"Değerli Konuklar,
Türk Bilim Dünyasının Değerli Mensupları,
Yurtdışından Gelen Değerli Misafirler,
Hepinize hayırlı sabahlar demek istiyorum ve bu toplantının başarılı olmasını temenni ediyorum, sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum.
Yükseköğretim Kurulu’nun düzenlemiş olduğu Uluslararası Yükseköğretim Kongresi’nde aranızda bulunmaktan, gerçekten büyük bir memnuniyet duyuyorum.
İnanıyorum ki, bugün, yarın ve ertesi gün burada yapılacak toplantılar, tartışmalar, bütün bunlar Türk yükseköğreniminin geleceğine ışık tutacaktır ve buradan çıkacak güzel fikirler, güzel tavsiyeler, uygulanabilir politikalar haline dönüştürülecektir. Buna özellikle önem veriyorum.
Değerli Konuklar,
Hepimiz çeşitli vesilelerle ifade ediyoruz: Türkiye artık küresel bazda dikkat çeken bir aktör olmaya başlamıştır. Ekonomideki konumumuz bellidir, turizm bellidir, müteahhitlik hizmetlerinde bellidir, güvenlik konusundaki gücümüz bellidir. Ama bütün bunlar yeterli değildir tabii ki. Bunların yanında bilim ve teknolojide yaratıcı bir konum elde edemediğiniz süre içerisinde, güçlü bir ülke olduğunuzu, büyük bir ülke olduğunuzu hiçbir zaman iddia edemezsiniz.
Bu bakımdan, bilimin, teknolojinin, fikirlerin geliştiği üniversitenin sorunlarının, geleceğinin konuşulmasını, bunların açık bir ortam içerisinde tartışılmasını, gerek bizim üniversitelerimizden gerek yurtdışından gelen değerli bilim adamlarıyla tartışılıp fikirlerin karşılıklı ortaya konulmasını gerçekten çok değerli buluyorum. Bundan dolayı, bu toplantıyı organize eden herkesi tebrik ediyorum, Yükseköğretim Kurulu’na başarılar diliyorum.
Malumunuz olduğu üzere, üniversitelerin temel fonksiyonu bağımsız araştırmalar yapmak, bu araştırmalar temelinde eğitim vermek ve yine bu çerçevede üretilen bilgileri gerçek hayatta uygulamaktır.
Bir başka ifadeyle üniversiteler, bilgi üretir, meslek ve uzmanlık sahibi yapar, toplumsal gelişimin sağlanmasına katkıda bulunur ve ülkenin her bakımdan gelişmesi, güçlenmesine lokomotiflik görevi yapar. Şüphesiz ki, sadece ülkenin değil, bütün insanlığın aslında önünü açar. Bunlar üniversitelerin, hepimizin de iyi bildiği görevleridir. Bu görevlerin yanında, üniversitenin asli bir sorumluluğunun olduğunu da unutmamamız gerekmektedir. “Üniversitenin temel sorumluluğu nedir?” diye sorduğumuzda, üniversal anlamda bunu sorduğumuzda, üniversitenin sorumluluğunun; gerçeği araştırmak ve adaleti savunmak olduğunu söyleyebiliriz.
Üniversite, toplumun kendisine bahşettiği özerkliğe karşı, derin bir ahlaki sorumluluk duygusu da geliştirmelidir. Üniversitenin özerk olması, topluma karşı sorumsuz olması anlamına da gelmez. Kuşkusuz, demokrasilerde hiçbir kurum sorumsuz da değildir. Üniversite, asli vazifesi olan bağımsız araştırmaları yapabilsin ve bu araştırmaları özgürce öğrencilere aktarabilsin diye özerk olmuş kurumlardır.
Üniversite özerkliğiyle sorumluluk arasında çok önemli bir ilişki vardır. Üniversite, topluma karşı sorumluluğunu en iyi şekilde yerine getirsin diye de özerk olmuştur. Türkiye’de üniversitelerin gerçeği araştırmak ve adaleti savunma konusunda sorumluluğunun da çok önemli olduğu kanaatindeyim. Üniversitelerimizin bu sorumluluğu yerine getirmelerinin önünde hiçbir yasal engelin de olduğuna inanmıyorum. Bu sorumluluğun önündeki kültürel ve tarihsel engellerin araştırılması da, bizatihi üniversitelerin kendi görevidir. Hocalarımız özgürce araştırma yapmalı ve hiçbir şekilde de gerçeği araştırmaktan korkmamalıdırlar.
