Birinci Büyükelçiler Konferansı Dolayısıyla Verdikleri Yemekte Yaptıkları Konuşma

18.07.2008
Yazdır Paylaş Yazıları Büyült Yazıları Küçült
Sayın Cumhurbaşkanımızın, Birinci Büyükelçiler Konferansı dolayısıyla verdikleri yemekte yaptıkları konuşma aşağıda sunulmaktadır:

"Sayın Büyükelçiler,
Değerli Konuklar,
Birinci Büyükelçiler Konferansı münasebetiyle sizler ile birlikte olmaktan memnuniyet duyuyorum.
Konferansa katılmak üzere yurt dışından Ankara'ya gelmiş olan Büyükelçilere ayrıca "hoş geldiniz" diyorum.
Sayın Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın şahsında Dışişleri Bakanlığı yönetimini, bugüne kadar bölgesel çerçevede yapılan Büyükelçiler Toplantılarını genel bir konferansa dönüştüren bu girişimden dolayı içtenlikle tebrik ediyorum.
Sayın Büyükelçiler,
Sizler ile istişare formatında yapılan bu dönüşüm, Türk diplomasisinin 21. Yüzyılda daha kapsamlı bir faaliyet içinde bulunacağının ve yeni roller oynayacağının işaretini veren anlamlı ve isabetli bir karar olmuştur.
Bu konferans çok da zamanlı olmuştur.
Zira insanlık, bir yandan birçok alanda büyük atılımlar yaparken, aynı anda, başka alanlarda, eski-yeni çeşitli risk ve tehditlerle karşılaşabilmektedir.
Ekonomik ve siyasi dengelerde öngörülemeyen değişimler olabilmektedir.
Kültürel kırılmalar uluslararası koşulları daha da karmaşık hale getirebilmektedir.
Dolayısıyla, bugünkü dünya koşullarının tarif ve tasvirinin dahi net biçimde yapılmasında bazen güçlük çekilebilmektedir.
Bu nedenle, günümüzün belirsizliklerle dolu siyasi, ekonomik, kültürel ve çevresel koşullarının ülkemiz açısından çok kapsamlı bir analizinin yapılmasına fırsat veren Büyükelçiler Konferansının bu dönemde gerçekleştirilmiş olmasını çok faydalı buluyorum.
Konferansın sonuçlarının, Türk dış politikasının uzun vadeli yönelimlerinin ve önceliklerinin tespitinde sadece Dışişleri Bakanlığına değil, Bakanlığın eşgüdüm içinde çalışmakta olduğu, devletimizin bütün diğer kurumlarına ve toplumumuza da çok değerli veriler sağlayacağına eminim.
Sayın Büyükelçiler,
Diplomasinin güncel konuları ile ilgili olarak ayrıntılı tartışmaları esasen yapmış olduğunuzu dikkate alarak, bugünkü konuşmamda belirli bazı hususlar üzerinde durmakla yetineceğim.
Öncelikle, böyle bir Konferansın ilk kez düzenleniyor olması münasebetiyle, Türk diplomasisinin tarihsel mirasının önem verdiğim bazı özelliklerine vurgu yapmak istiyorum.
Cumhuriyet diplomasisinin, Osmanlı İmparatorluğunun uzun tarihi boyunca yaşadığı acı veya tatlı, ancak muhakkak ki zengin tecrübelerden süzülmüş yeteneklere sahip olduğu, dost-düşman herkesin saygı ve takdirle teslim ettiği bir vakıadır.
Bu yeteneklerin Türk milletinin ve dünya halklarının esenliği için seferber edilmesinde, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" sözü başlıca ilham kaynağı olmuştur.
Bütün veciz sözler gibi, bu dört kelime, son derece yalın bir bütün oluşturmakta, ancak içinde ulusal ve uluslararası barış kavramlarının çok zengin bir diyalektiğini barındırmaktadır.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinin, hem kendi halkımızın milli uyum ve barışına, hem de insanlığın kardeşliğine ve de dünya barışına karşı büyük bir sorumluluk bilincine dayandığı açıktır.
