"Sayın Başkan,
Sayın Genel Sekreter,
Ekselansları,
Saygıdeğer Delegeler,
Sözlerime başlarken, 65. Genel Kurul Başkanlığını üstlenmesinden dolayı Sayın Joseph Deiss’i tebrik ederim. Aynı zamanda, selefi Sayın Abdüsselam Treki’ye de geçmiş dönemde sergilediği dirayetli Başkanlıktan ötürü takdirlerimi ifade ederim.
Sayın Başkan,
Birleşmiş Milletler’in misyonu tüm insanların saygınlık, güvenlik ve refahını korumaktır. Bu nedenle barış, güvenlik, istikrar ve refah Türkiye'nin Birleşmiş Milletler kapsamındaki çalışma ve eylemlerinin temel akidelerini oluşturmaktadır.
Bu yüce Kurul’un Türkiye’yi Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için olağanüstü yüksek bir destekle yetkilendirmesinden bu yana, uluslararası toplumun barış, güvenlik ve refahına katkıda bulunmak amacıyla samimi, nesnel ve etkin bir biçimde çok çalıştık.
Bu iki yıl içinde, çeşitli küresel ve bölgesel konular ele alınırken, adil ve ilkeli bir tarzda kendi katma değerimizi ortaya koymaya çalıştık.
Bizim açımızdan her zaman yüksek öncelik taşıyan bir konu olan barışı koruma ve barışın inşası hakkında Konsey’de cereyan eden görüşmelerde ilerleme sağlanması amacıyla çaba gösterdik.
Bu konuda en üst siyasi düzeyde görüş ve fikir teatisinde bulunulması amacıyla, bugün öğleden sonra bir Güvenlik Konseyi Zirvesi oturumu düzenleyeceğiz.
Ayrıca, önümüzdeki Pazartesi günü, "Terörizmle Mücadele" konusunda Güvenlik Konseyi’nde tematik bir toplantı tertipleyeceğiz.
Terörizm gerçekten de, uluslararası toplum için acil ve en önde gelen küresel bir tehdittir. Samimi, etkin, uyumlu ve somut uluslararası işbirliği olmaksızın terörizmle başa çıkılamaz.
Sözde siyasi, ideolojik, etnik veya dini amaçları ne olursa olsun, tüm terör örgütleriyle aynı şekilde savaşmadığımız sürece, terörizme karşı mücadelemizin başarısızlığa mahkûm olduğunu hatırlatmak isterim.
Günümüzün en ciddi meydan okumalarından birine ortak yanıt verilmesinin başarılı örneklerinden birini Medeniyetler İttifakı oluşturmaktadır.
İspanya ve Türkiye’nin girişimiyle oluşturulan ve bugün 122 üyesi bulunan İttifak, BM’den sonra ikinci en büyük uluslararası platform haline gelmiştir. Bu da, uluslararası toplumun bağnazlık ve çatışma yerine uyum, diyalog ve işbirliğini tercih ettiğinin açık bir göstergesidir.
Sayın Başkan,
Kitle imha silahlarının yayılması çağdaş dünyanın karşı karşıya olduğu risklerden birini oluşturmaktadır. Nükleer silaha sahip olan ülkeler de dâhil olmak üzere, tüm üye devletler, kendi politikalarında adil ve ilkeli bir yaklaşım benimsemedikleri sürece bu tehdidin üstesinden gelemeyiz.
En hassas bölgelerin merkezindeki bazı ülkelerde nükleer silahların fiilen mevcut olduğu gerçeği gözardı edildiği sürece, küresel düzeyde inandırıcı bir yayılmanın önlenmesi rejiminin oluşturulması mümkün olamayacaktır.
Bu bağlamda, tüm üye devletlere, 1991 tarih ve 687 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı’nda öngörüldüğü ve Genel Kurul tarafından da defalarca bu yönde çağrıda bulunulduğu üzere, “Orta Doğu'da Kitle İmha Silahlarından (KİS) Arındırılmış Bölge" oluşturulması yönündeki çabaların yoğunlaştırılması çağrısında bulunmak istiyorum.
Mayıs 2010’da New York’ta gerçekleştirilen Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması Gözden Geçirme Konferansı’nda, Orta Doğu'da KİS’lerden Arındırılmış Bölge teşkili amacıyla 2012 yılında bir konferans düzenlenmesi yönünde yapılan çağrıları da destekliyoruz. Bu ilk adımın, dünyanın diğer bölgelerindeki yayılmanın önlenmesi girişimleri açısından da bir "olmazsa olmaz" teşkil edeceğine inanıyorum.