Öğretim üyelerimiz bir tarz olarak gerçeği ve adaleti korkusuzca savunmalı ki, öğrencilerimiz de bunu bir geleneğe dönüştürebilsinler. Bir üniversite için en tehlikeli fikir, tehlikeli veya sakıncalı diye bazı araştırma konularından uzak durmaktır. Üniversiteler tabii ki, farklı görüşlerin birarada ve diyalog içinde dile getirildiği mekânlar olmalıdır.
Değerli Konuklar,
Üniversite tabii ki bir özgürlük alanıdır. İlköğretim belki bir toplumun mayalanmasındaki en kritik araç olmuştur. Ama bir toplumun üst düzeyde iddiaları olabilmesi için, güçlü ve iyi üniversiteleri olması gerekir. Güçlü üniversitelere sahip olan ülkelerin gelişmiş, demokratik ülkeler olduğunu da gayet açıkça görüyoruz. Dolayısıyla, üniversiteler aynı zamanda ülkelerin hem demokrasilerinin hem ekonomilerinin hem de toplumsal diğer alanlardaki gelişmelerinin, hepsinin bir nevi işareti olmaktadırlar, bir nevi sebep-sonuç ilişkisi ortaya çıkmaktadır. O bakımdan, üniversitelerimizi güçlü üniversite yapmak için elimizden ne gelirse yapmamız gerekir.
Ülkemizin artık her tarafında bulunan üniversiteler, inanıyorum ki hem farklılıklara olan hoşgörümüzü artıracak hem de kalkınmanın motoru olacaklardır. Hatırlatalım ki, demokrasi sadece oy vermeden ibaret bir işlem de değildir. Üretebilen, kendi kendine yeten, eleştirel düşünebilen, yetenekli, açık ve her yönüyle yetenekleri gelişmiş bir insan gücü, hem demokrasimizin hem de kalkınmamızın teminatıdır.
Değerli Konuklar,
Modern zamanlarda üniversitelerin işlevi ve görevlerinde önemli değişim ve dönüşümler yaşanmıştır. İlk modern üniversiteler, modern ulus devletlerin doğuşuyla birlikte ortaya çıkmıştır. Üniversite, bir yanda devletin sanayileşmeye paralel olarak ihtiyaç duyduğu insan gücünü karşılarken, öte yandan bir ulusa dair ortak bilgileri üreten ve bu bilgileri yeni nesillere aktaran kültür evleri de olmuşlardır. Modern ulus devlet değiştikçe, üniversitenin işlevi ve rolü de değişmiştir. Sözgelimi, milli sınırların ortadan kalkması ve küreselleşmeyle birlikte, üniversite de her geçen gün daha fazla küresel bir rol almış ve işleve bürünmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti birçok alanda önemli değişimler geçirmiştir. Hepimizin bildiği bir özdeyiş vardır; “Hakikat, zamanın çocuğudur.” diye. Bazı hakikatlerin ortaya çıkması için uygun bir zaman ve zemin de gerekmektedir.
Sevinerek söylemek isterim ki, ülke olarak artık üniversitelerimizden taleplerimiz artmıştır ve beklentilerimiz de yükselmiştir. Bunun zamanı gelmiştir ve geçmektedir. Böyle bir ortamın, üniversitelerimize önemli bir motivasyon sağlayacağını da içtenlikle düşünüyorum.
Yeni Türkiye’nin artık yeni ve güçlü üniversitelere ihtiyacı vardır. Demokrasimiz her geçen gün biraz daha kökleşmekte ve olgunlaşmaktadır. Demokrasimizin teminatı olan sivil toplum ve ekonomimiz güçlenmektedir. Üniversiteler bu değişime düşünsel ve insan gücü planında da en büyük katkıyı veren kurumlardır. Bütün bu değişimler, üniversitenin de sunduğu hizmetlerde ciddi bir değişim ve dönüşüm gerektirmektedir.