Türk diplomasisinin ruhunu teşkil eden bu anlayışın hiçbir zaman kalıplaşmadığına, yakın tarihimizin her dönem ve koşulunda geçerli kaldığına ve bugün de geçerli olmaya devam ettiğine dikkatlerinizi çekmek isterim.
Gerçekten de, Türkiye Cumhuriyeti başından itibaren, milli birliğini, bütünlüğünü ve güvenliğini pekiştirip ülkenin refah düzeyini yükseltirken, buna paralel olarak bölgemizde ve dünyada barış ve istikrar için "pozitif" bir güç olmayı bilinçli olarak hedeflemiş ve bunu başarmıştır.
Kurtuluş Savaşımızın Lozan Barış Antlaşması ile diplomatik sonuca ulaşması, kalan sorunların yine diplomatik yöntemlerle halledilmesi, Balkan Antantına ve Sadabad Paktına öncülük etmemiz, Milletler Cemiyetine katkılarımız, Atatürk'ün Venizelos tarafından Nobel Barış Ödülüne aday gösterilmesi, Nazizm mağdurlarına kapılarımızı açmamız, Cumhuriyet diplomasisinin karakterinin sonuç ve yansımalarının sadece birkaç örneğidir.
Bu diplomatik faaliyetler sürerken, ülke içinde ise inkılap ve reformlar yoluyla modernleşme yolunda büyük adımlar atılmıştır.
Çoğulcu demokrasiye geçişin altyapısı hazırlanmış, sanayileşme ve imar hamleleri gerçekleştirilmiştir.
Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı öncesindeki öngörülü tutumu ve Savaş sırasındaki basiretli politikaları bu çizginin devamı niteliğinde olmuştur.
Savaş sonrasından bugüne kadar uzanan altmış yılda ise, dışarıda soğuk savaş ve yumuşama dönemleri yaşanmıştır.
Türkiye'nin bölgesel ve uluslararası barış, istikrar ve işbirliğine azami katkıda bulunmayı esas alan yapıcı diplomasi geleneği bu çetin dönemde de devam etmiştir.
Bu altmış yıl, yurt içinde çoğulcu modern bir demokrasinin derinleşmesi gayretlerine tanık olmuştur.
Sayın Büyükelçiler,
Diplomasimizin yurt içindeki istikrar ve ilerlemeyi dünyadaki ve bölgemizdeki barış ve işbirliği çabalarıyla en mükemmel biçimde bağdaştırma yeteneği, günümüzde de siz Sayın Büyükelçilerimizin emekleriyle en canlı biçimde hayata geçirilmektedir.
Bugün de Türk diplomasisinin, bölgemizde ve dünyadaki başlıca barış, uyum ve işbirliği girişim ve faaliyetlerinde ya öncü veya ortak olarak seçkin bir rol oynamakta olduğunu herkes takdir etmektedir.
Birkaç örnek vermek gerekirse, Türkiye'nin Irak'a Komşu Ülkeler Forumu, Karadeniz Ekonomik İşbirliği, D-8 gibi oluşumlara öncülük etmiş olmasını, Medeniyetler İttifakı Girişiminin eşbaşkanlığını yapmasını, Pakistan ve Afganistan Devlet Başkanlarını Ankara Forumunda bir araya getirmesini, İsrail ve Suriye arasında diyalog tesisine yönelik kolaylaştırıcı rol oynamasını, Filistin'de Barış için Sanayi ve Üniversite Hastanesi Projelerini başlatmış olmasını sayabilirim.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve İslam konferansı Örgütü (İKÖ) gibi iki önemli uluslararası kuruluşun başına ilk kez Türk vatandaşı şahsiyetlerin seçilmesi Türkiye'nin yüksek diplomatik profilinin bir başka yansımasını teşkil etmiştir.
