Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nun Değerli Başkanları, - burada hepiniz başkansınız, bu kadar başkanı görmek kolay değil- Balıkesir Gazeteciler Cemiyeti’nin Değerli Mensupları, Basın Mensupları, Değerli Misafirler,
Bugün memnunum gerçekten. Balıkesir’de çok güzel anılar geçirdim, ama bunu sizlerle beraber olarak neticelendiriyoruz ve buradan döneceğiz. Dolayısıyla, Balıkesir ziyaretim esnasında Türkiye’nin dört bir köşesinden, bütün illerinden gelmiş değerli basın mensupları, onların temsilcileri, başkanlarıyla, Federasyon'un temsilcileri, başkanı, herkesle, Balıkesir’de beraber olmaktan, sizlere de burada hitap etmekten büyük bir memnuniyet duyuyorum. Hepinize iyi akşamlar diliyorum.
Öncelikle, Balıkesir’le ilgili birkaç şey söylemek isterim. Gerçekten Balıkesir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sayın Ramazan Demir, burada güzel ifade ettiler; bu şehir çok farklı bir şehir. Milli mücadelede, Kuvay-ı Milliye’de çok önemli yeri olmuş bir şehir. Kıvılcımı ateşleyen şehirlerimizden birisi. Çok tarihi şahsiyetler, bu şehirden geldi, geçti. Bugün de Balıkesir aynı şekilde çok önemli bir ilimiz. İiklimiyle, tabiatıyla, coğrafyasıyla herkesin koşarak gelip yerleşmek istediği vatan topraklarından birisi. İlçeleri de il gibi büyük olan bir ilimiz. Tarımda, hayvancılıkta, madencilikte, her bakımdan Türkiye’nin önde gelen illerinden birisi.
Biraz önce Üniversite'yi ziyaret ettim. Üniversite'de 30 bin öğrenci olduğunu öğrenince, doğrusu hem biraz hayret ettim hem de biraz gerçekten, Üniversite'nin büyüklüğünü görmüş oldum. Sabahtan beri burada aldığım intiba, gördüklerim beni hep sevindirdi. Müteşebbis ruhlu, girişimci, şikâyet eden değil, işinde, gücünde olan bir il gördüm. Bundan büyük bir memnuniyet duyuyorum.
Aslında bütün illerimizi fırsat buldukça ziyaret ediyorum. Cumhurbaşkanı olarak Türkiye’nin bütün illerine gitmek, doğrusu büyük bir arzum. Gittiğimde de görüyorum ki, vatandaşlarım gerçekten büyük bir mutluluk duyuyorlar. Bazı illere gittiğimde, 20 yıldır, bazen daha uzun bir süre Cumhurbaşkanı seviyesinde uğranmadığını görüyorum. Hiç değilse bu noksanlığı gidereyim istiyorum. Halkımızın, vatandaşlarımızın gösterdiği sevgi, muhabbet de, şüphesiz ki benim şahsımda milletine, devletine sahip çıkma duygusunun bir nişanesidir. Bir sembol olarak gördükleri için, devletin ve milletin başı olarak benim şahsımda ülkelerine olan sevgilerini ifade ediyorlar. Bundan da tabii ki büyük bir memnuniyet duyuyorum.
Hepimizin arzusu, ülkemizi daha güçlü yapmak, halkımızı daha mutlu yapmak, halkımızı daha zengin yapmak. Hepimizin görevi bu. Bunlar nasıl olur? Bunlar bütün alanlarda eğer gelişmeyi gerçekleştirebilirseniz mümkün olur. Yoksa bir ülke sadece askeri açıdan güçlü olabilir, tarihte de gelip gitmiştir. Hatta yakın tarihte de olmuştur. İkinci Dünya Harbi'nden önce de çok güçlü devletler olmuştur. Ama halkının mutlu olmaması, demokrasisinin olmaması, hemen büyük bir noksanlık olarak ortaya çıkmıştır ve neticede büyük felaketler olmuştur. Veya bazı ülkeler vardır, sadece ekonomisi güçlü olabilir. Bu ülkelerde de otoriter rejimler olabilir, çok katı disiplinler içerisinde bazı başarılar gerçekleşebilir, ama halkın mutluluğundan bahsedemeyiz. Çünkü zenginlik olabilir, ama herkesin susturulmuş duyguları söz konusu olabilir.
