Sayın Cumhurbaşkanı Wulff, Değerli Dostum, Değerli Bakanlar, Milletvekilleri, Türk ve Alman İş Dünyasının Değerli Temsilcileri,
Önce hepinize sevgilerimi, muhabbetlerimi sunarak başlamak istiyorum. Dün akşamdan itibaren Sayın Cumhurbaşkanı Wulff’un ve değerli eşlerinin bizlere gösterdiği misafirperverliğe bir kez daha burada teşekkür etmek istiyorum ve hemen ondan sonra da şunu söylemek istiyorum: Sayın Wulff sunucumuzla ilgili, aksansız Almancası olduğunu söyledi, o tabii Almanca takip etti, ben de Türkçe takip ettim. O zaman ben de söyleyeyim; Türkçesi de aksansız. Şimdi, bizim istediğimiz şey bu. Yani bu mümkün olabiliyor. Bir insan kendi anadilini de en güzel şekilde konuşabilir, öğrendiği diğer dili de aksansız konuşabilir. Daha doğrusu, iki tane anadili olabilir bir insanın. Almanya’da aslında bütün Türklerin yapması gereken şey bu. Bunun önünü hep açmamız, bununla ilgili tedbirleri almamız ve bununla ilgili teşvikleri tabii ki yapmamız gerekiyor.
Dünden beri görüşmelerimiz hem resmi hem gayriresmi düzeyde çok güzel geçiyor. Gerçekten çok güzel bir atmosfer, çok güzel bir iklim var. Bunun bütün bu pozitif iklimin yansımaları, iş âleminde muhakkak ki çok gözükecektir. Dün çoğunuz belki duymuşsunuzdur, akşam program dışı da bir programımız oldu Sayın Wulff’la. Konuşurken, “Madem ki Berlin’de bu kadar Türk var. Hadi gidelim onlardan birisinin dükkânına oturalım” dedik ve bir saatlik bir süre içerisinde bu kararı aldık, gittik oturduk ve gerçekten orada da herkesin ne kadar mutlu olduğunu gördük.
Değerli Konuklar,
Bizlerin görevi şu: Liderlik yapıp iki ülke arasındaki dostluğu pekiştirmek, işbirliğini geliştirmek, çevremize faydalı olmak. Bu doğrultuda baktığımızda, Türkiye ve Almanya arasında çok büyük potansiyel var.
Her şeyden önce şunun bilinmesini isterim: Türkler ve Almanlar, çok tarihi müttefikler. Avrupa’da bütün milletler birbiriyle öyle veya böyle kavga etmişler, savaşmışlar, mücadele etmişler. Ama birbiriyle mücadele etmeyen, savaşmayan herhalde nadir iki tane millet var; biri Türkler ve diğeri Almanlar. Daima müttefik olmuşlar, daima işbirliği içinde olmuşlar. Prusya Krallığı ve Osmanlı İmparatorluğu, daha sonraki Alman Krallığı-Osmanlı İmparatorluğu, Almanya Federal Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti. En modern dönemlerde, bugünkü dönemlerde de bu işbirliğimiz çok güçlü bir şekilde devam ediyor. Bizlere düşen, bu pozitif, bu sağlam zemin üzerinde somut neticeler ve yeni işbirliği alanlarını bulmak ve çıkartmak. Bunun da mümkün olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bunun da güzel bir aracı var. Bugün Almanya’da 3 milyona yakın Türk var, bunların 1 milyonu Alman vatandaşı oldular. Dolayısıyla, size “Sayın Cumhurbaşkanım” diyorlar ve sizler için oy veriyorlar. Bunların diğer bir kısmı, henüz bizler için oy veriyorlar ama, onların belki çocukları da ileride sizler için oy verecekler. Dolayısıyla, böyle yapısal bir beraberlik var. Bu yapısal beraberliğin muhakkak ki çok pozitif, somut neticeleri olacaktır.