Bu güvenlik tehditlerine yanıt verirken, küresel sorunların, tek taraflı, ikili veya benzer düşüncelere sahip ülkelerin oluşturdukları küçük gruplar tarafından çözülemeyeceği akılda tutulmalıdır. Bu nedenle, küresel sorunlarla ilgili olarak çok taraflı bir yaklaşım benimsememiz, bugün her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır.
Mevcut küresel ekonomik kriz bu tür sorunlardan biridir.
Yavaş bir iyileşme sürecinde olmamıza rağmen, krizin etkileri bugün hala hissedilmektedir. Gelecekte benzer şokların tekrar yaşanmasını önlemek için, bu küresel krizden doğru dersleri çıkarmamız gerekmektedir.
Bu krize en gelişmiş pazarlardaki bazı finansal kurumların sorumsuz davranışları neden olmuştur. Gelişmiş ülkelerdeki küçük bir kesimin hatalarından dolayı sıradan insanlar en ağır bedelleri ödemiştir.
Halihazırdaki ekonomik kriz, sorumsuz finans kurumları üzerinde etkin yönetişim ve denetimden yoksun bulunan mevcut küresel ve ulusal mali ve ekonomik mimarilerin zafiyet ve eksikliklerini bir kez daha göstermiştir.
Bununla birlikte, Türk ekonomisi, daha önce alınan kapsamlı ekonomik ve mali önlemler sayesinde dünya ekonomik krizine rağmen rotasında kalmayı başarmıştır. G-20 bünyesinde, küresel büyümeyi tekrar tesis etmeye ve finansal uygulamaları düzene sokmaya yönelik uluslararası çabaları güçlü biçimde destekliyoruz.
G-20’nin bu yönde doğru politika ve tedbirlerin belirlenmesinde merkezi rol oynamaya devam etmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Sayın Başkan,
Küresel krizin ardından, En Az Gelişmiş Ülkelerin (EAGÜ) durumu daha da kötüleşmiştir. Dolayısıyla, bu ülkeleri küresel ekonomiyle bütünleştirmek için icab eden her türlü çaba sarfedilmelidir.
Bu çabalarımızda serbest ve adil ticaret ilkeleriyle uyumlu hareket etmeli, korumacı eğilimlerden kaçınmalıyız.
Gelecek yıl İstanbul’da düzenlenecek EAGÜ ile ilgili 4. BM Konferansına, bu düşüncelerle hazırlanıyoruz.
Sayın Başkan,
Son on yıl zarfında Türkiye’nin ekonomik göstergeleri düzelmiştir. Keza diğer ülkelere sağladığı kalkınma yardımları da artmıştır. Göreceli olarak artan imkânlarımız sayesinde başkalarının kalkınmalarına daha fazla yardım edebiliyoruz.
Türkiye, artık yükselen bir donör ülke haline gelmiştir. Türkiye merkezli STK’ların da katkılarıyla, yıllık kalkınma yardımlarımızın toplam miktarı bir buçuk milyar Dolar’ı aşmaktadır.
Bu yardımı, Türkiye İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) aracılığıyla sağlıktan eğitime, tarımdan altyapıya kadar geniş bir yelpazedeki kapasite geliştirici projelere hasrediyoruz.
Sayın Başkan,
Kalkınmakta olan ülkeler, birbiriyle ilintili dört sorunun yarattığı ciddi risklere de, diğer ülkelere kıyasla daha fazla maruz kalmaktadır. Bu sorunlar; küresel ısınma, iklim değişikliği, salgın hastalıklar ve gıda güvenliğidir.
Yakın geçmişte birçok ülke, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden kaynaklanan trajedilerle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Dünyanın bazı bölgelerinde aşırı kuraklıklar yaşanırken, bazı bölgeleri yıkıcı sel felaketleriyle boğuşmaktadır.
Pakistan’ın yaşamakta olduğu zor günler, bu durumun derhal tedbir alınması gereken, ivedi bir konu olduğunu bizlere hatırlatmaktadır.
