İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin 75. Kuruluş Yıl Dönümü Dolayısıyla Düzenlenen Törende Yaptıkları Konuşma

14.12.2011
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült

Sayın Rektör,

Değerli Hocalarım,

Değerli Arkadaşlarım, -Burada değerli arkadaşlarımı da görüyorum-

Kıymetli Misafirler ve Değerli Öğrenciler,

Önce hepinize sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum.

Hatırlıyorum, biraz önce burada beraber olduğumuz hocalarımızın hepsinden ders aldım. Dolayısıyla hepsi de gerçekten benim ders hocalarım oldu. Sadece lisans hocalarım değil, Sayın Nevzat Yalçıntaş, Sayın Erol Manisalı, onlar benim aynı zamanda doktora jürimdeki hocalarımdı. Nusret Bey, burada değil, onu da rahmetle anıyoruz.

Hepinize tekrar sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum. Artık söylemeye gerek yok, hem lisans hem doktora mezunu olarak İktisat Fakültesi’nin 75. Kuruluş yıl dönümünde sizlerle birarada bulunmak, bana da ayrıca gurur kaynağı olmaktadır.

İstanbul Üniversitesi, başlı başına tabii büyük bir üniversitedir. Tarihi 1453 yazıyor. İstanbul’un Fethi’nden hemen sonra, burada o zamanın ilim ocağı kuruldu, çeşitli isimler altında olsa da, en son Darülfünun ve nihayet üniversite reformuyla İstanbul Üniversitesi olarak yerini aldı.

Bugün çok şükür çok üniversitemiz var tabii, hepsi de birbirinden kıymetli. Ama İstanbul Üniversitesi’nin ilk olduğu, bütün üniversitelere ocaklık yaptığı, bütün üniversiteleri beslediği, bütün bilim adamlarının İstanbul Üniversitesi kaynaklı olduğu da çok tarihi bir gerçektir. Dolayısıyla tabii milletleri büyük yapan, yeni nesillere özgüven veren birçok unsur var ama, bu unsurlardan birisi de tarih ve gelenekler. Tarihi gelenekleri de kurumlar yaşatıyor. İşte İstanbul Üniversitesi de, 600 yıla yakın geçmişiyle üniversite olarak bunu yaşatan tek kurumdur. Dolayısıyla İstanbul Üniversitesi’ni her zaman ihtişamlı yapmak için, her zaman güçlü yapmak için de, ne gerekirse bunu yapmak gerektiğine inanıyorum.

Bugün üniversiteler arasında iyi bir rekabet vardır. Bu rekabet, Türk bilim hayatı için, Türk eğitim hayatı için çok büyük bir fırsattır. Ancak rekabet olursa, yarış olursa, mukayese olursa o zaman öne çıkılıyor, o zaman herkes daha büyük bir gayrete giriyor. Bu, tabiatın gereği olan bir şey. Bütün bunların içerisinde İstanbul Üniversitesi’nin de geçmişine yakışır şekilde kendisini tazelemesi, yenilemesi ve yeni imkânlarla da donatılarak yerini daima koruması hepimize bir görev olarak da düşmektedir. Sayın Rektör’ün bu vizyon içerisinde olduğunu görüyorum. Kendisi zaman zaman beni ziyaret ettiğinde de bunu paylaşıyorum. Hepimiz mezunlar olarak ve bu Üniversite’nin mensupları olarak da tabii ki üstümüze düşeni yapmamız gerekir.

Bunları söyledikten sonra, İktisat Fakültesi tabii ki sadece Türkiye’de iktisat alanında ilk değil, hâlâ tek olarak devam ediyor. Başka ismi iktisat fakültesi olan, iktisat-ekonomi öğreten başka bir fakülte de bildiğim kadarıyla yok. Onun da nasıl sağlandığını Nevzat Hocam bana vaktiyle anlatmıştı. 80’li yıllarda, üniversiteler yeni şekillenirken, bu ayrıcalığı koruyabilmişlerdir. Dolayısıyla bundan dolayı da tebrik ediyorum.

Şimdi büyük kapıdan geçip merkez binaya girerken, Sayın Rektör’e dedim ki “Sz her gün giriyorsunuz bu kapıdan.” Baktım onda bir heyecan yok ama, bende tabii ki bir heyecan vardı. Çünkü uzun yıllardan sonra bu ikinci girişimdi. Bir geçen sene bildiğim kadarıyla veya evvelki sene Üniversite’nin açılış merasimine katılmıştım, Fen Fakültesi’ndeki büyük salonda. Ama merkez binaya bu ilk girişim. Dolayısıyla ayrı duygular, şüphesiz ki bende oluştu.

