Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 23. Dönem 3. Yasama Yılının açılışı münasebetiyle sizlerle birlikte olmaktan büyük memnuniyet duyuyorum.
Hepinizi içtenlikle selamlıyorum.
Yeni Yasama Yılının, geçen yıl olduğu gibi, yoğun ve verimli bir mesai ile geçeceğine inanıyorum.
Bu yasama yılının ülkemiz ve Milletimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Bugün Bayram'ın ikinci günü.
Bu vesileyle, başta siz değerli milletvekilleri olmak üzere, tüm milletimizin Bayramını kutluyorum. Bu Bayramın halkımız ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Allah'tan diliyorum.
Bayramlar, kardeşliğin ve dayanışmanın, en üst düzeye çıktığı, kırgınlıkların onarıldığı, küskünlüklerin giderildiği günlerdir.
Yüce Meclis'in açılışının bir bayram gününe tesadüf etmesinin ülkemizde hoşgörü, işbirliği ve karşılıklı saygıya dayalı bir siyasi iklimin oluşmasına katkıda bulunmasını ümit ediyorum.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Yeni Yasama Yılının açılışı münasebetiyle, dünyamızın ve ülkemizin içinde bulunduğu şartlarda önem ve öncelik taşıdığına inandığım bazı konularda, sizlerle fikirlerimi paylaşmak istiyorum.
Güç dengelerinin yeniden şekillendiği bir dünyada yaşıyoruz. Küresel işbirliği ve gelişme fırsatlarıyla gerginlikler ve krizler aynı anda ortaya çıkabiliyor.
Dolayısıyla, uluslararası alanda tanımlanmasında dahi güçlük çekilen belirsizliklerin ve buna bağlı bir güvensizlik duygusunun yaşandığı bir dönemden geçmekteyiz.
Süregelen kronik bölgesel sorunlara ilaveten, Kafkasya'da yaşanan son ihtilaf, gıda ve enerji fiyatlarındaki ciddi dalgalanmalar ve uluslararası para piyasalarındaki son sarsıntılar, bu belirsizliğin yarattığı sonuçlardan sadece birkaçıdır.
Yaşanan küresel ekonomik ve siyasi sıkıntılar, sosyal, kültürel ve dini aşırılıkların ve çatışmaların uluslararası gündemde yeralmaya devam etmesine yol açmaktadır.
Geçen hafta katıldığım Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda hazır bulunan dünya liderlerinin zihinlerini bu ve benzeri konuların yoğun biçimde meşgul ettiğini yakından gördüm.
Birleşmiş Milletler'e üye yaklaşık 200 ülkenin ve uluslararası kuruluşun temsilcileriyle yaptığımız toplantılarda, açlık, yoksulluk, salgın hastalık ve iklim değişikliği gibi sorunlara karşı acil kollektif önlemler alınması yönünde anlayış birliği içinde olduğumuz ortaya çıktı.
Birleşmiş Milletler'in daha demokratik bir yapıya kavuşmasından kriz yaşayan uluslararası mali piyasaların bir düzen ve disipline sokulmasına, nükleer silahların yayılması konusundan terörizme kadar hepimizi yakından ilgilendiren başlıca kritik konuları enine boyuna tartıştık.
Kronikleşmiş bölgesel ihtilaflara çözüm yolları bulma ve yeni ihtilafların ortaya çıkmasını önleme imkanlarını ele aldık.
Türkiye'nin de uluslararası toplumun önemli bir üyesi olarak dünyadaki gelişmelerin dışında kalması tabiatıyla düşünülemez.
Bunları yakından, dikkatle izlememiz, tartışmalara ve çözümlere katkıda bulunmamız, hem kendi ulusal çıkarlarımızın hem de uluslararası sorumluluklarımızın gereğidir.
Başta bölge ülkeleri olmak üzere, uluslararası toplumun ve Birleşmiş Milletler'in Türkiye'nin bu tür katkılarından memnuniyet duyduğunu, hatta bizden giderek artan bir beklenti içerisinde olduklarını bizzat müşahede ettim.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Biraz önce tasvir ettiğim uluslararası koşullarda ulusal hedeflerimizi gerçekleştirmek ve uzun vadeli çıkarlarımızı korumak için milletçe her zamanki gibi müteyakkız olmamıza ihtiyaç vardır.