Aslında sadece yeni Türkiye’den değil, yeni bir dünyadan bahsetmemiz gerekir. İçinde yaşadığımız dünya bize bir bakımdan son derece çarpıcı bazı yeni oluşumlar da getiriyor. Artık 19. yüzyılın üniversitesini tasarlayan Sanayi Devriminin içinde yaşamıyoruz. Dünya 20. yüzyılın son çeyreğinde Sanayi Devrimini aştı. Bugün elektronik devrimiyle yüz yüzeyiz. 1980’lerden başlayarak gelişen bu devrim, bize yeni teknik olanaklar sunuyor. Zaman ve mekân algımız, bu devrimin bir sonucu olarak köklü bir biçimde değişiyor. Daha önceki dönemin en önemli yeniliklerinden birisi olan sanayi tarzı üretimin insanlara getirdiği belirli bir zamanda, belirli bir yerde olmak, fabrika işçisi olarak her gün aynı mekâna gitmek zorunluluğu ve kısıtlaması, ortadan kalkıyor.
Artık bugün zaman ve mekân kavramlarını yeniden tartışıyoruz ve yeniden değerlendiriyoruz. Bu durumun bilincimize kazandırdığı esnekliği inkâr etmek de herhalde mümkün değildir. O esneklik, özgürlük demektir.
Günümüz dünyası, sözünü ettiğim özgürlük için, yeni bir demokrasi anlayışı da üretmektedir. Ülkemizin ve dünyanın dört bir yanında yer alan toplumsal olaylar, bu durumun açık ispatıdır. O olayların, elektronik ortamın tetiklemesiyle başlaması, o ortamda gelişip yayılması, üniversite gençliğinden destek bulması ve ana talebin demokrasi oluşunun, yeni üniversite olgusunun niteliği hakkında yeterince ipucu verdiği kanaatindeyim.
Dünya, yeni bir üniversite anlayışına da ihtiyaç duymaktadır. Bütün bunlardan dolayı, üniversite artık öğrencilerini ezberci ve dogmatik yetiştiremez. Dünyayla ilişkileri alabildiğine yoğunlaşan, kendi içine kapandığı dönemleri geride bırakıp dünyayla bütünleşme çabası içine giren bir Türkiye’de, üniversite müfredatı sabit fikir ve dogmaların ezberletilmesini dışlamalı, eleştirel düşünceyi öğretmeyi esas almalıdır.
Üniversite öğrencilerinde farklılıklara karşı bir duyarlılık da geliştirilmelidir. Üniversite öğrencilerine eski ve yeni sorunlara karşı alışılmış zihinsel kalıpların dışına çıkarak, yeni ve esnek çözümler üretme cesareti de kazandırılmalıdır.
Üniversite artık eskiden olduğu gibi öğrencilerini tek tipleştirme veya aynılaştırma gayesi güdemez. Artık içine kapalı bir ülke olmadığımızı, dışa açık olduğumuzu, dünyayla da bütünleştiğimizi herkes görmelidir. Gelinen noktada, sivil toplumu ve ekonomisi alabildiğine çeşitlenmiş ve olgunlaşmış bir Türkiye’de her yönüyle farklılaşmış mezunlar vermek gerektiği kanaatindeyim.
Yine gelinen noktada üniversiteler artık dünya sorunlarına duyarlı ve küresel liderlik özelliklerine sahip mezunlar yetiştirmelidir. Öğrencilerimizin küresel liderlik rollerine iyi hazırlanmasını istiyorsak, elbette ki üniversitelerimizde daha fazla küresel konulara da odaklanmalıyız.
Üniversite artık program açarken sadece devletin geleneksel ihtiyaçlarını da gözetemez. Üniversiteler, programlarını çeşitlendirmeli, toplumun talep ettiği ve küresel rekabetin gerektirdiği yeni alanlarda da faaliyet göstermelidir. Yeni kurulan üniversiteler, eski üniversitelerdeki programları olduğu gibi almaktan kaçınmalı, yerel ihtiyaçları gözeterek farklılaşmaya da özen göstermelidir.
Değerli Konuklar,
Türkiye yeni bir gelecekle karşı karşıyadır. Bugün neredeyse her ilimizde bir üniversite mevcuttur. İllerimiz bünyesinde bir üniversite açılması fikrini her zaman heyecanla destekledim. Fakat bu kurumların bir yüksekokula dönüşmesi, yetersiz kalması, her zaman da tehlikedir. Onun için daima üniversiteyle ilgili kurumlarla bir araya geldiğimde, üniversiteleri ziyaret ettiğimde, bu konuda hepsinin dikkatini çekerim.