Kore Savaşı'ndan bu yana Türkiye'nin dünyada barışın tesisi ve muhafazası yolundaki diplomatik çabalarına en seçkin katkılarından birisi de Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup birlikler, Kosova'dan Bosna Hersek'e, Filistin'den Afganistan ve Afrika'ya kadar birçok uluslararası barışı tesis veya koruma operasyonlarına katkıda bulunmaktadır.
Birliklerimizin mükemmel profesyonel performansları ve yerel halklarla kurdukları insancıl iletişim NATO'daki müffefiklerimizce, BM yetkililerince ve ilgili ülke yöneticilerince örnek olarak gösterilmekte ve bize gurur vermektedir.
Diğer yandan, Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı TİKA'nın, kısa bir geçmişi ve sınırlı kaynakları olmasına rağmen, Balkanlardan Orta Asya'ya ve Afrika'ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada başarılı ve etkili teknik yardım faaliyetleri yürütmekte olduğunu memnuniyetle görüyorum.
TİKA'nın faaliyetlerinin, dost ve kardeş ülkeler ve toplumlar ile Türkiye arasındaki ilişkilerin daha da derinleşmesine önemli katkıda bulunduğunu düşünüyorum.
Sayın Büyükelçiler,
Türkiye'nin çoktaraflı diplomasiye katkılarına değindiğimiz bu noktada öncelikli önem verdiğim bir konuyu da bugün sizlerle paylaşmayı arzu ediyorum.
Orta Doğu bölgesindeki siyasi, ekonomik ve kültürel nitelikli çatışmaların küresel barış ve istikrarı da derinden etkileyen bir niteliğe büründüğü malumdur.
Bu sorunların çözümü için gösterilen bölgesel veya bölge dışı çabaların bugüne kadar yeterli sonuç verdiğini söylemek mümkün değildir.
Giderek derinleşen, kronik bir hal alan ve kimi zaman yayılma istidadı gösteren bu sorunlara bütüncül bir hal tarzı bulmak için son otuz yıldır birçok fikir egzersizi yapılmıştır.
Bu çerçevede özellikle, AGİT'in teşkili ile sonuçlanmış olan Avrupa'daki güvenlik ve işbirliği tesisi tecrübelerinden ilham alan fikirler zaman zaman ortaya atılmış, ancak bunların olgunlaştırılıp siyasi düzeyde hayata geçirilmesi mümkün olmamıştır.
Bugün içinde bulunulan durumun fanatikler, teröristler ve spekülatörler dışında kimseye fayda sağlamadığının herkes tarafından anlaşılmaya başlandığını görüyoruz.
Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde Orta Doğu bölgesinde yeni bir güven ve işbirliği ortamının teşkili için, güven artırıcı önlemlerden başlamak suretiyle, kapsamlı ve sistemli kriz ve ihtilaf önleyici mekanizmaların oluşturulması konusunun ciddi biçimde ele alınması zamanının geldiğini düşünüyorum.
Sözkonusu görüş ve önerilerimi bazı uluslararası temaslarımda muhataplarıma açmış ve olumlu tepkiler almış bulunuyorum.
Bu konuda ilerlemek için geçmişin birikiminden ve Irak'a Komşu Ülkeler ve Anapolis Konferansı gibi mevcut süreçlerin müktesabatından istifade edilebileceği gibi, sizlerin katkılarıyla yeni fikirlerin üretilmesi de mümkündür.
Bölgedeki tarihsel tecrübesi ve bugün oynadığı roller Türkiye'ye bu tür girişimlere öncülük etme sorumluğunu yüklemektedir.
Sayın Büyükelçiler,
Türkiye, ikili bazı dış meselelerinin çözümü için sizlerin de yaratıcı fikirlerinizin ve titiz ve mahir çalışmalarınızın katkısıyla önemli gayretler göstermiştir.
Kıbrıs'ta kapsamlı bir çözüm öngören BM Planı başarıyla müzakere edilmiştir.