Ticari ilişkilerimiz açısından da, ekonomik ilişkiler açısından da çok eskiye gidilebilir. İlk defa ticaret anlaşmasını 1840’ta yapmışız. Yani ta Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapmışız ve o yıllarda Türkiye’nin dış ticaretinin % 42’si Almanya’yla yapılıyor. Bu kadar büyük bir ilişkimiz var. Bugün de baktığımızda, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı yine Almanya. Bu şunu gösteriyor: Geçici, konjonktürel değil ilişkilerimiz. İlişkilerimiz geçmişten geliyor ve sağlam bir mecrada devam ediyor. O bakımdan ben gelecekle ilgili çok atıflar yaparken, bunu hayali olarak söylemiyorum, inanarak söylüyorum.
Burada tabii ki Türkiye’nin daha önceki yıllarda, eski yıllarda şartlarının çok müsait olmaması bir sorundu ama, herkes yakından takip ediyor ki, özellikle son 10 yıl içerisinde Türkiye siyasi, hukuki ve ekonomik alanda çok köklü reformlar yaptı. Bu köklü reformlar Türkiye’yi çok değiştirdi. Bugünkü Türkiye ile 10 sene, 20 sene, 30 sene önceki Türkiye çok farklı. İstanbul aynı İstanbul, Ankara aynı olabilir, Kapadokya aynı Kapadokya’dır ama, havaalanları, yolları, şehirleri, insanların hayat seviyesi, bunların hepsi çok değişti. Onun için bazı dostlarımız Türkiye’yi çok eskiden gördüklerinden hâlâ öyle zannederler, yeni Türkiye’yi bilmeyenler. Hâlbuki bugünkü Türkiye’nin gerçekten de, belki bazı Avrupa Birliği üyesi ülkelerden de altyapı bakımından, sağlam ekonomi açısından çok daha ileride olduğuna inanıyorum.
Ayrıca büyük bir kıvançla da şunu söylemek istiyorum ki: Bugün Avrupa’nın iki tane sağlıklı ekonomisi var, iki sağlıklı ülkesi var; Almanya’yla Türkiye Cumhuriyeti. Rakamlara şöyle baktığımızda bunu açıkça görüyoruz. Niçin büyük krizlerle karşı karşıya Avrupa Birliği bugün? Birçok üye ülke niçin büyük problemler çekiyor? Gayet açık. Çok büyük borçlanmalar var. Gayrisafi milli hâsılasının % 100’ü, %120’si büyüklüğünde büyük borçları olan ülkeler var. Nasıl bu noktaya gelmiş bunlar; insan bugün hayret ediyor. Bütçe açıklarına baktığınızda inanılmaz büyük bütçe açıkları var. Faizlere baktığımızda yine aynı şekilde. Türkiye için bugün şunu söyleyebilirim ki: Bütçe açığımız bizim % 2.8 seviyesinde. Maastricht Kriteri % 4 seviyesinde, Maastricht Kriteri’nin altında. Bizim borç yükümüz % 40. Bütün borç yükümüz, milli gelir içerisinde, % 40. Bizim borç faizlerimiz % 8, Avrupa Birliği’nin ortalama borçlanma faizi % 9. Birçok Avrupa Birliği üyesi ülkeden çok daha düşük borçlanıyoruz. İşsizlik konusunda da büyümeden dolayı, çok süratli iş imkânı yaratıyoruz. Son 1 sene içerisinde 1.4 milyon kişiye net iş bulduk. Çünkü geçen sene % 8.9 büyüdük, bu senenin ilk 6 ayında % 10.2 büyüdük. Almanya’da da bu rakamların hepsi pozitif. Dolayısıyla, işbirliği imkânı bugün için daha çok.
Eskiden hukuklarımız farklıydı, ticaret hukukumuz farklıydı, ekonomiyle ilgili hukuklarımız farklıydı. Bütün bu hukuklarımız da bugün aynı seviyede. Dolayısıyla, birbirimizle compatible, mukayese edilebilir hukukumuz ve yapımız var, kurallarımız var. Onun için ben işbirliğinin bugün daha büyük olduğunu söylüyorum. Bunu söylerken sadece arzu olarak ifade etmiyorum.