Üniversite ayrı bir şeydir. Üniversite bir lise değildir, bir yüksekokul değildir. Akademinin iklimi farklı bir şeydir. Üniversitede muhakkak ki, o iklimi oluşturacaksınız ki, orada sadece bilim, eğitim değil, davranış da ona göre şekillensin. O bakımdan, yeni üniversitelerimizin üzerinde özenle durulması gerektiğini burada bir kez daha vurgulamak istiyorum ve üniversitelerin tabii ki bilimsel niteliklerinden, kalitelerinden asla da ödün verilmemelidir.
Farklı amaçlara hizmet etmek için farklı kurumlar kurulabilir, ama üniversitenin esas işlevini ve fonksiyonunu zayıflatacak davranışlardan daima kaçınmak gerekir. Bu konuda her şeyi devletten de beklemek yetersizdir açıkçası. Yerel üniversiteler, o bölgede yerel kurumların sahiplenmesi gereken bir projedir aslında. Belediyeler, sanayi ve ticaret odaları, bölgede yatırım yapan büyük sanayi kuruluşları, bankalar ve diğer müteşebbisler, illerindeki üniversitelerin kalkınması ve güçlenmesi için de heyecan duymalı, buna göre yeni düzenlemeler yapılmalı ve onlar bu sistemin içerisine bir şekilde dâhil edilmelidirler. O okullara, gerek Türkiye’nin iyi üniversitelerinden gerekse dünyadan yeni hocaların gelmesi için gerekli altyapı ve imkânlar hazırlamak, bunu uygulayacak esnek yapıları kurmak, bu okulların en önemli hedefleri arasında olmalıdır.
Değerli Konuklar,
Üniversitelerimiz finansman açısından da bir çeşitlenmeye gitmelidir. Artık elit üniversitelerde elit bir kesime yükseköğretim hizmeti de sunmuyoruz. Önümüzdeki birkaç yıl içinde nüfusumuzun neredeyse yarısından çoğunu üniversiteli yapacağız. Biraz önce değerli YÖK Başkanının verdiği bilgilere göre neredeyse bu noktalara ulaşacağız yakında.
İşte bu evrensel eğitimin finansmanıyla elit eğitimin finansmanı aynı olamaz. Devlet az sayıdaki üniversitenin finansmanını sağlayabilir, ancak her gün sayısı artan ve milyonlara hizmet veren üniversiteler, finansman kaynaklarını da çeşitlendirmelidirler. Üniversitenin kaynaklarını çeşitlendirmek için toplum ile devletin ilgili birimleriyle ve iş dünyasıyla kuracağı ilişkiler, üniversitenin dış dünyayla olan bağlarını güçlendirecek ve onlara uygun hizmetler üretmesine yardımcı olacaktır.
Üniversitelerin, belli bir dönemden sonra kendi kaynağını üretebilir bir hedefe de ulaşmaları gerekir, hiç değilse kaynaklarına katkı yapacak yeni kaynaklar oluşturmaları gerekir. Araştırmaları, patentleri, know-how’ları, bunların teknolojiye uygulaması, bunlardan gelecek gelirler, bütün bunları düşünmemiz gerekir.
Eminim ki sizler çok daha iyi biliyorsunuz. Aranızda bu tip kuruluşlarda, üniversitelerde çalışan çok değerli bilim insanları var. Amerika’daki, Batı’daki birçok üniversite bunu en iyi şekilde uyguluyorlar. Dolayısıyla bu modelleri Türkiye’ye taşımak için gerekli yasal, idari her türlü esnekliği artık düşünmeliyiz ve bunları hayata geçirmeliyiz. Zaten birkaç gün içerisinde yapacağınız bu toplantılarda, bütün bu konuları enine boyuna, çok teferruatlı tartışacağınızı biliyorum.
Değerli Konuklar,
Üniversitenin görev ve rolündeki değişime paralel olarak, YÖK’ün de görev ve rolü değişmelidir. Unutmayalım ki YÖK, 1980 yılından sonra kurulmuştur. O günkü Türkiye’yle bugünkü Türkiye çok farklıdır. O günkü Türk insanının anlayışıyla, bugünkü anlayışımız çok farklıdır. O günkü demokratik hukuk kurallarımızla, bugünkü demokratik standartlarımız, hukuk kurallarımız çok farklıdır. Zaman zaman bazı değişiklikler, bazı düzenlemeler yapılmıştır, ama bunun yeterli olmadığı kanaatindeyim. Buna biraz sonra değineceğim.