Sürdürülebilir bir çevrenin, insanlık açısından “bölünemez bir küresel kamu malı” olduğunu teslim etmeliyiz. Dolayısıyla çevrenin korunması hususunda ortak sorumluluk üstlenmeliyiz. Sadece günümüzdeki milyarlarca kişinin değil, gelecek nesillerin yaşamları da bugün atacağımız adımlara bağlıdır.
Küresel gıda krizi, diğer bir acil endişe kaynağı ve gelecek nesiller bakımından iç karartıcı bir tehdit teşkil etmektedir.
Bu çetin ekonomik, demografik, ekolojik ve biyolojik sorunlar, güvenlik kavramını yeniden tanımlamamızı zorunlu kılmaktadır. Bu meseleler artık hafif risk kategorisinden çıkmış ve insanlığa yönelik ivedi ve açık birer tehdide dönüşmüştür.
Maruz kaldığımız sözkonusu bunaltıcı tehditler karşısında, artık BM çatısı altında küresel ölçekte harekete geçilmesinin zamanı gelmiştir.
Bu doğrultuda tüm üye ülkelere, doğal ve ekolojik afetler, gıda kıtlığı ve salgın hastalıklarla etkili biçimde mücadele edebilmek üzere bir “Küresel Acil Mukabele Yeteneği” kurulmasını tezekkür etmeleri yönünde çağrıda bulunuyorum.
Bu Yetenek; zayıf yönetişim, kamu düzeninin bozulması ve azalan doğal kaynakların yol açtığı ülke içi veya devletlerarası çatışmalardan kaynaklanan tehlikeleri azaltmak suretiyle, uluslararası barış ve istikrarın korunmasına da yardımcı olacaktır.
Savunma harcamalarımızın ufak bir bölümünü bu Yeteneğin finansmanı ve tesisine tahsis ettiğimiz takdirde, küresel barış ve istikrarın korunması yolunda fayda/maliyet bakımından daha etkin sonuçlar elde edebiliriz.
Dahası; askeri açıdan işlevlerini yitirmiş, ancak afet kurtarma operasyonlarında hala kullanılabilecek durumdaki savunma araç ve gereçlerimizi bir havuzda toplayabilirsek, bahsettiğim Acil Mukabele Yeteneğini hızla kurabiliriz.
Mevcut bölgesel imkânlar, kuşkusuz bu küresel çabada faydalı bir rol oynayabilir.
Bütün bu kaynaklar doğrudan ihtiyaç sahiplerine ulaştırılabilmeli, aşırı idari giderlerle erozyona uğratılmamalıdır.
Sayın Başkan,
Süregiden bölgesel sorunlar, gündemimizin siyasi veçhesinde önemli yer tutmaya devam etmektedir. Zamanın darlığı nedeniyle, bunlardan sadece bazılarına kısaca değinmek istiyorum.
Orta Doğu’da kalıcı barışın tesisi, dünyada barış ve istikrarın da anahtarıdır. Bölgenin barışa kavuşamamış olması, ne yazık ki, dünyanın diğer bölgeleri için ciddi ve olumsuz stratejik sonuçlar doğurmaktadır.
Bu nedenle Türkiye, Orta Doğu’da kapsamlı barışa ulaşılmasını hedefleyen tüm çabaları her zaman desteklemiştir. Bu çerçevede, Başkan Obama’nın gayretlerini takdirle karşılıyor, İsrail ve Filistin arasında doğrudan görüşmelerin başlamış olmasından memnuniyet duyuyoruz.
Bu yeni girişimin, bizleri yaşayabilir ve adil bir çözüme yaklaştırmasını diliyoruz.
Diğer taraftan, Gazze’deki insani trajediye son verilmediğimiz sürece, kalıcı barış yönünde ilerleme kaydedilmesi çok zordur.
Bu bağlamda, İsrail silahlı kuvvetlerince geçtiğimiz Mayıs ayında, uluslararası insani yardım konvoyuna açık denizlerde yapılan saldırı vahim sivil kayıplara neden olmuş; bu kabul edilemez eylem, uluslararası hukukun da açık bir ihlalini teşkil etmiştir.
Uluslararası hukuk ışığında, Türkiye’nin beklentisi resmen özür dilenmesi ve kurbanların ailelerine ve yaralılara tazminat ödenmesidir.
Dolayısıyla, Soruşturma Paneli’nin ve Veri Toplama Misyonu’nun çalışmalarına özel önem atfediyoruz.