Dolayısıyla, bizim hepimizin ülke olarak, en gelişmiş demokratik ülkeler seviyesine ulaşma arzumuzdan söz ederken, aslında Atatürk’ün muasır medeniyet seviyesinin üstü diyerek işaret ettiği seviye; bunun altını bugün açarsak, gelişmiş ekonomiler, gelişmiş demokrasiler, gelişmiş hukuk standartlarına ulaşmış ülkeler seviyesine Türkiye’yi taşıma arzumuz var. Türkiye’yi böyle yaparsak, ordusuyla güçlü, ekonomisiyle güçlü, demokrasisi derinleşmiş, hukuk standartları en gelişmiş ülkelerin hukuk standartlarına ulaşmış, özgürlüklerin, hürriyetlerin doyasıya yaşandığı bir ülke olursak, o zaman hepimiz çok daha muhakkak ki gururlu oluruz, hepimizin başı o zaman çok daha dik olur. Dolayısıyla, hep beraber bu uğurda gayret göstermemiz gerekir. Bu bir tarafta devlet yetkilileri, kamu kurumları, özel sektör, basın, üniversiteler, hep beraber elbirliğiyle olacak bir iştir.
Şimdi basın mensupları olarak sizlerle bir arada bulunduğuma göre, herhalde konuşacağım konu, ekonomik veya askeri konular, stratejik konular değil, demokrasi, hukuk standartları konusu olacak; bunu paylaşacağım. Çünkü diğer konular hakkında daha ilgili ortamlarda fikirlerimi paylaşıyorum.
Şu bir gerçek: Bir ülkenin yine güçlü olabilmesi için, bazılarının yumuşak güç, "soft power" dedikleri, gücün muhakkak olması lâzım. Bu olmadığı süre içerisinde, o ülke hiçbir zaman güçlü olamaz. Onun olması için de önce demokratik standartlar, hukuk standartları, kültürel faaliyetler, eğitim, bilim, araştırma, teknoloji; -bütün bunları daha geniş bir şekilde anlatabiliriz- bu sahalarda da Türkiye’nin çok güçlü olması gerekir. Demokrasiyi güçlü yapan şeyler de, bunların birçok parametreleri var, bunlardan birisi de şüphesiz ki özgür, hür ve güçlü bir basının olmasıdır. Özgür, hür, güçlü ama aynı zamanda da itibarlı bir basının olmasıdır. Bu konu hepimizin meselesidir.
Önce şunu ifade etmek isterim: Bütün bu söylediğim, çizdiğim çerçeve, özlediğimiz Türkiye içerisinde düşünce, fikir, inançlar; bunların, arkasında şiddet olmadığı takdirde sonuna kadar serbest olması gerekir. Şiddet içermiyorsa, herkesin düşüncelerinin konuşulabildiği, tartışılabildiği, eleştirilerin yapılabildiği, tenkitlerin yapılabildiği bir ortam olması gerekir. Ve böyle bir ortamın sağlanması, muhakkak ki aynı zamanda demokrasinin derinleşmesini de sağlayan bir unsur olmuş olur. Bu aynı zamanda, ülkeyi şeffaf hale getirir. Şeffaf olan bir ülkede, o ülkeyi yönetenler, daha az yanlış yaparlar. Yanlış yapmazlar. Yanlışlar çünkü gözükür. Yanlışlar gözükünce de hesaplar sorulabilir. Zaten yine demokrasinin en önemli ilkelerinden birisi de hesap verilebilirliktir. İşte bunu kim yapar? Bunu basın yapar bir ülkede. Bunu basının her bakımdan rahat bir şekilde yapabilmesi hepimizin arzusudur. Halkın bilgilendirilmesi, halkın olayları, her şeyi takip edebilmesi, monitörize edebilmesi adeta, basın sayesinde olacaktır. Doğru bir şekilde halkın bilgilendirilmesi yine basın sayesinde olacaktır ki, sonunda değerlendirmesini sağlıklı yapabilsin. Ama şüphesiz ki, basın da bu fonksiyonunu yaparken, yine doğru bir şekilde yapması gerekir. Kendisine gelen her şeyi hiçbir araştırma yapmadan, doğru-yanlış demeden, düz ayna gibi yansıtamaz. Düz ayna gibi yansıtırsa her şeyi, o zaman propagandaya alet olur ve o zaman da sonunda itibarı zayıflar. Çünkü eğer her şeyi hiçbir değerlendirmeye tabi tutmadan yansıtırsa ayna gibi, o zaman bazı yanlışları da, yalanları da yansıtıyor durumuna düşebilir. O bakımdan, nasıl devleti yönetenlerin sorumluluğu varsa, nasıl başkasının kamu sorumluluğu varsa, basının da tabii ki sorumluluğu söz konusu. İşte bütün bunlar hep beraber olursa, o zaman bütün kurumların itibarı da olur, basının da itibarı olur. Ve nihayet devletin de itibarı olur ve herkes fonksiyonunu en güzel şekilde yapar.