Bu suretle, KKTC'nin ve Kıbrıs Türk Halkının güvenliği, refahı ve meşru haklarının titizlikle korunması yolundaki azmimiz ile, Avrupa'da ve Doğu Akdeniz'de barış, istikrar ve işbirliğine katkıda bulunma niyetimiz en iyi biçimde bağdaştırılmıştır.
Türkiye, komşu Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi yolunda Ermenistan'ın bağımsızlığını ilan ettiği günden bu yana birçok iyiniyetli açılımlarda bulunmuştur.
Bu açılımlar ve son olarak yapılan Ortak Tarih Komisyonu kurulması önerisi henüz eşit mukabele beklemektedir.
Türkiye'nin diğer komşuları ile olan sorunlarının çoğunluğu ortadan kaldırılmıştır.
Kalanların ise ikili ilişkilerimizin önünde engel olmaktan çıkarılmış olması memnuniyet vericidir.
Çevremizde güven ve istikrar ortamı geliştikçe, ekonomik ve kültürel alışverişlerimizin de canlandığını görmekteyiz.
Bu yöndeki çabalar devam etmelidir.
Sayın Büyükelçiler,
Değerli Konuklar,
Gerek ulusal, gerekse uluslararası politikada üç kavramın birbiriyle bağlantılı olarak kilit önem taşıdığına inanmaktayım:
Bunlar, "güven", "istikrar" ve "adalet" kavramlarıdır.
Ulusal planda baktığımızda, Anayasamızın Cumhuriyetimizi demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak niteleyen temel ilkelerinin, halkımızın güven, istikrar ve adalet ihtiyacının karşılanması için gerekli zemini de en iyi biçimde sağlamakta olduğunu görürüz.
Türk milletinin Anayasamızın bu ilkeleri üzerinde kuvvetli ve geniş bir mutabakat içinde bulunmakta olması, içeride ve dışarıda en büyük güç kaynaklarımızdan birini teşkil etmektedir.
Türkiye esasen bu zemin üzerinde çağdaş uygarlık düzeyi hedefine ulaşma yolunda 85 yıldır büyük mesafe katetmiş bulunmaktadır.
Katedilmiş olan bu mesafenin en güncel aşamasını ise, Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerinde karşılıklı irade sonucunda ulaştığımız nokta teşkil etmektedir.
Avrupa Birliğinin temel değerleri demokrasiye, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına, insan haklarının korunmasına, sosyal hakların tanınmasına, serbest piyasa ekonomisinin işlemesine ve kültürel çeşitliliğe saygıya dayanmaktadır.
Bu değerler, Cumhuriyetimizin felsefesi, Anayasamızın ilkeleri ve halkımızın beklentileri ile uyum içinde bulunmaktadır.
Dolayısıyla, bu çağdaşlaşma projesinin daha da ileriye götürülmesi, diplomasimizin ve diğer devlet kurumlarının önceliklerinden biri olmalıdır.
Sayın Büyükelçiler,
Değerli Konuklar,
Türk milleti giderek kendisine daha çok güvenen, ufku alabildiğine açık olan, içine değil dünyaya dönük duran, modern, çoğulcu, sorunlarını derinlemesine tartışabilen, bunları çözüm üreterek aşabilen, daha yaratıcı, daha üretken bir toplum haline gelmektedir.
Bunun yurtdışındaki yansımasını en iyi sizler müşahade ediyorsunuz.
Yurtdışında yaşayan veya faaliyet gösteren Türk işçilerinin, mühendis ve teknisyenlerin, işadamı, tüccar, müteahhit, bankacı ve yatırımcılarımızın, bilim adamı, sanatçı ve sporcularımızın, Türk asıllı üst-düzey yönetici ve siyasetçilerin başarıları hepimize gurur vermektedir.
Bu vatandaşlarımız ve şirketlerimiz, hem ülkemizin görüntü, itibar ve çıkarlarına, hem de bulundukları ülkelerin hayatına katkıda bulunmaktadırlar.