Dün yayımlanan BM İnsan Hakları Konseyi Veri Toplama Misyonu raporunu memnuniyetle karşılıyoruz. Sözkonusu rapor, bu elim hadiseyle ilgili gerçeklerin ortaya çıkartılması bakımından sağlam bir hukuki çerçeve teşkil etmektedir. Panel’in çalışmalarının da başarıyla tamamlanmasını bekliyoruz.
Irak’ta ise, 7 Mart seçimleri Irak halkı için yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmuştur. Bununla birlikte, seçimler sonrasında ortaya çıkan belirsizlik ülkedeki güvenlik durumunu olumsuz etkilemekte, kapsamlı bir yeniden yapılanma programı başlatılmasını engellemektedir.
Samimi arzumuz, Irak’ta kurulacak yeni hükümetin seçimlerde ortaya çıkan dengeyi yansıtmasıdır. Yeni hükümet kucaklayıcı, etkin ve demokratik olmalıdır.
Muharip yabancı kuvvetlerin ülkeden çekilmesini izleyen bu dönemde, Irak’ın tüm komşularını sorumlu davranmaya, ülkenin toprak bütünlüğünü, siyasi birliğini ve egemenliğini desteklemeye çağırıyoruz.
Hepimiz, Irak halkının daha iyi bir gelecek arayışına yardımcı olmalıyız.
İran’ın nükleer meselesinin barışçı yollarla ve ivedilikle çözümüne yönelik uluslararası çabalara katkılarımız da devam edecektir. Bu sorunun çözümü, ancak UAEA ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması yükümlülüklerine uyum ve nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanım hakkına saygı çerçevesinde mümkün olabilecektir.
Bu çerçevede, Tahran Bildirisi ve geçtiğimiz Temmuz ayında İstanbul’da gerçekleştirilen toplantı, değerlendirilmesi gereken bir fırsat penceresi açmıştır. Bu meselede diplomatik yollardan başka alternatif bulunmadığı kanaatindeyiz.
Bir Balkan ülkesi olarak Türkiye’nin birinci önceliği, Balkanlar’da barış, istikrar ve ekonomik kalkınmanın sağlanmasıdır. Son yıllarda, Belgrad ve Saraybosna’ya üst düzeyli ikili ziyaretlerimizi yoğunlaştırarak, Balkanlar’daki sonuç odaklı girişimlerimize ağırlık verdik.
Ayrıca, bir yandan Bosna-Hersek ve Sırbistan’la diğer yandan Bosna-Hersek ve Hırvatistan’la kurulan üçlü işbirliği mekanizmaları tarihi önemi haizdir. Bu mekanizmalarla, sözkonusu ülkeler arasında karşılıklı anlayış ve işbirliğine dayalı yeni bir atmosfer yaratmaya çalışıyoruz.
Öte yandan Kosova konusunda, Belgrad ile Priştine arasında yapıcı bir diyalog kurulabilmesine yönelik olarak ortak çaba göstermeliyiz. Bu bakımdan, Sırbistan ve AB’nin eş-sunucu oldukları Genel Kurul kararının kabul edilmesini memnuniyetle karşıladık.
Batı Balkan ülkelerinin Avrupa ve Avrupa-Atlantik yapılarıyla bütünleşmesinin bölgedeki ihtilafların çözüme kavuşturulmasında belirleyici bir nihai adım teşkil edeceğine inanıyorum.
Balkanlara yönelik çabalarımız gelecekte de kesintisiz olarak devam edecektir. Uluslararası toplumunun bölgeyle yakın angajmanı büyük önem taşımaktadır.
2010 senesi Türk-Yunan ilişkileri bakımından fevkalade bir yıl olmuştur. Yunanistan’la bu sene kurulan “Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi” mekanizmasının, ilişkilerimizi yapılandırılmış ve kurumsal bir aşamaya ve böylelikle umut verici bir geleceğe taşıyan önemli bir adım teşkil ettiğine inanıyoruz.
Buna ilaveten, Ege Denizi’ndeki tüm önemli meselelerde Yunanistan’la aramızdaki görüş farklılıklarını, uluslararası hukuka uygun biçimde, her iki ülkenin hakları ve meşru çıkarlarını gözeten bir çerçevede çözüme kavuşturmaya kararlıyız. Ege Denizi, Türkiye ile Yunanistan arasında bir dostluk ve işbirliği denizi haline gelmelidir.
Kıbrıs meselesinde, adil ve kalıcı çözüm hedefine süregelen bağlılığımız ve tam desteğimiz aynı şekilde devam etmektedir.