Bu çerçevede, kalkınmamızı uzun vadeli bir perspektif içinde istikrarlı ve hızlı bir şekilde sürdürmeye daha fazla özen göstermemizin gerekli olduğunu düşünüyorum.
Bugün dünya ekonomilerinin içinde bulunduğu krizi, ülkemiz için bir fırsata dönüştürmek suretiyle aşmamızın mümkün ve gerekli olduğuna inanıyorum.
Tabiatıyla, ekonomik ve sosyal politikalarımızda bu yolda uyarlamalar yapma ihtiyacı ortadadır.
Buna paralel olarak, yeni bir evreye gelmiş olan Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecini, etkin bir dış politikayla ve geniş bir toplumsal ve siyasi mutabakatla hızlandırmak zorundayız.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün öncülüğünde ülkemizin 20. yüzyılın başlarında ortaya koyduğu büyük dönüşüm ve modernleşme hamlesi, bugün 21. yüzyıl şartlarında da hepimize ilham verecek güçlü bir vizyon ve cesaret örneği teşkil etmektedir.
Bu anlayıştan hareketle, Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına doğru, 15 yıllık bir perspektif içinde, sahip olduğumuz potansiyeli sonuna kadar en iyi şekilde kullanarak, ülkemizi hakettiği daha yüksek konuma taşımak, milletimize ve Cumhuriyetimize karşı hepimizin sorumluluğu olmalıdır.
Dünya ölçeğinde daha saygın bir devlet, daha müreffeh ve özgür bireylerden oluşan bir toplum olma yolunda, tüm bilgi birikimimizi ve emeğimizi seferber etmek mecburiyetindeyiz.
Uzun vadeli kalkınma stratejimizde de ifade edildiği üzere, temel hedefimiz Cumhuriyetimizin yüzüncü kuruluş yıldönümü olan 2023 yılında, ülkemizi dünyanın en güçlü ekonomisine sahip 10 ülkesi arasına sokmak olmalıdır.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye, 1990'lı yıllarda ve en son 2001 yılında yaşadığı ağır ekonomik krizlerin ardından, kararlı bir şekilde gerçekleştirilen reformlarla, ekonomik ve sosyal kalkınmasında çok önemli mesafeler almış bulunmaktadır.
Bu başarıyı fevkalade önemsiyor ve kazanımların titizlikle korunması gerektiğini düşünüyorum. Ancak, uzun vadeli hedef ve stratejiler çerçevesinde, daha yapacak çok işimiz olduğunun da altını çizmek istiyorum.
Özellikle bugün dünyanın içinde bulunduğu büyük ekonomik bunalım karşısında kazanımlarımızın korunması ve yitirilmemesi gereğine bir kez daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Zira, küresel krizin dünya ekonomilerini bir süre daha etkisi altında tutacağı açıktır.
Dışa açık ve dünya ile bütünleşmiş ekonomimizin, son küresel gelişmelerden belli ölçüde etkilenmesi doğal karşılanmalıdır.
Nitekim, Türkiye'de de büyüme, enflasyon, faiz oranları ve hisse senetleri fiyatları gibi temel büyüklükler, kendi iç sorunlarımızın da katkısıyla, küresel gelişmelerden etkilenmiştir.
Bununla birlikte, krizin kapsamı ve derinliği dikkate alındığında, Türkiye ekonomisinin geçmiş dönemlerle kıyaslanmayacak ölçüde dayanıklılık kazandığının da altını çizmek gerekir.
Bu ortamda, bir yandan mevcut kazanımlar korunurken, diğer yandan ekonomimizi daha da dayanıklı kılacak ve ülkemizin potansiyelini tam olarak harekete geçirecek adımların zamanında atılması büyük önem taşımaktadır.
Ekonomi alanında gerekli tedbirlerin gecikmeksizin alınması ve koordinasyonun güçlendirilmesi, sonuç olarak öngörülebilirliği arttıracaktır.
Öngörülebilirliğin olduğu bir ortam ise, bugünün dünyasında sakin liman arayan girişimciler ve sermaye için çekici bir ortam sunacaktır.
