik bir ülkenin lideri olarak, ben de davranışlarımla örnek olmak mesuliyetini omuzlarımda hissediyorum.

Bu nedenle, gerek kendi yurdumda gerek yurtdışında, daha çoğulcu ve kapsayıcı demokrasiye, daha sürdürülebilir bir kalkınmaya, daha kolektif bir güvenliğe ve daha çok kültürlerarası ve dinlerarası hoşgörüye ulaşılması için gayret göstermeye devam edeceğim.

Orta büyüklükteki bir Anadolu şehrinden gelen birisi olarak, tüm hayatımın, memleketimdeki insanlar için daha iyi bir hayat ve dünya sağlamaya çalışmakla ve çabalamakla geçtiğini söyleyebilirim.

Bazen bırakın liderlik yapmayı, kendi ayaklarımın üzerinde durmakta zorlandığım anlar da oldu. Ancak,  her zaman umutlarımın ve hayallerimin peşinden koştum ve hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmadım.

Şu ana kadar konuşmamda içinde bulunduğumuz dönemin, değişim, yenilikler, sebat, işbirliği, halkın muktedir kılınması ve liderlik zamanı olduğunu anlattım.

Tüm hayatım boyunca bana kılavuzluk eden kavram ve ilkeleri de bunlar teşkil etti.

Her zaman muhafazakâr ve geleneksel değerlerime bağlı kaldım. Ancak, kültürel kimliğim ve bahsettiğim muhafazakâr değerlerim dünyanın her zaman değişmekte olan gerçeklerine kendimi adapte etmemi engellemedi.

Siyasi söylemimde, mütevazi, hoşgörülü ve alçakgönüllü olmaya ve yapıcı bir siyaset dili kullanmaya gayret gösterdim.

Profesyonel, siyasi ve diplomatik kariyerim boyunca işlerimde ve ilişkilerimde çoğu kez, sabırlı, itidalli, azimli ve pragmatik oldum.

Ama ilkelerin, pragmatik fırsatçılıkla çatıştığı temel meselelerde,  sezgilerim ve vicdanım her zaman ilkelerimden yana olmuştur. Ve ilkelerim için sonuna kadar mücadele etmişimdir.

Cumhurbaşkanlığı için adaylığımı koyduğumda, bu bağlamda bir imtihanla karşı karşıya kaldım. Adaylığımı geri çekmem hususunda bana yapılan yapay ve hakkaniyetten yoksun baskılara rağmen vizyonumun peşinden koştum ve ilkelerimden yana tavır takındım.

Kişisel tecrübelerimden yola çıkarak, size bugün verebileceğim basit, ama kuvvetli tek nasihat şudur: Hiçbir zaman sorumluluk almaktan ve vazife ortaya çıktığında liderlik yapmaktan kaçınmayın.

Standford’dan mezun olduğunuzda, başarılı bir lider olmak için gerekli olan araçlarla zaten teçhiz edilmiş olacaksınız.

Sizden önceki Standford mezunları, dünyayı değiştirmek için çok şeyler yaptılar. Bununla birlikte, sizlerden, yoksulluk, küresel ısınma, enerji güvenliği ve biyolojik güvenlik gibi küresel sorunlara çözüm bulunması noktasında çok daha fazla beklentimiz vardır.

Üstün liderlik vasıflarınız ve yenilikçi müteşebbislik kültürünüz sayesinde, sözünü ettiğim bu küresel sorunlara çözüm bulunması hususunda da büyük fark yaratacağınıza inancım tamdır.

Nazik davetiniz için tekrar teşekkür eder, her şeyin gönlünüzce olmasını dilerim.

Yazdır Paylaş Yukarı