Genel Sekreterin yılsonundan önce bir çözümün mümkün olabileceğine dair vizyonunu paylaşıyoruz. Ancak bu süreç açık uçlu olamaz.
Kıbrıs’taki müzakerelerden elde edilecek olumlu sonuçlar, Doğu Akdeniz’i süratle Avrupa Birliği içerisinde bir barış, istikrar, işbirliği ve refah bölgesine dönüştürecektir.
Kıbrıs Türk tarafı, 2004 referandumuyla açıkça görüldüğü üzere, çözümü isteyen taraf olduğunu kanıtlamıştır; ancak hakkaniyete aykırı biçimde çözümsüzlükten muzdarip olmaya da devam etmektedir.
Bu vesileyle, BM Genel Sekreteri’nin, Kıbrıs Türklerinin üzerindeki izolasyonun kaldırılması ve dünyayla bütünleşmelerini sağlayacak adımların atılması yönünde uluslararası topluma yaptığı çağrıyı yinelemek isterim.
Kafkaslara ilişkin olarak ise, toprak bütünlüğü ilkesine saygı çerçevesinde bölgede kapsamlı ve sürdürülebilir bir barış arayışına yönelik çabalarımızı sürdürmeye kararlıyız.
Son yıllarda, donmuş ihtilafların bölgede nasıl kolaylıkla sıcak çatışmalara dönüşebildiğine hepimiz tanık olduk. Bu bağlamda, Yukarı Karabağ ihtilafının barışçıl bir çözüme kavuşturulmasına özel önem atfediyoruz.
Orta Asya, Avrasya’nın stratejik bir bölgesidir. Türkiye, Orta Asya’nın barış, istikrar ve kalkınmasına katkıda bulunmak azmindedir. Kırgızistan’daki son olaylar özellikle endişe kaynağı olmuştur. Bu nedenle, Kırgızistan’da istikrar ve uzlaşma sağlama çabalarını desteklemeye yönelik bir eylem planı uygulamaktayız.
Sağlam bir demokratik sistemin tesisine doğru ilerleyecek bu geçiş safhasında, Kırgızistan’a yardım etmenin ortak sorumluluğumuz olduğu kanısındayız.
Karmaşık bölgesel sorunların başarıyla üzerine gidilebilmesi için, öncelikle güven ve dayanışma duygusunun tesisi esastır. Kanımızca, Asya'da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (AİGK/CICA) bu yönde etkili bir araç olabilir. Geçen Haziran ayında devraldığımız ve iki yıl sürecek olan AİGK Dönem Başkanlığımız boyunca bu anlayışla hareket edeceğiz
Sayın Başkan,
Afganistan’daki çabalarımızın başarısız olması, uluslararası toplum bakımından kuşkusuz öngörülmesi güç sonuçlar doğuracaktır. Bu bakımdan, Afganistan yakın ilgimizi ve samimi bağlılığımızın devamını gerektirmektedir.
Afganistan tarihi bir dönüşüm sürecinden geçmektedir. Devam eden askeri harekâtlarla eşzamanlı olarak, sivil yardım çabalarına artan bir şekilde önem verilmelidir.
Türkiye’nin Afganistan’a desteği açık-uçludur. Afgan halkı ihtiyaç duyduğu sürece yardımlarımızı sürdüreceğiz.
Afganistan’da başlatılan süreçleri geri döndürülemez hale getirmek bakımından, bölgesel ölçekte bilhassa Afganistan’la komşuları arasında daha etkin ve sonuç odaklı bir işbirliği sağlanmasının elzem olduğuna inanıyoruz.
Pakistan’daki demokrasinin desteklenmesi de, sadece bu ülke için değil, bir bütün olarak bölgenin istikrarı bakımından istisnai önemdedir. Ülkedeki sellerin neden olduğu korkunç felaketin ertesinde, Pakistan halkının ve demokratik yönetiminin yardımına koşarak yaralarını sarmamız hayati önem taşımaktadır.
Sayın Başkan,
Türkiye, Asya-Pasifik bölgesinin artan ekonomik ve siyasi önemi ışığında, bölge ülkeleriyle ilişkilerinde yeni bir yaklaşım benimsemiştir. Bu doğrultuda, “Güney Asya, Uzak Doğu ve Pasifik Ülkelerine Açılım” adıyla bir eylem planı başlattık.
