Değerli Konuklar,
Her şeyden önce “Diyabeti Durduralım Projesi” Lansman Törenine hoşgeldiniz diyorum. Bugün gördüğüm kadarıyla Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, birçok üniversiteden öğretim üyeleri ve sağlık sektöründen çok sayıda kişi var. Ve ayrıca tabii değerli sanatçılar var. Değerli Beyazıt Öztürk ve değerli Derya Baykal’a çok takdirlerimi sunuyorum; böyle bir projede rol aldıkları için. Ve ayrıca değerli sanatçılara da takdirlerimi sunuyorum. Burada gerçekten çok güzel bir sunum yaptılar, onlara da çok çok teşekkür ediyorum.
Aslında bilim adamları, Sayın Bakan, Vakfın değerli Başkan Yardımcısı ve buradaki sinevizyon, söylenecek her şeyi söyledi. Bizim burada, bu Projeyi himayemize almamız, diyabetin önemini herkese tekrar kavratmak ve herkesin çok daha azimle gerçekten bu işin üstüne varmasını ve çalışmasını temin etmek. Yoksa buradaki herkes aslında diyabetin ne olduğunu çok iyi biliyor. Belki de buradaki herkes gönüllü olarak bu konuyu başkalarına da anlatacak insanlar. Burada bu toplantıyı yapmamız, bir nevi açıkçası devlet kurumlarımıza, herkese talimat vermek, sivil toplum kuruluşlarını çok teşvik etmek ve bütün vatandaşlarımızın da dikkatini çekmek amacını taşımaktadır.
Önemli olan, bu toplantıdan sonra yapılacak faaliyetler, oksa burada bizim güzel bir şekilde mevzuyu konuşmamız değil. Bundan sonra yapılacak faaliyetlere büyük bir hız vermek, yani adeta ateşleyerek füzeyi fırlatmak gibi.
Konunun ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Dünyada hasta sayısı 200 milyon deniyor ve bu hastalığın esas önemi, başka hastalıklara sebebiyet veriyor ve başka hastalıkların süratli gelişmesini temin eden bir altyapı oluşturuyor.
Meslek olarak doktor değilim, ama dinlediklerim ve bu toplantıya gelmeden önce okuduklarımdan öğrendiğim ışığında konuşuyorum. Dünyada böyle, ama işin kötüsü Türkiye’de çok hızlı bir şekilde gelişiyor.
Dün Sayın Bakan beni ziyaret etti, Sağlık Bakanımız ve bana çalışmalarıyla ilgili bilgi verdi. İki kitapçık getirdi; biri burada gösterdiği diyabetle ilgili kitapçıktı; birisi de Türkiye’deki hastalıklarla ilgili. Önemli, ciddi hastalıklarda Türkiye ne durumda, onu anlatıyor. Onlarla ilgili baktım, hepsiyle büyük başarılar var. Birçok hastalık neredeyse elimine edilmiş, Türkiye’de artık yok olmuş bunlar. Türkiye’de ortalama yaşam süresi uzamış. Çok güzel. Çocuk-anne ölüm oranları gelişmiş ülkeler seviyesine düşmüş.
Ama bir grafik vardı, o grafiğin altını okuyunca aynen şöyle söylüyor: “Kilo ve obezite Türkiye’de salgın seviyesine ulaştı” diyor. Salgın demek; tifo salgını, verem salgını, kolera salgını, bunları duyunca nasıl hemen hepimizi ürkütüyorsa, burada da grafiğin altında bir salgın kelimesini okuyunca, doğrusu çok hayret ettim, o kadar bilmezdim. Ve o grafikte şöyle söylüyor: 1998 yılında normal kiloda olanlar, nüfusumuzun yüzde 55’i imiş. İnsanların yüzde 55’i normal kilodaymış. 2010 yılına gelindiğinde normal kilosunda olanların oranı yüzde 27,5 seviyesine düşmüş. Nüfusun yüzde 36’sı ise obez, yani aşırı kiloluların oranı yüzde 36.