Bir insanın hiç unutamadığı yıllar, gençlik, öğrencilik yıllarıdır. Üniversite öğrencilik yılları ise en çok hatıraların sürekli taze kaldığı yıllardır. 70 yıllarının ilk dönemini bu bahçenin içerisinde geçiren biri olarak tabii ki bu hatıraları tekrar canlandırmak ve yaşamak benim için muhakkak ki ayrı bir duygu olmuştur. O zaman bazıları asistanlarımız olan, bazıları doçentlerimiz olan hocalarımla bugün yine burada beraber olmak da, bana ayrıca büyük bir tabii ki yine gurur vermiştir. Bunlar hep insani duygulardır. Herkesin kendi hayatında olduğu gibi benim hayatımda da vardır. Bu amfiyi hatırlıyorum, Sabri Ülgener ve İdris Küçükömer hocalarımızdan bu salonda ders aldığımı biliyorum. Diğer amfileri çok kullandık, yeni binayı o zaman çok kullanırdık, hatırlayacaksınız. Diğer hocalarımdan hep orada ders aldım. Ama bu amfide çok zevkli dersler dinlediğimi hatırlıyorum. Burada bazı sınıf arkadaşlarımı da görüyorum, eminim ki onlar da aynı duyguyu tadacaklardır.

O günden bugüne çok şey değişti tabii Türkiye’de. Çok şey değişti. O gün yine derslerde dış ticaret konuları anlatılırken Türkiye’nin ihracatının 2,5 milyar dolar olduğunu ve ihracat kalemi olarak hep kuru üzüm, fındık, fıstık; bunların ne kadar yer tuttuğunu hep biliriz. Hep bildiğimiz konular. Bugün, çok şükür tabii, Türkiye çok büyük mesafeler aldı. Bugünkü ihracatımızın % 95’inin sanayi ürünü olduğunu anlatırken, hep övünerek tabii bunları anlatıyoruz. Aslında burada İktisat Fakültesi’ne, iktisat hocalarına, hele böyle kıdemli hocalarıma bir konferans verecek halim hiç yok. Ama sadece tecrübelerimi ve görüşlerimi sizinle paylaşma ihtiyacı duyuyorum ve bu fırsattan istifade ederek kısaca bazı şeyleri söylemek isterim. Zaten fazla da uzatmak istemem.

Bugün, dünya ekonomisi hangi şartlar altında hepimiz biliyoruz. Özellikle dünyanın refah bölgesi olarak bilinen Amerika Birleşik Devletleri ve AB’de yaşanan ekonomik krizler, herkesi tabii etkilemektedir. Oradaki finans çevrelerindeki sorumsuz davranışlar, aslında hiç kimsenin tahmin etmeyeceği kadar, finansal araçların türevleri diye tarif ettikleri ve dibi belli olmayan, biraz da ahlaki olmayan davranışların; o bölgelerle hiç ilgisi olmayan, en fakir bölgelerdeki insanları bile ne kadar etkilediğini görüyoruz. Bunların geçici olduğu düşünüldü ama, geçici olmadığı da görüldü. Bugün dünyada gerçekten büyük bir bunalım söz konusu. Hangi ülkenin devlet başkanıyla görüşsem -ziyaret ettiğim yerlerde, onlar gelip beni ziyaret ettiğinde- adeta yönetimlerin, idarecilerin gerçekten kimyalarının değiştiğini görüyorum. Çok büyük bir özgüvenlerini neredeyse kaybettiklerini görüyorum. Düşündüğünüzde büyük kamu borç yükleri, bütçe açıkları, büyümedeki durgunluklar ve önümüzdeki yıllarla ilgili projeksiyon yapıldığında da negatif makro ekonomik göstergeler, herkesi alt üst etmiş vaziyette. Bu, hiç kimseyi tabii ki mutlu etmez. Çünkü bugünkü dünyada her ülke birbirine artık bağımlı hale gelmiştir. Bir nevi “U” borusu gibidir.