Türkiye, ahiren, bölge ülkeleriyle işbirliğini derinleştirecek önemli bir adım atmış, ASEAN 43. Bakanlar Toplantısı marjında, Güneydoğu Asya’da Dostluk ve İşbirliği Antlaşması’na taraf olmuştur. Bu Antlaşma, Türkiye ile ASEAN arasındaki ilk kurumsal bağdır. Bu gelişme, Türkiye’nin hem ASEAN hem de Üye Devletlerle ilişkilerini geliştirmesinin yolunu açmaktadır.
Türkiye, Kore Yarımadası’nın güvenlik ve istikrarına da önem atfetmektedir. Yarımadadaki istikrarsızlığın bölgenin ötesine geçen sonuçları olduğunun bilincindeyiz. Bu nedenle, ilgili tüm taraflara, mevcut sorunların barışçıl yollardan çözümlenmesi ve bölgenin güvenliğini tehdit edebilecek eylem ve tutumlardan kaçınılması çağrısında bulunuyoruz.
Türkiye, Pasifik Adaları Forumu ve Pasifik Adalarıyla da bağlarını geliştirmektedir. Pasifik Ada Ülkeleri-Kalkınma Ortakları’ndan biriyiz.
Gelişen bu ilişkiler, Türkiye’nin Pasifik ülkelerine etkin bir şekilde ulaşmasına ve Pasifik bölgesi halkının sosyo-ekonomik durumunun iyileştirilmesine katkıda bulunmasına zemin hazırlayacaktır. Bu amaç doğrultusunda, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) vasıtasıyla yardım programları uygulamaktayız.
Son yıllarda ilişkilerimizin çeşitli alanlarda giderek geliştiği başka bir bölge de Afrika’dır.
Afrika, uluslararası toplumun ortak sorumluluğunu ve müştereken harekete geçmesini gerektiren bir diğer bölgedir. Bu kıtanın ağır sorunlarının çözüme kavuşturulması yükümlülüğü, yalnızca Afrikalıların omuzlarına yüklenemez.
Türkiye, Afrika’ya kıta çapında barış ve istikrar getirmeye yönelik uluslararası çabalara imkânları dahilinde katkıda bulunmaya kararlı olup, ekonomik ve insani kalkınmaya desteğini somut öneri ve girişimlerle sürdürecektir.
Bu anlayışla, Türkiye, BM çerçevesinde 21-23 Mayıs 2010 tarihlerinde düzenlenen İstanbul Somali Konferansı’na ev sahipliği yapmıştır. Konferans, Cibuti Barış Süreci ile Geçici Federal Hükümete önemli bir destek sağlamıştır. Konferans’ta kabul edilen İstanbul Deklarasyonu, Somali sorununun çözümü açısından bir yol haritası teşkil etmektedir.
Türkiye, Latin Amerika ve Karayipler bölgesiyle ilişkilerinin gelişmesi ve derinleşmesine büyük değer vermektedir. Türkiye’nin bölgeye açılma yönünde birkaç yıldır izlemekte olduğu politika, her geçen yıl daha çok ivme kazanmaktadır.
Türkiye, bu havzadaki bölgesel işbirliği projeleriyle bağlarını güçlendirmeyi de arzulamaktadır.
Bu çerçevede, Türkiye, Amerika Devletleri Örgütü ve Karayip Devletleri Birliği’nde daimi gözlemci statüsüne sahiptir ve Güney Ortak Pazarı (MERCOSUR) ve Karayipler Topluluğu (CARICOM) ile de resmi ilişkiler kurmayı amaçlamaktadır.
Sayın Başkan,
Sonuç olarak, Birleşmiş Milletler’in, insanoğluna daha iyi bir gelecek sunulması çabalarında, daha da büyük bir rol oynayabileceği ve oynaması gerektiği yönündeki görüşümüzü yinelemek isterim. Birleşmiş Milletler’e, bu işlevini yerine getirebilmesi için ihtiyaç duyacağı siyasi desteği ve somut araçları sağlamak, biz Üye Devletlere düşmektedir.
Sizi temin etmek isterim ki, kendi adına Türkiye, çocuklarımıza daha güvenli, daha müreffeh, daha temiz ve daha sağlıklı bir dünya bırakma arayışında, bu mümtaz örgüte tam destek vermeye ve onunla işbirliği içinde olmaya devam edecektir.
Teşekkür ederim."