Tabii çok geniş bir alandan bahsediyoruz. Tekrar söylüyorum, bunun temel şartı, şiddet olmadığı takdirde, sonuna kadar serbestlik, özgürlük, en aykırı düşüncelerin de yazılabildiği, konuşulabildiği, tenkitlerin yapılabildiği, düşüncelerin açıkça ifade edilebildiği bir ortamı sağlamamız. Bu yazılı basın olur, bu görsel basın olur veyahut da teknolojinin en hızlı geliştiği sanal ortamdaki, internet ortamındaki, başta ortamdaki basın olur yine. O açıdan tabii, basın dünyasının kendisini bütün bunlara hazırlaması gerekmektedir.
Şu bir gerçek: Böyle olabilmek için çok köklü reformlar yapmamız gerekir, hep beraber. Bu reformların birisi de, en çok ihtiyaç duyduğumuz alanlardan birisi de, bugün konu edilen ve çok tartışılan, sizlerin de çok tartıştığı, hepimizin çok tartıştığı yargı alanıdır. Yargı, Türkiye’nin -hiç kimse alınmasın- biraz köhneleşmiş bir alanıdır. Şu anlamda söylüyorum: İmkânlar olarak, eski tarihli yasalar olarak, günü, çağı, olayları, gelişmeleri tam takip edememe açısından. İşte, Ticaret Yasası’nı yeni çıkarttık, 1936 tarihli yasalarla Türk iş adamları iş yapıyorlardı. Elektronik ticaretin olduğu bir ortamda, elektronik imzaların olduğu bir ortamda, biz 1930’lu yılların kanunlarıyla hareket ediyorduk.
Yine bugün en çok tartıştığımız alan ve konuşurken bir cümle içerisinde tezada düştüğümüz konular; tutukluluk süreleri uzun mu olsun, kısa mı olsun. Bir taraftan tutukluluk sürelerinin ne kadar uzun olduğunu konuşurken; modern ülkelerde, gelişmiş ülkelerde yargının süratli hareket edip, insanların suçlu veya suçsuzluğuna kısa sürede karar vermesi gerekir. Tutukluluk süreleri kısa olsun derken, diğer taraftan 10 yıl geçip de neticelenemeyen davalar sonunda insanlar bırakılınca, 10 yıl azmış gibi gösterdiğimiz tepkiler. İşte bütün bunlar, bir ihtiyacı ortaya çıkartıyor. O açıdan, bu konuda her ortamda bunu hem açık söylüyorum hem bunu paylaşılması gereken kişilerle paylaşıyorum; çok süratli hareket etmemiz gerekir. Aslında yapılabilecek şeyler gayet açıktır. Avrupa Birliği’yle tam üyelik müzakerelerini yapan bir ülke olarak, Avrupa Birliği müktesebatına bakıp, bu konularda yapılması gerekenleri süratli bir şekilde yapmaktır. Yoksa bugünkü gibi çok mahcup olacağımız durumlar ortaya çıkar. "Tutuklu sayısının hükümlü sayısından çok olduğu bir ülke" dediğimiz zaman, herkes der ki, "Hiçbir zaman böyle bir ülke gelişmiş, demokrasisi gelişmiş, hukuk standartları olan bir ülke kategorisine giremez." Eğer bir ülkedeki tutukluların sayısı hükümlülerden çoksa veya tutukluluk halleri sanki bir mahkûmiyete, bir cezaya dönüşmeye başlarsa, yine aynı şekilde böyle bir ülkeden biz o zaman "Demokrasisi gelişmiş, hukuku gelişmiş; gelişmekte, en gelişmiş ülkeler sınıfına girmekte olan bir ülke" diye bahsedemeyiz. Ve "Avrupa Birliği’ne üyeliği ciddi bir ülke" diye konuşamayız. İşte bütün bunların süratli bir şekilde gözden geçirilmesi gerekir, yoksa vicdanlar hep sızlamaya devam edebilir. Toplumun sesi çıkan kesimlerinde olduğu gibi, toplumun sesi çıkmayan kesimlerinde de bu tip vicdan sızlamaları oluyorsa, bu tabii hepimiz için çok üzücüdür. O bakımdan, buralarda sürtüşme değil, enerjileri boşa harcama değil, elbirliği içerisinde yapılması gerekenleri yapmak hepimizin görevidir. Bu konuların sağlıklı tartışılmasında, bu konuların netice alıcı şekilde tartışılmasında basının da çok önemli rolü vardır açıkçası.