YÖK kurulduğunda ayrıca 27 üniversite vardı. Bugün bu sayı 160’ı geçmiştir. YÖK’ün artık yeniden yapılandırılması gerektiği hususunda geniş bir toplumsal uzlaşı da vardır. Bu yeniden yapılandırmanın nasıl olacağı konusunda da, bu gibi toplantılarda yapılacak tartışmalara çok önem veriyorum. Dolayısıyla, dünyanın büyük üniversitelerinin, bu konuda başarılı olmuş ülkelerin modellerini geniş bir şekilde, derin bir şekilde burada tartışıp, kendi ihtiyaçlarımızı ve kendi konumumuzu da ortaya koyup, yeni üniversite modellerimizin nasıl olacağını burada tespit etmemiz gerekir. Onun için konuşmama başlarken burada yapılacak tartışmaların uygulamaya dönük politikalar üretmesinin altını özellikle çizdim. Yoksa buradaki güzel tartışmalar, raporlar haline gelip raflarda kalacaksa, bunun açıkçası bir israf olacağını şimdiden söylemek isterim. Onun için özellikle dikkatinizi çekiyorum. Bu faaliyetlerin muhakkak amacı uygulamaya dönük olmalı ve tüm bunlar Türk üniversite sistemini yenileştirme, güçlendirme ve önümüzdeki yüzyıla taşıma konusunda yapacaklarımızın tespiti açısından en iyi şekilde değerlendirilmelidir.
YÖK artık üniversiteleri kontrol altında tutmaya adanmış bir kurum olmaktan çıkmalı. Üniversiteler arasında koordinasyonu sağlayan ve kamu kaynaklarının etkin kullanımını sağlamaya dönük tedbirler alan bir kurum olmalıdır. Ayrıca üniversitelerin performansını izleyen bir kurum olmalıdır. YÖK, üniversitelerin her türlü işiyle uğraşan icracı bir kurum olmaktan çıkıp, genel stratejileri belirleyen, düzenleyici bir kurum haline dönüşmelidir. YÖK artık standartlaşmanın bir kontrolörü de olamaz.
YÖK, üniversitelerdeki farklılaşma ve çeşitlenmeyi desteklemeli ve her yeni program önerisini, “örneği var mı?” diye değerlendirmemelidir. Üniversitelerimizi uluslararası rekabette öne geçirmenin yegâne yolu, onların farklılaşabilmeleri için akademik, idari ve mali esneklik sağlamaktır. Üniversitelerimiz farklılaşmalı ve bu farklılaşma temelinde dünyayla rekabet etmelidir.
Bugünkü sistemimizi taşıyabilmek gerçekten mümkün değildir. İstanbul’daki, Ankara’daki, Türkiye’nin en köklü ve uluslararası planda en tanınmış üniversiteleriyle diğer üniversitelerimizi aynı sistem içinde, aynı kurallar içerisinde, aynı idari tedbirler içerisinde yönetmek ve onlara “böyle hareket edeceksiniz” demenin, Türk gençliğine büyük bir haksızlık olduğu kanaatindeyim.
Ayrıca, üniversitelerin yeniden düzenlenirken daha elastik olmalarını, geniş bir şekilde tartışmanızı isterim. Üniversitelerde sadece fakülteler, kürsüler şeklinde, departmanlar şeklinde değil, departmanlar arasındaki geçişler, disiplinler arasındaki geçişler; bunları da esnek hale getirmemiz gerekmektedir. Bir öğrenci veya bir öğretim üyesi bir yerde başladıktan sonra, ilelebet orada devam edecek diye bir şey olmaması gerekir. Unutmayalım ki, 18 yaşında üniversiteye giren öğrenci, geleceğin ne olduğunu, kendi kabiliyetlerinde hep üniversiteyi tanıdıktan sonra öğrenmektedir. Dolayısıyla, bu öğrenciler, eğer gerçekten başka bir disipline geçme arzuları samimiyse, kararlıysa, bu uğurda büyük başarı elde edebileceklerine inanıyorsanız, ona o imkânı da tanımak gerektiğine inanıyorum.