Özellikle ülkemizin çevresindeki büyük sermaye birikimleri ve krizlere beraber baktığımızda, Türkiye'yi yatırım yapılacak güvenli bir ada haline getirebiliriz. Yeter ki, evimizin içini reformlarla düzene koymaya devam edelim.
Bu çerçevede, Avrupa Birliği Müktesabatına uyum sürecine ilişkin hazırlanmakta olan Ulusal Programın hızla uygulanması öncelikli ve temel hedeflerimiz arasında yer almalıdır.
Aslında, 2007-2013 dönemini kapsayan ve stratejik planlama anlayışına dayalı olarak hazırlanmış olan ve Yüce Meclis tarafından onaylanmış bulunan 9. Yedi Yıllık Kalkınma Planında ifade edilen vizyon ve temel amaçlar, yapılacak temel yapısal reformlar için güçlü bir çerçeve oluşturmaktadır.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Kriz dönemlerinde doğru politikalar izleyen ülkelerin, dünya ortalamalarına göre daha yüksek performans göstermeleri ve gelişmiş ülkeler ile farklarını hızla azaltmalarının mümkün olduğuna biraz önce kısaca işaret etmiştim.
Gerçekten de, normal şartlarda uzun süre gerektiren mesafeler, bu şekilde çok daha kısa zamanda kapanabilmektedir.
Türkiye'nin dünyada yaşanan krizi fırsata dönüştürebileceği önemli alanlardan biri gıda güvenliği ve tarım sektörüdür.
Önümüzdeki dönemde, bu potansiyeli harekete geçirecek şekilde, uzun vadeli yapısal dönüşüm çalışmalarının yoğunlaştırılması temel bir öncelik olmalıdır.
Bu bağlamda, Güneydoğu Anadolu Projesi ile diğer bölgesel kalkınma programlarının kısa sürede tamamlanması önem arzetmektedir.
Küresel gelişmelerin gündeme taşıdığı bir diğer temel sektör, enerjidir.
Enerji, ekonomik büyümemizin sürdürülmesi, rekabet gücümüzün arttırılması, çevrenin korunması, ulusal güvenliğin ve uluslararası ilişkilerin sağlıklı bir zemine oturtulması ve AB'ye üyelik sürecimiz açısından çok boyutlu olarak değerlendirilmesi gereken bir alandır.
Özel girişimin ve yabancı sermayenin enerji sektörüne yeterince yatırım yapmalarının sağlanması öncelikli önemi haizdir. Ancak, böyle bir yatırım ortamının sağlanması için, belirsizliklerin giderilmesi ve uzun vadeli öngörülebilirliğin temini şarttır.
Enerji ve su kaynaklarının yönetimi gibi stratejik konularla bağlantılı gördüğüm küresel ısınma sorununa da önem vermemiz gerektiği düşüncesindeyim.
Küresel ısınmanın ülkemizi ve insanlarımızı önümüzdeki dönemde ciddi şekilde etkilemesi beklenmektedir. İçinde bulunduğumuz coğrafya böyle bir riskle karşı karşıyadır.
Bu durumla yaşamayı öğrenmemiz ve ihtiyaç duyulan önlemleri uluslararası işbirliği çerçevesinde almamız lazımdır.
Gelecek yıllarda, Kyoto sonrası süreçte, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında bu sorunun çözümü konusunda yaşanacak müzakerelere bütün ilgili kurumlarımızla hazırlanmalıyız.
Bu çerçevede, yurt sathındaki ağaçlandırma seferberliğine tüm kurumların daha fazla destek vermesini sağlamalı ve arazilerimizin yüzde onunun milli park olması hedefi esas alınmalıdır.
Başta Çevre ve Orman Bakanlığı ve TSK olmak üzere kamu kuruluşlarının, yerel yönetimlerin, TEMA, ÇEKÜL, Doğal Hayatı Koruma Derneği gibi sivil toplum örgütlerinin, firma ve vatandaşların bu alandaki katkılarını takdirle not etmek isterim.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Bir yandan dünya ölçeğinde yaşanan ekonomik krize hızlı ve etkili bir cevap verilirken, diğer yandan uzun dönemli kalkınmamızın temelini oluşturan sosyal politikalar hayata geçirilmeye devam edilmelidir.