Ticaretimizin ne kadar geliştiğini de memnuniyetle görüyoruz. Geçen seneye göre % 38 daha fazla ticaretimiz artmış. Bu şu demektir ki: İleride daha da çok artacak. Çünkü bugün maliye bakanlarımız iki cumhurbaşkanının, bizlerin huzurunda Vergi Muafiyeti Anlaşmasını imzaladılar. Vergi muafiyetinin, çifte vergi muafiyetinin ne anlama geldiğini en iyi herhalde siz iş adamları bilirsiniz, yatırımcılar bilir.
Değerli İş Adamları,
Yatırımlar her alanda mümkündür. Bunu sadece sanayi, turizm olarak değil, çok modern, yeni, geleceğin iş alanlarıyla ilgili de düşünmemiz gerekir. Tabii ki sanayiyle ilgili, otomotiv sektörüyle ilgili Türkiye’de büyük bir tecrübe ve canlılık var, buna yenilerini de katmak istiyoruz. Akşam Sayın Cumhurbaşkanı Wulff’la konuştum, Volkswagen’le ilgili. O da eskiden oranın yönetim kurulu üyesi olan bir kişi olarak bütün teşviki muhakkak ki yapacaktır. Ama her şeyden önce biz tabii ki bunun feasible olduğunu göstereceğiz Alman dostlarımıza. Yeni alanlar dedim; özellikle bu gezimde en çok önem verdiğim nokta, değerli dostumla da paylaştım; teknolojiyi geliştirme, araştırma-geliştirme, bilim alanına, eğitim alanına, kültür alanına yoğunlaşmamız lazım.
Enerji bizim için çok önemli stratejik bir alandır. Çünkü Türkiye olarak petrol ve gazda tamamen bağımlıyız dışarı. Onun için güneş enerjisi ve alternatif diğer enerjilere çok önem veriyoruz. Biliyorum Almanya’nın güneş enerjisine ne kadar çok yatırım yaptığını, ne kadar çok araştırmalar olduğunu. Hâlbuki Almanya’nın, yine bildiğim kadarıyla güneş enerjisi potansiyeli, Türkiye’nin dörtte biri kadardır, coğrafi şartlardan dolayı. Siz bu kadar eğer yatırım yapıyorsanız, demek ki bizim daha çok ilgilenmemiz gerekir, daha çok potansiyel olduğu için. Bütün bu alanlarda hep beraber çalışmamız gerektiğine inanıyorum ve üniversiteler konusuna da çok önem veriyorum. Geçen sene beraber Sayın Cumhurbaşkanı’yla Türk Alman Üniversitesi’nin temelini atmıştık. Önümüzdeki yıl öğrenci alacak. Bu Üniversitenin iyi bir üniversite, birinci sınıf bir üniversite, Almanya’nın en iyi üniversitelerinden birisi olmasına özellikle önem gösteriyorum. Bu noktada bu fırsatı değerlendirmek istiyorum, sizlerle Türk ve Alman iş adamlarıyla beraber olduğum için. Sizler de bu Üniversitenin başarılı olması için biraz gayret göstermenizi, belki bir vakıf kurabilirsiniz, belki aranızda bir şey oluşturabilirsiniz. Bu Üniversiteyi takip ederek, özellikle öğretim üyelerinin desteklenmesi açısından katkınız olabilir diye düşünüyorum. Çünkü oradan mezun olanların en çok hizmet edeceği kişiler sizler olacaksınızdır, onlardan en çok sizler faydalanacaksınızdır. Bu üniversitenin başarılı bir örnek olmasını çok istiyorum. 3 milyon Türk’ün olduğu bir yerde Almancanın Türkler tarafından Türkiye’de de rahatlıkla konuşulması, doğrusu, en çok görmek istediğim şeylerden birisidir. O bakımdan, işbirliği alanları çoktur. Birbirimizi teşvik ediyoruz gördüğünüz gibi, her alanda.