Yine üniversitelerde fakültelerin dışında, bölümlerin dışında araştırma merkezleri, enstitüler; bunları daha elastik ve daha özgür bir şekilde kurabilme imkânı da tanımanın gerektiğine inanıyorum. Daha önceki görevlerim gereği biliyorum, bazen öyle araştırma merkezleri ve enstitüler açma çabası içerisinde olduk ve kanunlar, YÖK’ün elindeki hukuk, öyle engeller çıkarttı ki, bunlar Türkiye’de yapılamadı. “Başka ülkelerde gördüğümüz güzel örnekleri kendi memleketimize de taşıyalım” dediğimizde, “Bunlar asla olmaz” dendi. Dışişleri’ndeyken biliyorum; bir diplomasi akademisi kuralım dediğimizde, “Bu asla olmaz” dendi. Dolayısıyla, Türkiye’de artık bu tip sürdürülemeyen statükonun muhakkak değiştirilmesi gerektiğine inanıyorum.
YÖK’ten aldığım bilgiler, yüksek öğretime erişim konusunda son 3 yılda çok önemli değişikliklerin olduğunu her zaman söylemektedir. Biraz önce Sayın YÖK Başkanı da bu konuda geniş bir şekilde hepimize bilgi verdi. Ama tekrar şunun altını çizmek istiyorum burada: Bazen rakamlar ve istatistikler bizi aldatabilir. Tabii ki herkesin yüksek öğrenim görmesini isteriz. O sayının yüksek olduğunu gördüğümüzde, yüzdelerin büyük olduğunu gördüğümüzde mutlu oluruz, memnun oluruz. Ama niteliği, kaliteli eğitimi kesinlikle ihmal etmememiz ve bunun muhakkak farkında olmamız gerekir. Yoksa bu bizi uzun vadede aldatır, yine Türkiye’ye iyilik yapmamış oluruz.
Bir taraftan kitle halinde yüksek öğretime gidenlerin sayısını genişletirken, bunların içerisinden iyi, birinci sınıf, dünyanın en iyi üniversiteleriyle yarışabilecek üniversiteleri de çıkartmamız gerektiğine inanıyorum. Bu noktada yine rekabetin en önemli unsur olduğuna inanıyorum. Devlet üniversiteleri arasındaki rekabet ki, elastik bir yapıya kavuşturduğunuzda, performansları açık ölçüldüğünde, açık ilan edildiğinde bu rekabet başlayacaktır.
Ziyaret ettiğim birçok üniversitenin rektörünü burada da görüyorum. Hep şu soruları sorarım: Sadece öğretim üyelerinin yayınlarının bize ölçü olmaması gerekir. Gittiğimiz her yerde performanslar anlatılırken, standart olarak sadece yayınlara referanslarda bulunulmaktadır. Muhakkak ki Türkiye’de çok önemli yayınlar yapılmakta ve bu konuda büyük bir atılım var, bundan gurur duyuyoruz. Ama patentler, kullanılan fonlar, uluslararası kaynaklardan kullanılan fonlar, üretilen yeni teknolojiler, bütün bunları da başarı listemize koymamız ve karşılaştırmayı, mukayeseyi muhakkak böyle yapmamız gerekmektedir.
Vakıf üniversitelerine değinmeden muhakkak ki geçemeyeceğim. Vakıf üniversiteleri, artık üniversite dünyamızda çok önemli bir yer almaktadırlar. Ne kadar geç ve ne kadar zorlayarak, hangi şartlarda başlandığını, en iyi sizler bilmektesiniz. Ama bugün görüyorum ki, vakıf üniversitelerinin sayısı çoğalmaktadır. Bunun daha da çok teşvik edilmesini daima Yükseköğretim Kurulu’na tavsiye etmişimdir. Ama bu teşviki yaparken, bir noktayı da hemen eklemişimdir: Asla kriterlerden de taviz verilmesin. Çünkü Türkiye buna benzer, vakıf üniversiteleri değil, ama o zaman özel üniversite statüsünde açılan üniversitelerle ilgili deneyimi geçirmiştir.
Bugün vakıf üniversiteleri büyük bir özveriyle çalışmaktadır. Kendilerine yeni YÖK yönetiminin çok büyük destek verdiğini, onlarla sık sık toplantılar yaptığını biliyorum ve devlet üniversitesi ile vakıf üniversitesi arasında bir ayrımın da yapılmaması gerektiğine inanıyorum. Kim daha iyi bilim üretiyorsa, kim daha iyi eğitim veriyorsa, kimin performansı daha yüksekse, açıkçası onu daha çok desteklemenin doğru olduğu kanaatindeyim. Ama kriterleri de muhakkak sağlam uygulamak gerekir, herhangi bir istismara da yol açmamak gerekir.