Avrupa Birliği'nin Lizbon Stratejisi kapsamında belirlediği ‘dünyanın bilgiye dayalı en rekabetçi bölgesi olma, daha fazla ve daha nitelikli istihdam imkanları oluşturma vizyonu,' katılımcı bir ülke olarak bizim de paylaştığımız bir hedeftir.
İnsanımızın eğitimi ve onların verimli alanlarda istihdamı, ülkemizi dünya rekabet yarışında üst sıralara taşıyacak kritik başarı faktörüdür. Bunun için, özgür, sorgulayıcı yaklaşımı besleyen, tüketimden çok üretmeye, yenilikçiliğe, paylaşmaya ve ortak değerlerimize saygıya ağırlık veren bir eğitim sistemini geliştirmek zorundayız.
Ülkemiz, eğitim alanında reform niteliğinde adımlar atmış, son yıllarda bütçe içinde bu alana ayrılan kaynaklarda ciddi artışlar sağlanmıştır.
Ancak, bugünün küresel rekabetçi ortamı, sürekli esnekliği, uyumu ve yaşam boyu öğrenimi zorunlu kılmaktadır.
Nüfusumuzun beceri temelinin yenilenmesi ve arttırılması, bireylere olduğu kadar şirketlere ve topyekun ekonomimize de önemli kazançlar sağlayacaktır.
Bu konuda geliştirilecek mekanizmalar, araçlar ve tahsis edeceğimiz kaynaklar ülkemizin geleceğine yatırımdır. Dolayısıyla, kamu ve özel kesime bu alanda hiçbir fedakarlıktan kaçınmamalarını tavsiye ederim.
Şu hususu da hiçbir zaman unutmamalıyız ki, çeşitli alanlarda yapılacak reformların uygulamadaki başarısı, insan kaynaklarımıza yapacağımız yatırımın miktarı ve kalitesi ile yakından ilgilidir.
Bu konuda, Hükümetin aktif işgücü programlarına önemli bir kaynak ayırarak, öncelikle kadınlara ve gençlere yönelik hizmetlerin kapsam ve kalitesini arttırarak devam ettirmesini temenni ediyorum.
Aslında hepimizin bir gözlemi olduğuna inanıyorum. O da genç nüfusumuzun büyük bir kısmının mesleksiz olduğudur. Bir taraftan dinamik iş dünyamız kalifiye eleman bulamazken bir taraftan genç nüfusun büyük bir kısmının hiçbir mesleği bilmemesi kaygı vericidir. İnanıyorum ki bu konu üzerinde de herkes ciddi bir şekilde duracaktır.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Çağımızın gereği olan bilgi ekonomisine geçişin temelinin üniversiteler olması gerekir. Üniversitelerin ayrıca, eğitim ve araştırma faaliyetlerine odaklanmalarına ve bunları dinamik bir şekilde gelişen toplumsal ve ekonomik hedefler doğrultusunda gerçekleştirmelerine ihtiyaç vardır.
Bu husus tüm üniversiteler için geçerli olduğu gibi, yeni kurulan üniversitelerimiz için bir kat daha önem taşımaktadır. Özellikle yeni kurulan üniversiteler doğru başlangıç yapmalıdır.
Ayrıca, kalkınmakta olan bölgelerde kurulan üniversitelerin bölgelerine yatırım çekme anlamında da önemli katkılarda bulunmalarını bekliyorum.
Bu vesileyle, öteden beri kamuoyumuzda haklı bir şekilde tartışılan ve rektör atamaları münasebetiyle tekrar gündeme gelen Yüksek Öğrenim Sistemi'nin iyileştirilmesi konusunda bütün ilgili kurumları öneriler geliştirmeye davet ediyorum.
Teknoloji geliştirip üretmeden, günümüz dünyasında ekonomik üstünlük kazanamayız. Bölgemizde ve dünyada siyasi bir değeri olan ülkemizin, bu boyuta da önem vermesi gerektiğine inanıyorum.
Bu konuda TÜBİTAK başta olmak üzere, üniversitelerimize, firmalara ve kamuya önemli görevler düşmektedir.