Demek ki bu rakamlara bakınca, salgın ifadesinin -o grafiğin altında öyle yazmışsınız- anlamı daha iyi ortaya çıkıyor. Şimdi bu dikkati çekici bir şey tabii. Bazı hastalıklar vardır ki, sadece o uzvunuzu rahatsız eder, ama diyabet anladığım kadarıyla, öyle değil. Diyabet nihayette, bütün uzuvları rahatsız eden ve bozan bir hastalık çeşidi oluyor. O zaman diyabete çok ayrı bir önemin verilmesi gerektiği açıkça ortaya çıkıyor. Bunlar anlatılınca, Projeyi onun için himayemize aldık ve bu faaliyeti onun için burada yapıyoruz.
Şimdi ekonomik olarak da düşündüğümüzde, insanın acı çekmesi açısından düşündüğümüzde de, insanlar hasta olduktan sonra tedavi etmek, hem maliyetli hem de çekilen acılar açısından çok yazık gerçekten.
O zaman, önemli olan tabii ki hastalığı önleyici çalışmaları yapmak. Zaten sizin en çok önem verdiğiniz konulardan birisi de hastalığın önlenmesi; hasta olmadan insanları uyarmak ve insanların. hastalığa yakalanmaması. Bütün bunlara rağmen yakalanan varsa, onları da en iyi şekilde tedavi edebilmek. O zaman imkânlar da seferber edilecek tabii ki.
İşte bu konuyu çok önemli gördüm ben. Böyle salgın bir hastalıkla karşı karşıya olduğumuza göre; savaşlar oluyor, depremler oluyor, tabii afetler oluyor, bunların bazılarına şey yapamıyoruz, ama gelişmişliğin, kalkınmışlığın hastalıklarını da üstümüzde taşımamamız lâzım. O zaman, köklü, toplu bir eğitim büyük önem taşımaktadır. Bu eğitim, nasıl olacaktır? Diyabet Vakfı çok güzel hazırlanmış, çok güzel bir sorumluluğu alıyor ve Projenin iletişim koordinatörlüğünü de, Türkiye’nin en iyi bilinen ajanslarından birisi yürütüyor.
Dolayısıyla, bunun iletişimini iyi yapmak gerekiyor. Televizyonlar mı kullanılacak, bütün gazeteler mi kullanılacak, bütün araçlar mı kullanılacak? Ama herhalde en önemlisi okullar.
Okullarda çocukların iyi eğitilmesi gerekiyor. Okullarda çocukların sırasında nasıl oturacağı bile önemli. Yani bel rahatsızlığı çekenler, başka yine buna benzer rahatsızlıkları olanlar, bunlar giderek artıyor ve gelişmiş, kalkınmış ülkelerin rahatsızlıkları ortaya olarak çıkıyor. Ama bu ülkelerde, -bazılarını da biliyorum- ilkokullarda çocuklara nasıl oturulur, nasıl kalkılır, ne olur, bunların hepsi öğretiliyor. Bazı ülkelerin ilkokullarında çocuklar ellerini kaldırırken, söz isterken bile oturuş şekilleri çok farklı diyorlar. Özellikle eski Sovyet ülkelerinde görev yapmış diplomat arkadaşlardan hep onu duyardım; çocukların nasıl disiplinli bir şekilde yetiştirildiğini.
Dolayısıyla, bu konulara artık bizim de daha çok vakit ayırmamız, daha çok emek harcamamız gerekiyor. Bu uğurda harcayacağımız paralar, tedavi için harcayacağımız paraların belki onda biri, belki yüzde biri olacaktır.
Sağlık Bakanlığı’nın bu konudaki çalışmalarını yakından takip ediyorum ve takdir ediyorum. Önemli bir sivil toplum örgütü olarak Diyabet Vakfı’nın da bu çalışmaları sahiplenmesi ayrıca önem arz ediyor. Çünkü sizinki tamamen gönüllü bir çalışma olmuş oluyor ve bir de bu işi en iyi bilen insanlar olarak yapıyorsunuz. O bakımdan, sizleri de hep tebrik ediyorum.
Deminden beri yapılan konuşmalarda, bir de beslenmeden hep bahsedildi. Yeme-içme deyince, aslında hanımların söz hakkı daha çok diye düşünürüm. Biraz onlara bağımlıyız biz de. Nihayette, önümüze ne gelirse; bizler onları yiyoruz. Onların da bu konudaki düşünceleri önemli. Herhalde Hayrünnisa Hanım’ın da bu konuyla ilgili söyleyecekleri var. Birkaç cümleyle o da fikirlerini paylaşacak.
Hepinize tekrar teşekkür ediyorum. Sağ olun.