Esas rekabeti de vakıf üniversiteleri ve devlet üniversitelerinde görüyoruz. Türk eğitim sisteminde esas rekabet onlar vasıtasıyla başladı. Dolayısıyla, vakıf üniversitelerinin değerini de bir kez daha takdir ettiğimi ifade etmek istiyorum.
Değerli Konuklar,
Üniversitelerimiz kurumsal etkinliği gözetmeli ve gereksiz bürokratik külfetleri, hem öğrenciler hem de öğretim üyeleri açısından azaltmalıdır.
Okullaşma oranlarımızın artmasıyla birlikte, iki önemli konu gündeme gelmektedir. Birincisi, bazı yüksek öğretim programlarının kontenjanları boş kalmakta ve kamu kaynakları israfı söz konusu olmakta. Dolayısıyla bu konuda iyi çalışılması gerekir. İkincisi de, mezun olanların istihdamını da muhakkak gözetmek gerekir. Bu yönde de üniversitelerin duyarlı olması gerektiğine inanıyorum. Bugün artık sınırlarımız içerisinde kapalı olmadığımızı, içe dönük bir Türkiye olmadığımızı, dünyaya açık bir ülke olduğumuzu hepimiz biliyoruz.
Unutmayalım ki, Türkiye ekonomisinde bütün kurallar değiştirilmiştir, serbest piyasa ekonomisinin bütün kuralları işlemektedir ve dünya ekonomisiyle entegre olmuştur. Türkiye, Avrupa Birliği’yle tam üyelik müzakerelerini devam ettirmektedir. Bu demektir ki, Kopenhag Siyasi Kriterler çerçevesinde Türkiye’de bir demokratik standart vardır, hukuk standartları vardır. Medya, elektronik dünya zaten dünyayı bir “U borusu” haline getirmiştir. Herkes her şeyi olduğu yerden takip edebilmektedir. Böyle bir dünyada, üniversitelerimizin dünyaya açılması şarttır. Bu iki açıdan; bir, öğretim üyesi açısından, ikincisi, öğrenci açısından. Yine Yükseköğretim Kurulu’yla yaptığım hep görüşmelerde bu konuyu daima tavsiye etmiştim.
Unutmayalım ki, 1933 yılında ilk üniversite reformu yapılıp da yeni üniversiteler kurulduğunda, o zaman Türkiye’ye Alman hocalar gelmiştir, o zaman Avrupa’da zulüm gören birçok Musevi hocalar üniversitelerimize gelmişlerdir ve Türk üniversite sistemine çok büyük katkıları olmuştur. O gün dünyaya açık olan bir Türkiye’nin, bugün 80’li yıllarda, 90’lı yıllarda, 2000’li yıllarda dünyaya kapalı olmasını düşünmek, hiç akıl kârı değildir. Onun için, dışarıdan öğretim üyelerinin gelmesini teşvik etmek gerekir. Dışarıdan öğrenci getirmeyi teşvik etmek gerekir. Yabancı öğrencinin Türkiye’de okuması demek, o yabancı ülkeye yapacağımız çok güçlü bir yatırım demektir. Ayrıca, yabancı öğretim üyesi ve öğrencinin Türkiye’ye gelmesi, Türk gençliğini ve Türk bilim adamlarının da dünyaya bakışını değiştirecektir.
Şimdi bizim gençlerimiz dünyayı sadece bizden ibaret zannediyorlar. Ama üniversiteden mezun olduktan sonra, dünyanın ne olduğunu anlıyorlar. Dünyadaki farklı ırkları, farklı dinleri, farklı kültürleri, bunların hepsini tabii ki görmesi ve bilmesi gerekir. Üniversiteyi zenginleştiren unsurlardır. Eskiden üniversitelerde daha çok yabancı öğrenci vardı. Benim İstanbul Üniversitesi’nde okuduğum dönemde, -ki Türkçe eğitim veren üniversitedir- orada bile çok sayıda yabancı öğrenci vardı. Bugün bu yabancı öğrenci sayısının az olduğu kanaatindeyim. Her ne kadar son 1-2 sene içerisinde alınan tedbirlerle bunda bir genişleme söz konusu olduysa da, bu konuda çok geriledik.