İhracatımızın büyük bir kısmının Avrupa Gümrük Birliği’ne olduğunu düşündüğümüzde, oradaki daralmanın, direkt olarak bizi de daraltacağını hepimiz biliyoruz. O bakımdan bunları anlatırken, Türkiye’nin nispi olarak daha iyi ekonomik performansından gurur duyarak, farklı bir işaret vermek istemiyorum. Sadece dünyanın ne halde olduğunu birebir gören bir insan olarak bunu paylaşmak istiyorum. Ve böyle bir dünyada bizim kendimizi daha çok kontrol etmemiz, aşırı bir özgüven içerisine girmememiz ve önümüzü daha iyi tespit etmemiz gerekmektedir. Çünkü Türkiye zaten çok büyük kayıplar yaşamıştır. 1970’li yılları, 1990’lı yılları düşündüğümüzde, bütün enerjimizin heba olduğu, iç mücadelelerle vakit geçirdiğimiz yıllardır, kayıp yıllardır. Dolayısıyla biz bugün, belki ekonomik büyümelerimiz iyi ve belki nominal ve reel olarak gerçekten gelişmiş ekonomilere yaklaşmış vaziyette isek de, hâlâ yapacağımız çok şey var. Hâlâ yürüyeceğimiz çok yol var. Bugün kendimizi mukayese ettiğimizde bazı ülkelerin ne kadar ileri gittiğini, ne kadar büyük başarılar elde ettiklerini görüyoruz. Onlar 70’li yılları değerlendiren ülkelerdir. Bugün dünyanın en büyük bazı firmaları -ki, evimizde çevremizde ürünlerini kullanıyoruz- onların temellerinin önce devletler tarafından, kamu tarafından 70’li yıllarda atıldığını ve daha sonra özelleştirildiğini biliyoruz. İşte o yılları kaybetmiş, 90’lı yılları yine kaybetmiş bir ülke olarak şimdi bizim daha tedbirli, daha hızlı ve daha emin yürümemiz gerekmektedir. Kaybedecek yıllara ve zamana gerçekten hiç tahammülümüz yoktur.

Bu bağlamda tabii ki Türkiye dersini de almıştır. 2001 yılındaki büyük krizi hatırlarsak, aslında dünyanın bugün karşılaştığı krizi Türkiye çapında yaşayan insanlarız biz. Dolayısıyla ondan aldığımız dersle Türkiye’de köklü reformlar da tabii ki gerçekleştirilmiştir. Gerek ekonomik gerek hukuk anlamında ve gerekse politik anlamda Türkiye’de köklü reformlar gerçekleştirildi ve bunların neticelerini de görmeye başladık. Bugünkü enflasyonun kontrol altına alınması, fiyat istikrarının sağlanması, büyümenin sağlanması, mali disiplin sayesinde kamu borçlarının bugün birçok AB üyesi ülkeden daha düşük olması, istihdam yaratılması; bunlar tabii ki övüneceğimiz noktalardır ama, hâlâ Türkiye’nin bazı yumuşak karınlarının olduğunu da görmezlikten gelemeyiz. Bunları bilerek eğer yolumuza devam edersek, önümüzdeki yılların daha iyi olacağına emin olabiliriz.

Şunu da unutmamak gerekir: “Biz hâlâ çok iyi durumdayız” dememize rağmen, gerek fert başına milli gelir gerek gelir dağılımı, gerekse bölgesel dengeler açısından baktığımızda yapacak çok işimiz vardır. Biz ekonomik büyümemizi sürekli olarak 2023’e kadar yüzde 10 civarında tutsak bile, AB ortalamasının yüzde 80’ine ancak yetişebiliyoruz.

TBMM’nde yaptığım konuşmada da gerek Hükümetin gerek Parlamentonun gerekse bütün partilerin de bu konuda dikkatini çekmiştim. Çünkü Türkiye’de büyüme biraz ithalata çok dayalı. Baktığımızda çok tükettiğimiz ama, üretmediğimiz çok mallar var, özellikle ara mallar konusuna baktığımızda. İhracatımızın artışıyla tabii ki çok övünüyoruz ve bunun yüzde 95’inin sanayi ürünleri olması bize ayrı bir gurur veriyor ama, ihracatımızın ithalata bağlı olduğunu da görmezlikten gelemeyiz. Bir dolarlık ihracat için 80 centlik ithalat yapmak zorundayız. Dolayısıyla bunu görmemiz ve buna göre tedbirleri almamız gerekmektedir.

Ekonomi biriminde büyük bir koordinasyonun olduğunu görmekten büyük bir memnuniyet duyuyorum gerçekten. Bu bakımdan geleceğin daha iyi olacağı kanaatindeyim ve bunu takdir ediyorum. Çünkü Merkez Bankası, Hazine, DPT, Bankalar Birliği; bunların hepsinin kendi başına buyruk olduğu bir dönem yok. Tabii ki hepsinin bağımsızlığı var ama, bu bağımsızlık içinde ortak amaç doğrultusunda bir koordinasyon içinde olduklarını görüyorum ve bunu çok takdir ediyorum.

Demin söylediğim büyümeyi devam ettirebilmemiz için, cari açık sorununu çözmemiz gerekmektedir. Çünkü ihracatımızın büyük oranda ithalata dayalı olması, bize kronik cari açık sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bunu nasıl yapacağız? Eğer 38-40 yıllık enflasyonu zapturapt altına alabildiysek, gerçek anlamda büyümeyi tekrar gerçekleştirebildiysek, o zaman bunu da başarmamız gerekir.