Bu açıdan tüm alanlarda Ar-Ge kültürüne, teknolojik araştırmaya ve innovasyona verdiğimiz önemi daha da artırmalıyız.
Memnuniyetle ifade etmek isterim ki, ülkemiz bu alanda son yıllarda kaydadeğer gelişmeler sağlamıştır.
Kamunun Ar-Ge çalışmalarına ayırdığı kaynağın 2000 yılındaki 180 milyon YTL düzeylerinden, bugün yaklaşık 1.3 milyar YTL mertebelerine ulaşmış olması ümit vericidir.
Bu konuda başarılı olan ülkelerin tecrübelerine baktığımızda araştırma-geliştirme ve teknoloji üretimine yapılan yatırımların, ancak beş sene sonra etkisini güçlü biçimde göstermekte olduğu görülecektir.
Kendimizi bizim boyutumuzdaki ülkelerle mukayese ettiğimizde, bu konuda ne kadar geç kaldığımızı ve varolan potansiyelimizi harekete geçiremediğimizi göreceğiz.
Bu alandaki gecikmemizi telafi etmemiz ve kısa sürede dünyada teknoloji üreten ülkeler arasında sayılabilmemiz için iç kaynaklarımızı arttırırken, AB 7. çerçeve programı ve diğer uluslararası fon ve imkanları da üniversiteler, gruplar, firmalar ve bilimadamlarımız en iyi şekilde kullanabilmelidirler.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
23. Yasama Dönemi Açış Konuşmamda Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin tarihsel arka planı ve felsefesi üzerinde geniş biçimde durmuştum.
Dolayısıyla, bugün bu stratejik hedefimizi gerçekleştirmeye yönelik politikaların güncel veçheleri üzerine odaklanmak istiyorum.
Öncelikle Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne artık sadece bir aday ülke değil, katılımcı ülke konumunda olduğuna dikkatinizi çekmek isterim. Dolayısıyla, AB ile devam etmekte olan tam üyelik müzakerelerimizin sağlıklı biçimde ilerlemesini temin etmek, toplum olarak bir önceliğimiz olmalıdır.
Müzakerelerin başarıyla sonuçlanması ise, ülkemizin bu süreci partilerüstü bir anlayışla sahiplenmesine, çok sayıda reformu kısa bir zaman dilimine sığdırmasına bağlıdır.
Siyasi kriterler alanında atılacak adımlar sadece bir mevzuat değişikliği olarak algılanmamalıdır. Bunlar aynı zamanda bir zihniyet değişimini beraberinde getirmelidir.
Bu çerçevede, özellikle bireysel hak ve özgürlükler en geniş manada güvence altında olmalı, yasal düzenlemelerin uygulanmasında demokratik anlayış belirgin bir şekilde gözetilmelidir.
Yasal düzenlemeler kadar, yargı ve temel haklar alanında yapılması gereken reformlar da Avrupa Birliği sürecini yakından ilgilendirmektedir. Bu alanda da, ilgili tüm tarafların aktif katılımı şarttır.
Öngörülen yargı reformu, sadece demokratik standartlarımızı yükseltmekle kalmayacaktır. Ülkemizde öngörülebilirliği ve istikrarı pekiştirecek, şeffaflığı arttıracaktır. Böylece, kalkınma çabalarımıza da sağlam bir zemin oluşturacaktır.
Avrupa Birliği'ne tam üyelik yolunda hazırlanmakta olan Ulusal Program herkesin katkısıyla şekillenmeli ve hızla hayata geçirilmelidir.
Bu kapsamda, insanımızın refahını ve yaşam standardını arttıracak konulara öncelik verilerek, gerekli reformlar kararlılıkla gerçekleştirilmelidir.
Çevre ve sağlıktan iş güvenliğine, tüketici haklarından sosyal politikalara, ulaştırmadan enerjiye, yargı bağımsızlığı, kadın-erkek eşitliği ve çocuk hakları başta olmak üzere, temel haklardan fikri mülkiyet hukukuna, bilgi toplumu ve medyadan tarım ve kırsal kalkınmaya, kısaca tüm önemli alanlarda insanımızı hakettiği düzenlemelere ve uygulamalara kavuşturmalıyız.