Resmi görüşmelerimizde de çok doğrusu olumlu, hükümetle yaptığımız görüşmelerde de aynı şekilde çok olumlu bir hava var. Şimdi bunun üzerinden yürümek gerekiyor. Yürümek için de yapılacak iş nedir? Sizlerin doğrusu daha çok çalışmanız. Bunun sadece Türkiye’de veya Almanya’da olması şart değil. Türkiye’de 4500 Alman şirketinin olduğunu biliyoruz. Almanya’da da Türklerin şirketlerinin cirolarının 35 milyar Avro’ya ulaştığını biliyorum ve 350 bine yakın istihdam sağladıklarını biliyorum. Ama Almanya’da Türklerin daha çok yatırım yapabileceğine de inanıyorum. Bugün Berlin Belediye Başkanı ile görüştüğümde, “Çok güzel burada örnekler var ama, hayret ediyorum, daha büyük potansiyel var, Türklerin burada gerçekleştirebileceği, yapacağı yatırımlar açısından. Niye o tam harekete geçmiyor diye soruyorum” dedi. Dolayısıyla, herkesin yaptığımız bu klasik işlerin dışında neler yapabiliriz diye güçlü bir şekilde düşünmesi gerekir.
Bildiğim kadarıyla, bir yayın var. Bu yayında güzel örnekleri tanıtıyorsunuz, buna her iki cumhurbaşkanı önsöz de yazdık. Ama bunların sayısını çoğaltmamız gerekir. Üçüncü ülkelerin; çok iyi bir alan olduğuna inanıyorum. Türkiye’nin de, Almanya’nın da Ortadoğu ve bütün Orta Asya’daya tarihi ilgisi malumdur. Bağdat Demiryolu’nu, Hicaz Demiryolu’nu Almanlar Türkler beraber yaptılar, hem de çok kısa bir süre içinde yaptılar. Haydarpaşa İstasyonu, o zaman Alman mühendislerin yaptığı bir istasyon. İstanbul’un en güzel binalarından birisidir. Oradan kalkan trenler, Ortadoğu’nun bütün başkentlerine gittiği gibi, İslamabat’a da gidiyor. İslamabat-İstanbul arasında tren seferleri başladı. Biz Pakistan’daki büyük sel ve deprem felaketlerinden sonra yardımlarımızı trenle yaptık, vagonlarla yaptık. Bunu daha da çok geliştirmek istiyoruz.
Sizin daha önce de ifade ettiğiniz gibi, Hindistan, Afganistan, diğer yerler, bütün bunlar aslında bu güzergâh üzerinde. Türkiye ile ta Çin’i bağlayacak demiryolu projeleri var. Çünkü Kazakistan’la İstanbul bağlanmak üzere, otoyolları aynı şekilde bağlanmak üzere, tarihi ipek yollarını harekete geçiriyoruz. İstanbul’dan Basra’ya, Bağdat’a, Şam’a, Hicaz’a, Medine’ye giden ama, şu anda Şam ve Medine arası çalışmayan bu tren yollarını canlandırma projelerimiz var. Daha da ileri gidip, bütün Körfez kendi içerisinde bağlanırken, Körfez’i Avrupa’ya ve Çin’e bağlayacak projeler hükümetlerimizin gündeminde. Bütün bunlar, inanıyorum ki sizlerin de çok ilgisini çeken büyük konulardır. O bakımdan, ilişkilerimizde büyük düşünmemiz gerekir. Şüphesiz ki, göçün ortaya çıkarttığı 3 milyon insanın yaşadığı bir ortamda bazı negatif olaylar da olacaktır. Uyumla ilgili çeşitli karşılıklı şikâyetler vardır doğrusu. Türkleri dinlediğimde, onların birçok şikâyetleri var, sizin kendi açınızdan yaptığınız bazı şikâyetler var. Ama bu olumlu ortam ve yapıcı bakış içerisinde bütün bunların çözülebileceği inancındayım.