Dolayısıyla, devletimizin temsilcileri olarak siz Sayın Büyükelçilerimiz tarafından aktif biçimde destek ve teşvik edilmeyi fazlasıyla haketmektedirler.
Yurtdışı ziyaretlerim vesilesiyle, bunun gereğini en iyi şekilde yaptığınıza bizzat tanık olmaktan memnuniyet duyuyorum.
Buna paralel olarak, Türkiye'nin dinamizminin ve potansiyelinin dışarıda daha iyi tanınması ve kavranması için de yoğun çabalar gösterdiğinizi biliyorum.
Başta yatırımlar için yaratılmış olan güven ortamı olmak üzere, Türkiye ile ekonomik işbirliği fırsatlarının, en geniş biçimde anlatılması öncelikli bir görevdir.
Turizmdeki çeşitlilikten üniversite eğitimine, sağlık ve tedavi imkanlarına kadar bugünkü modern Türkiye'nin diğer milletlere sunduğu imkanların tanıtılması da aynı şekilde önemlidir.
Sayın Büyükelçiler,
Değerli Konuklar,
Biraz önce bahsettiğim "güven", "istikrar" ve "adalet" kavramları, uluslararası ilişkiler bakımından da önemini bugün artırarak muhafaza etmektedir.
Büyükelçiler Konferansı sırasında gerek dünya ekonomisinde son aylarda meydana gelen ciddi dalgalanmaları, gerekse dünyadaki başlıca siyasi bunalım kaynaklarını enine boyuna ele aldığınızı biliyorum.
Gerçekten de, yaşadığımız yeni dönemde özellikle iktisadi alanda rekabetin yoğunlaştığını, belirsizliklerin arttığını görüyoruz.
Kurumların ve milletlerin bir yandan küreselleşmenin ortaya çıkardığı fırsatlardan azami fayda sağlama peşinde olduğunu, aynı anda yarattığı risklerden korunmaya çalıştıklarını izliyoruz.
Bütün bu çabaların kalıcı başarılı sonuçlara dönüşmesi, yani daha yüksek bireysel ve toplumsal refah düzeyinin temin edilmesi genel beklentidir.
Ancak bu beklentinin karşılanması için, geçmiştekilerden daha da ileride ortak yaklaşımlar geliştirilmesine ihtiyaç olduğu açıktır.
Böyle bir yaklaşımın temelini, küresel istikrarın adalet ve güven anlayışıyla kuvvetlendirilerek geliştirilmesi oluşturmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, küresel ekonomik performansın zayıflamasından ve bunun siyasi sonuçlarından gelişmiş ülkelerin etkilendiği kadar, çok daha derin biçimde azgelişmiş ülkeler de etkilenecektir.
Bunun sonuçları arasında, zaten varolan yoksulluk, açlık, ve salgın hastalıkların yanısıra, yasadışı göç, şiddet, örgütlü suç gibi eğilimlerin artarak devam etmesi riski ciddi biçimde mevcuttur.
Bunlara ilaveten, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, anti-semitizm gibi eski hastalıkların bu tür ortamlarda nüksettiği veya islamofobi gibi yenilerinin ortaya çıktığı bir gerçektir.
Bu gelişmeler ne yazık ki artık diplomasinin ve büyükelçiliklerimizin de uyanık biçimde yakından izlemeleri ve gerektiğinde çözümüne katkıda bulunmaları gereken fenomenler haline gelmektedir.
Sayın Büyükelçiler,
Değerli Konuklar,
Bu toplantı vesilesiyle, hayatlarını diplomasiye adamış bütün emekli meslekdaşlarınızı saygıyla selamlıyorum.
Bazıları görev başında şehit olmuş bulunan bütün merhum diplomatları rahmetle anıyorum.
Ayrıca, Türkiye'yi yurtdışından temsiliniz sırasında sizlere en büyük desteği veren Değerli Eşlerinize de selam gönderiyor, takdirlerimi ifade ediyor, başarılarınızın devamını diliyorum."
Yazdır Paylaş Yukarı