Belki ilk 10 yıl içerisinde yapılanları Türk ekonomisinin tamiri olarak görebiliriz. Makro ekonomik dengelerin kontrol altına alınması olarak görebiliriz ve bunu belki birinci nesil reform şeklinde düşünürsek, şimdi ikinci nesil reformlara gerçekten Türkiye’nin ihtiyacı vardır. Bu da yine fiyat istikrarını koruyarak, tekrar enflasyonlu yıllara asla gitmeye fırsat vermeyip ama, aynı zamanda büyümeyi temin etmektir. Bunun nasıl olacağı gayet açık. Şöyle olacak: Bunu da faktör verimliliklerini arttırarak yapacağız.

Geçenlerde İstanbul’da Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin organize ettiği, Türkiye İnovasyon Kongresi vardı. Orada şunu söyledim: Klasik üretim faktörlerinden ziyade artık büyümenin gerçek motoru inovasyon olmakta, araştırma-geliştirme olmakta, bilimsel faaliyetler olmakta. Dolayısıyla verimliliği arttırmaktan geçmekte iş. Şimdi yapacağımız ikinci nesil reformların hep bu yönde olması gerekir. Ayrıca bir de neyi teşvik edeceksek bunu iyi teşvik etmemiz gerekir. Şunu da birçok konuşmamda hep tekrarlamışımdır, burada da söylemek isterim: Türkiye gibi büyük bir ülke, başta çok büyük tarihi olan, siyasi anlamı büyük olan bir ülke, bu coğrafyada olan bir ülke, nüfusu büyük olan bir ülke sadece hizmet sektörüyle devam edemez. Muhakkak çok köklü ve sağlam bir imalat, üretim alanı olması gerekir. Türkiye, -bunu sadece güvenlik anlamında söylemiyorum- bölgesinde istikrarı pozitif anlamda temin edici bir dış politikayı sürdürmeye devam edecekse bile -ki muhakkak böyle olacaktır- imalat sanayinin, üretim alanının çok güçlü olması gerekir. O bakımdan şimdi çok tüketip de üretmediğimiz malların veya ihracat yaparken ithalata bağlı olduğumuz özellikle temel bazlı malların üretimini muhakkak gerçekleştirmemiz gerekir. Teşvik politikasını yaparken de bunların muhakkak dikkate alınması şarttır.

İlgililerde bu yönde çalışmaların olduğunu görüyorum. Bu düşüncelerimi devamlı tekrarlıyorum. TBMM’de yaptığım konuşmada da, bu konuya çok ağırlık vermiştim. Ümit ederim ki, bu gerçekleşecektir. İşte o zaman hem bütçe açıklarından kurtuluruz hem de gerçekten sürdürülebilir bir büyümeden bahsedebiliriz.

Bugün birçok ülkeye göre iyi durumdayız. Avrupa Birliği’nin yarısından, belki daha fazlasından risk primimiz daha düşüktür. Bunlar, bizim yaptıklarımızı düşünürsek, yapacaklarımızın da mümkün olduğunu söyleme anlamında iyi diye düşünüyorum.

Tabii ki her şeyin başı insan faktörüdür, eğitimdir. Bu ilköğretimden, ortaokula, liseye ve üniversiteye kadar böyledir. Öğretmenlerimiz ne kadar nitelikli olursa, o kadar çok daha iyi öğrenci çıkar. Üniversitelerimizde vereceğimiz dersler ne kadar çağdaş olursa, ne kadar bugünkü olayları tahlil ederse, ne kadar pratik ve teoriler birbirine çok yakın devam ederse, inanıyorum ki mezunlar da hayata katıldıklarında; ister özel sektörde olsun, ister devlet kademesinde olsun daha verimli olacaklardır.

Başında söyledim burada siz değerli hocalara, ders aldığımız hocalara bir nutuk atacak halim yok. Sadece bu düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim. Çünkü şu anda hayatın içinde, uygulamanın içinde, ziyaretlerimde gerçekten gördüğüm nispi şeyleri aktarma bahsinde bunları söyledim.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi inanıyorum ki, yoluna güçlü bir şekilde devam edecektir. Güçlü bir şekilde yoluna devam etmek ancak, kendini tazeleyerek devam etmekle mümkündür. Bu bütün kurumlarla ilgilidir. Herkes için geçerlidir, ülkeler için geçerlidir, bireyler olarak kendimiz için geçerlidir. İstanbul Üniversitesi’nin bunu en iyi şekilde yapacağından eminim.

Tekrar hem Üniversite’ye hem Fakülteye başarılar diliyorum. Hocalarıma sağlık ve mutluluk diliyorum ve bütün buradaki dostlarımıza da başarılar diliyorum.

Yazdır Paylaş Yukarı