Yanlış algılamaları düzeltmek için ülkemizin köklü tarihi ile çağdaş gelişmelerini Avrupa ve dünya kamuoyu ile güçlü bir iletişim stratejisi kapsamında paylaşmalıyız.
Yanlış algılamaların panzehiri, gerçek bilgilerin ve tecrübelerin etkili bir şekilde yaygınlaştırılmasıdır.
Bu sürece kamu, özel kesim, sivil toplum, medya, spor, bilim, kültür ve sanat alanları başta olmak üzere her alanda önem vermeliyiz.
Tabii bu süreçte Avrupa Birliği'nin de üzerine düşen bazı görevleri yerine getirmesi gerektiğini düşünüyorum.
Öncelikle, 15 ülkeden 27 ülkeye ulaşmış olan Birliğin geleceğini masaya yatırırken, günlük ve kısa vadeli bir bakış açısından uzaklaşarak, kurucu liderlerin yıllar evvel ortaya koymuş oldukları temel kuruluş felsefesine, barış ve istikrara endekslenmesi ve hedefe yönelik bir vizyonla geleceğini değerlendirmesi gerektiğine inanıyorum.
Biz Türkiye olarak, kendi sorunlarını aşabilmiş, uyum ve güven anlayışını muhafaza eden, bölgesinde gerçek liderlik yapabilen, hatta dünyadaki gelişmeler karşısında dengeleyici bir güç konumuna gelebilmiş bir Avrupa Birliği hayal ediyoruz. Kendi bünyesindeki farklılıkları kucaklayabilen, çok kültürlü büyüyen güçlü ve sağlam bir Avrupa Birliği'nin bir üyesi olmak istiyoruz.
Böyle bir Avrupa Birliği'ni yaratmayı birlikte başarabileceğimizi biliyorum. Ama tabii böylesine büyük bir başarı için de tek taraflı inanç ve çaba yerine, karşılıklı ve sürdürülebilir bir gayret içerisinde olunmasının önemini vurgulamak istiyorum.
Bir kez daha altını çizmem gerekirse; tarama sürecini bitirdiğimiz ve fasılları fiilen açmaya başladığımız bu dönemde elimizde hazır bir yol haritası vardır. Yapılması gerekenler bellidir. Kendi haline bırakarak sürecin arzu edilen hızda ilerlemesini sağlamak ve Türkiye'yi AB'nin 2014 mali perspektifine hazırlamak mümkün değildir. Atılması gereken adımlar sürekli ve süratli biçimde atılmalıdır. TBMM'nin bu süreçle ilgili yasaları öncelikli olarak ve özel gündemle ele alması önemlidir. Hatta bu vesileyle AB Uyum Komisyonu'nun güçlendirilmesinin çok yararlı olacağı kanaatindeyim. Yüce Meclisi ve siz değerli milletvekillerini bu sürece titizlikle sahip çıkmaya davet ediyorum.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Toplumumuzda 1982 tarihli Anayasamızın tadilatı veya yeni bir Anayasa hazırlanması konusunda canlı ve kapsamlı bir tartışmanın yıllardır sürmekte olduğunu görüyorum.
Yüce Meclis'in, başta siyasi partiler olmak üzere, toplumun bütün kesimlerinin katkılarından yararlanarak en mükemmel anayasal düzenlemelere ulaşacağından şüphem yoktur.
Milletimiz, Anayasa tartışmalarının sağlıklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak tarihsel birikim, tecrübe ve olgunluğa sahip bulunmaktadır.
Neredeyse 20 yıldır gündemde olan bu tartışmalar çerçevesinde, toplumun hemen her kesiminin kamuoyuna sunmuş olduğu çeşitli taslaklar, öneriler ve fikirler, yapmış olduğu uyarı ve talepler esasen mevcuttur.
İnanıyorum ki, TBMM'nin yüksek temsil kabiliyeti, ülkemizde mevcut olan demokratik tartışma ortamı ve siyasi partilerimiz arasındaki diyalog ve istişare geleneği de sonuç almak bakımından gerekli ortamı sağlamaktadır.