Biraz önce söylendi; Türkiye göç almaya başlayan bir ülke. Türk üniversiteleri, bütün dünya üniversiteleri herkese açtık. Türkiye’de artık her meslekten insan dışarıdan da gelip çalışabiliyor. Hatta bildiğim kadarıyla Almanya’dan Türkiye’ye geri dönüş başladı. Biz de vasıflı eleman ihtiyacı çekiyoruz, siz de vasıflı eleman ihtiyacı çekiyorsunuz. Teknisyen, yetişmiş insan, biz de çekiyoruz bu ihtiyacı. Dolayısıyla, kimse şöyle düşünmesin: -Bu belki daha önceki yıllarda böyle düşünülebilirdi- Türkiye’den kapıları açarsak, herkes koşup Almanya’ya gelecek. İnanın ki böyle bir şey söz konusu değil, böyle bir şey söz konusu olmayacak. Ama pozitif yönde baktığımızda, yapıcı baktığımızda mevcut problemleri de muhakkak ki çözme konusunda, karşılıklı irademiz olduğunu da görüyorum. Onun için biz ilişkilerimize çok daha büyük işbirliği imkânları ve çıkarlar zemini içerisinde yaklaşırsak, bunun neticesinin iyi olacağına inanıyorum.
Avrupa Birliği konusunda da böyle bakmamız gerekir. Avrupa Birliği konusunda da Türkiye kendi üstüne düşenleri bitirdikten sonra, Avrupa Birliği kriterlerini Türkiye’de geçerli kıldıktan sonra, müzakereleriyle ilgili bütün fasılların içindekileri gerçekleştirdikten sonra Avrupa Birliği üyeliği söz konusu olacaktır. Onun için bu konuda da hiçbir endişeye ve korkuya gerek kalmadığı kanaatindeyim. Belki şöyle de olabilir açıkçası. Yani ileride, bugün karşı çıkanlar, Türkiye Avrupa Birliği’ne aman üye olsun diyebilirler, Türk halkı farklı düşünebilir. Bütün bunların mümkün olduğuna doğrusu ben inanıyorum. Çünkü her şey karşılıklı anlayış içerisinde olmalı, zorlamayla hiçbir şeyin olacağına da inanmıyorum. O bakımdan, şimdi müzakere sürecinin başarıyla devamına fırsat verilmesi, daha doğrusu, verilen sözlerin yerine getirilmesi bizim için yeterli şarttır. Tam üyeliği günü geldiğinde konuşuruz, yani o gün konuşacağız. Türkiye eğer Avrupa için bir gerçekten değerse, o zaman Avrupa Birliği’nin hükümetleri ve halkları “evet” der. Eğer değer ifade etmiyorsa, o zaman ne derlerse, biz de onu saygıyla karşılarız. Ama bugünkü süreci çeşitli vesilelerle yavaşlatmak veyahut da durdurmak, o, çok samimi bir davranış olmuyor ve bu doğrusu bizi rencide ediyor.
Bu konuda Almanya’nın politikasına doğrusu yine teşekkür ediyorum. Çünkü müzakere sürecimiz içerisinde bize verilen sözler tutulmuştur ve en çok fasıl da Almanya’nın dönem başkanlığı sırasında açılmıştır, bunu da burada ifade etmek isterim. Ama bazı üye ülkeler var ki, onlar açıkça bir gerekçe göstermiyorlar, farklı farklı gerekçelerin arkasına sığınarak engellemeler yapıyorlar, o açıkçası bizi biraz rencide ediyor.
Sözlerimi şöyle bitirmek istiyorum. Bu kadar yakın işbirliği içerisinde olan ve bu kadar geçmişten gelen dostluğu olan iki ülkenin geleceğinin de çok sağlam olduğuna, gelecekteki işbirliğimizin, ilişkilerimizin hem kendi halklarımıza hem çevremize hem refah getireceğine hem de istikrarı getireceğine inanıyorum. Ben tekrar Sayın Cumhurbaşkanı değerli dostum Wulff’a teşekkür ediyorum. Geçen sene Türkiye’ye yaptığı ziyaretin doğrusu anılarını hâlâ taşıdıklarını hep gördüm. Biz de buradan döndükten sonra bize gösterilen bu güzel konukseverliğin anısını uzun süre hep taşıyacağız. Hepinize başarılar diliyorum.