Şöyle bakılabilir; ne kadar çok hararetli kavga, tartışma, sıcak ortam varsa, o kadar çok manşet çıkar, o kadar çok dikkat çeker gibi de bakılabilir. Tam tersine, daha uzun vadeli çıkar çerçevesinde bakıp, bu konuların halline ortam hazırlayacak bir yaklaşım içerisinde de olabiliriz. O bakımdan, herkesin sorumluluğu çoktur tabii. Bu noktada, eminim ki sizler de kendi aranızda tartışmalar yapıyorsunuzdur, bütün bunları değerlendiriyorsunuzdur.
Ben Cumhurbaşkanı olarak yeri geldiğinde, bütün bu önemli konuları cesaretle söylemekten hiçbir zaman çekinmedim, bundan sonra da çekinmem. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışında yaptığım konuşmalar, gayet dikkatli hazırladığım, sadece güzel bir konuşma olsun diye değil, tam tersine yapılması gerekenler, ihtiyaçlar ve ülkenin temel meselelerine bakış açısından yaklaşıp, seslendirdiğim konuşmalardır. Bu konuları Meclis’in açılışında da ifade etmiştim ve çağrıda da bulunmuştum. Her sene birkaç tane temel, en önemli konuşma yaparsınız. Ben her sene en önemli konuşmalarımı Meclis’in açılışında yapıyorum ve ona göre kendime bir politika tespit ettim ve bugün tartışılan birçok konudan da, açıp bakarsınız, oralarda hep bahsettim.
Şimdi tabii ki hep beraber noksanlıklarımızı gidereceğiz, söylenen şeyleri takip edeceğiz. Bunlar aslında tekrar tekrar konuşulacak konular değil. Tekrar tekrar konuştukça kronikleşir, taraflar ortaya çıkmaya başlar ve yapılacak işler yapılamaz hale gelir. Ümit ediyorum ki, hepimiz olup bitenlerden yeterli dersleri aldığımız için, ülkenin ihtiyaçlarını, halkımızın, milletimizin beklentilerini süratli bir şekilde yerine getiririz ve bugün herkes nasıl bazı konularda Türkiye’yi parmağıyla gösteriyor ve gerçekten takdir ediyorsa, bu konularda da o noktaya geliriz.
Ben bir kez daha, sizlerle beraber olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Sayın Başkanınız Atilla Bey’in de söylediği gibi, yine bir Kayseri ziyaretimde de böyle beraberliğimiz olmuştu, buluşmuştuk. Orada fikirlerimi sizlerle paylaşmıştım. Sizler, özellikle Anadolu yerel basını, tekrar söyleyeyim, demokrasinin derinleşmesini sağlayan kesimlersiniz. Balıkesir’de 53 tane gazetenin olduğunu, 3 tane televizyonun olduğunu, 23 tane radyonun olduğunu düşünürsek, sizin de gücünüzün ne olduğu ortaya çıkabilir.
Ben dışarıda bazen muhataplarımla konuşurken, "Türkiye’de binin üzerinde radyo istasyonu var ve devlet radyosu değil bunlar, serbest, hür yayın yapan" dediğimde, "Türkiye’de 50’ye yakın ulusal seviyede yayın yapan televizyon var, ama yüzlerce yerel televizyonlar var" dediğimde, gururla bunu söylüyorum. Çünkü ancak kendine güvenen ülkeler bu imkânı verir, bu fırsatı verir. Kendine güvenmeyen ülkeler ise her şeyi kontrol eder ve her şeyi izne tabi tutar. O bakımdan yerel basın, yerel yayıncılık, bunlar gerçekten çok önemlidir. Sizlerin hep beraber bir araya gelip, sorunlarınızı konuşmanız, memleket meselelerini dile getirmeniz, bunlar çok önemli. Örgütlü bir şekilde bunları ifade etmeniz çok önemli. Atilla Bey’in konuşmasında, ilk defa duyduğum bazı unsurlar var. Hep sorardım, "Gazeteciler bunları dillendirir mi acaba?" diye. O bakımdan, sizi gerçekten tebrik ediyorum ve hepinize başarılar diliyorum. Tebrik ediyorum ve tekrar görüşmek dileğiyle.