Yeni Anayasal düzenlemelerin geçmişteki tecrübelerden ders alınarak yapılması doğaldır. Ancak, yeni düzenlemelerin öncekilerden çok daha ileride olması da beklenecektir. Bu düzenlemelerin dünyanın 21. yüzyılda geldiği koşulları esas almak suretiyle, çağımızın sosyal ve politik gerçeklerine uygun bir anlayışla tasarlanması önemlidir. Ayrıca, bu çalışmaların hızlı teknolojik-bilimsel gelişmeleri de hesaba katan uzak görüşlülükle yürütülmesinin büyük önem taşıdığı görüşündeyim.
Yeni anayasal düzenlemelerin, milli birlik ve toplumsal dayanışmamızı güçlendirecek biçimde, dışlayıcı olmayan, kapsayıcı bir yaklaşıma sahip olması elzemdir. Temel hak ve hürriyetleri güvence altına alan, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti anlayışını kuvvetle teyit eden bir nitelikte olması, yeni anayasal düzenlemelerin gücünü ve sürdürülebilirliğini arttıracaktır.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Bu noktada, ülkemizin saydamlık konusundaki performansına da değinmek isterim.
Biliyorsunuz, Türkiye, başta BM Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi olmak üzere, yolsuzlukla mücadele konusundaki başlıca uluslararası sözleşmelere TBMM'nin kabul ettiği yasalarla taraf olmuş, bu çerçevede uluslararası yükümlülüklere girmiş bulunmaktadır.
Ülkemizde saydamlık düzeyinin yükselmesine olan ihtiyaç devam etmekle birlikte, toplumumuzdaki demokratikleşme ve modernleşmeye paralel olarak, mevzuatımızda yapılan yenilikler sonucunda, bu alanda tedrici ve göreceli de olsa, bazı iyileşmeler olduğu bir gerçektir.
Bağımsız bir kurum olan ve dünyada referans olarak gösterilen Uluslararası Saydamlık Kurumu'nun her yıl yayınladığı veriler incelendiğinde, Türkiye'nin bu endeksteki notunun ve sıralamadaki yerinin, mütevazı ölçülerde de olsa, giderek yükselmekte olduğu görülmektedir. Bu mütevazı iyileşmede, mevzuatımızdaki uyarlamaların yanısıra, başta TBMM, Hükümet, ve Muhalefet, Yargı ve basın-yayın organları olmak üzere bütün kurumlarımızın ve vatandaşlarımızın duyarlılığı etkili olmuştur. Türk özel sektörünün kendisini bu alandaki çağdaş ölçütlere uyarlamasındaki başarısı da bunda rol oynamıştır.
Gelinen nokta bir iyileşmeye işaret etse de, bunun yeterli olduğunu söylemek tabiatıyla mümkün değildir. Bu eğilimin geriye doğru gitmesi ise, hiçbir şekilde kabul edilemez bir gelişme olacaktır.
Tarihimizdeki Ahilik kurumundan başlayarak, iş ahlakı konusunda derin bir geleneği bulunan Türk toplumunun bu alanda çevresine de örnek olacak bir düzeye yükseleceğine içtenlikle inanıyorum, bunu temenni ediyorum.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye, geleneksel olarak kendi bölgesinde ve uluslararası planda barış, istikrar ve refahın kalıcı bir biçimde kök salabilmesi için yoğun gayret gösteren bir ülke olmuştur.
Bizi çevreleyen tüm komşularımızla dostluk, karşılıklı saygı ve işbirliği esasları üzerinden ilişkilerimizi ve işbirliğimizi geliştirme yaklaşımı, bu geleneğin devamıdır.
Milli davamız olan Kıbrıs meselesinde ilkelerimiz çerçevesinde kapsamlı çözüme verdiğimiz kuvvetli destek, Irak'ın toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini muhafaza etme gayretlerine yaptığımız katkı, bu yaklaşımımızın önemli göstergeleridir.
Türkiye'nin amacı, çevresinde geniş bir barış, güvenlik ve istikrar kuşağı oluşturarak, kendisinin ve bölgesinin daha müreffeh hale gelmesini kolaylaştırmaktır.