Bizler yurtdışına seyahat ettiğimizde, bir ülkenin bakanının Türk üniversitesinden mezun olduğunu gördüğümüzde, ondan gururlanırız açıkçası. Oülkedeki Türk iş adamlarının yatırımları arttığında, “O ülkeyle Türkiye arasındaki ilişkilerin güçlenmesinin altındaki sebep ne?” diye baktığımızda, Türkiye’de burslu olarak okuyan birçok öğrencinin önemli etken olduğunu görürüz. Bu sadece sivil dünyada değil, bu askeri dünyada da böyledir. Kendi harp okullarımızda, harp akademilerimizde okuyan öğrencilerin, yabancı öğrencilerin gittikleri ülkelerde Türkiye ile kendi ülkeleri ve kendi ordularıyla Türk Silahlı Kuvvetleri arasında en güçlü köprüyü oluşturduklarını hep görürüz. Onun için, buna da çok önem veriyorum ve bunun Türkiye için bir kazanç olduğuna kesinlikle inanıyorum.
Sözlerime son vermeden önce, şunu söylemek isterim: Dil konusu; hem Türkçe olarak dil konusu hem yabancı dil olarak dil konusu. Maalesef bu konuda yeteri kadar başarılı değiliz. Her şeyden önce kendi dilini herkesin çok iyi bilmesi gerekir. Bu anlamda yine dünyanın bazı iyi üniversitelerinde, yurtdışında, mühendislik talebesinden tıp öğrencisine bile, kendi diliyle ilgili kompozisyonların yazılmasının ders olarak okutulduğunu biliyoruz.
Kendi dilini bilmeyenin, başkasının dilini iyi öğrenmesi zaten mümkün değildir. Hepiniz öğrenci kâğıtlarını okuyorsunuz. Yetiştirdiğimiz öğrencilerin Türkçe’yi nasıl kullandıklarını, Türkçelerinin zengin olup olmadığını görerek, herhalde en iyi notu siz veriyorsunuz. Bu bakımdan, bu konuya özellikle özen göstermemiz gerektiğine inanıyorum.
Dalı ne olursa olsun, şunu unutmayalım ki: Çok iyi Türkçe bilen, çok iyi Türkçe’ye hâkim olan bir öğrenci, mühendislikte de, tıpta da daha başarılı olacaktır.
İkincisi yabancı dil. Yabancı dil konusunda, öğretimi konusunda bizim kadar başarısız olan ne kadar ülke var, bilmiyorum. Burada açık söylüyorum, hem ortaöğrenim için söylüyorum bunu hem üniversite için söylüyorum; yabancı dilden muaf olan, lisan biliyor diye muaf saydığımız öğrencilerin, dışarı gittiklerinde veya bir yabancıyla karşılaştıklarında ne kadar şaşırdıklarını hepimiz biliriz. Dolayısıyla, bu konuda da Türkiye’nin muhakkak ki, kendisini çok iyi şekilde gözden geçirmesi gerekir.
Bizim uluslararası platformda en büyük dezavantajımız, bir Türk gencinin ikinci bir dili bilmemesidir, ikinci dil bilen aramızda çok azdır. Bugünkü dünyada bu bizim başarısızlığımızdır. Bunu kaldırmak ve buna böyle devam etmek mümkün değildir ve unutmayalım ki, yetiştirdiğiniz, mezun ettiğiniz bütün gençlerin, artık sadece Türkiye’de değil, dünyanın her tarafında çalışabilecek kabiliyette ve güçte olması gerekir. Bilimsel olarak ne kadar yeterli olursa olsun, eğer dil konusunda yetersizse, bütün kapılar kendisine kapanacaktır. Uluslararası kuruluşlarda, uluslararası şirketlerde çalışacak veyahut da kendi şirketini başka ülkelerde kurarak faaliyet gösterecek kişiler, herhalde üniversite mezunları arasından çıkacaktır.
Türk Dünyasının Değerli Bilim İnsanları,
Değerli Konuklar,
Bu toplantı vesilesiyle her şeyi siz tartışacaksınız, ama ben de böyle bir açılış konuşmasında düşüncelerimin hiç değilse bazılarını sizlerle paylaşma imkânı buldum. Ümit ederim ki, bugün, yarın ve ertesi gün yapacağınız tartışmalarda bunlar bazıları için belki başlangıç noktası olabilir. Sizlere hiç değilse tartışma imkânı yaratır. Toplantılarınızın başarılı geçmesini ve Türk eğitim sistemine, üniversite sistemine faydalı fikirler üretmesini temenni ediyorum.
Hepinize sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum. Sağ olun."