Yakın çevremize yönelik bu sahiplenici yaklaşım kuşkusuz, Türkiye'ye bölgesinde özel siyasi görevler yüklemektedir;
Türkiye'nin yeni krizlerin önlenmesi ve süregiden sorunların çözümünde ön alıcı bir tutum içinde olmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu çabalar devam etmelidir.
Dolayısıyla ben de, Hükümetin, Güney Kafkasya'da, Orta Doğu coğrafyasında, Balkanlarda, Güney Asya'da ve uluslararası toplumu meşgul eden birçok önemli konuda karşılıklı güveni pekiştirmeyi ve diyalog yoluyla sorunlara çözüm bulmayı hedefleyen ikili ve çoktaraflı girişimlerine Cumhurbaşkanı olarak katkıda bulunmaya devam edeceğim.
Gerek insani gerek kalkınma yardımları bağlamındaki donör ülke konumumuzu pekiştirmemiz, ayrıca Afrika, Latin Amerika, Asya ve Karayip coğrafyalarındaki ülkelerle ilişkilerimizi sürekli geliştirmemiz bölgesel ve küresel ağırlığımıza mütenasip yaklaşımlar olacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Emniyet Teşkilatımıza bağlı birliklerin uluslararası barışı koruma operasyonlarında aldıkları görevler, dünyada övgüyle karşılanmakta ve uluslararası barışa seçkin bir katkımızı teşkil etmektedir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilmesi halinde Türkiye, bütün bu olumlu katkılarını daha etkin biçimde sürdürebilecektir.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Çağımızın illetlerinin başında gelen terörle kararlılıkla mücadele önceliklerimizden biri olmaya devam etmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri ve güvenlik güçlerimizin bu uğurda kahramanca verdikleri mücadele her türlü takdirin üzerindedir.
Bu vesileyle, terörle mücadele sırasında hayatını kaybetmiş olan tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyor, gazilerimizi şükranla anıyorum.
Terörle mücadele konusunda kararlılık esastır. Ancak demokrasiye inanç ve bağlılık, topyekun bir sosyo-ekonomik kalkınma anlayışı terörü besleyen kaynakları ve terörün zeminini büyük ölçüde zayıflatacaktır. Bu suretle sağlanacak başarı, herkese şiddetle ve terörle bir yere varılamayacağını en iyi şekilde anlatacaktır. Bizim için esas olan toplumsal barışın sürekli kılınması ve bütün vatandaşlarımızın devletine aidiyet duygusunun pekiştirilmesidir..
Terörle mücadelede uluslararası işbirliği ahlaki ve hukuki bir yükümlülük haline gelmiştir. Bu çerçevede Amerika Birleşik Devletleri ile birbirimize sağladığımız yararlar bazı Avrupa ülkelerinin terör örgütüne karşı almaya başladığı tedbirler bu alandaki olumlu gelişmelerdir.
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Türkiye, büyük ve güçlü bir ülkedir.
Tarihi ve kültürel geçmişimiz, jeo-stratejik ve jeo-politik konumumuz, demografik ve sosyal özelliklerimiz ile ekonomik dinamizmimizin önemi, bütün saygın gözlemciler tarafından teslim edilmektedir.
Tüm bu artılarımızın bizi arzu ettiğimiz daha üst noktalara taşıması için almamız gereken çok mesafe, çabalarımızı yoğunlaştırmamız gereken çok alan bulunmaktadır.
Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılına doğru ilerlerken, yeniden şekillenen bir dünyada, barış, istikrar ve refah unsuru ülkeler arasında yıldızı parlayan bir Türkiye, ortak hedefimiz olmalıdır.
Tali tartışmaları ve konuları aşarak, yüksek hedefler şemsiyesi altında birleşmek mecburiyetindeyiz. Geçmişin kısır çekişme ve tartışmalarının ülkemize maliyeti ağır olmuştur.
Özgüven, karşılıklı güven ve demokratik tolerans içinde, 21. yüzyılın meydan okumalarına hep birlikte güçlü bir karşılık vermeliyiz.
Bu duygu ve düşüncelerle, milli irademizin tecelligahı ve demokratik düzenimizin kalbi konumunda olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Yeni Yasama Yılının en üst düzeyde başarıyla geçmesini temenni eder, hepinizi saygıyla selamlarım.