"Değerli katılımcılar,
Türk iş aleminin seçkin temsilcileri,
Hepinizi sevgi ile selamlıyorum. Bugün TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı vesilesiyle bir aradayız. Bu toplantının çok önemli bir dönem içerisinde gerçekleştirildiğini görüyorum. Küresel ekonominin tarihi bir süreçten geçtiği, çok büyük çalkantıların herkesi sarstığı bir dönemde böyle bir toplantının Ankara'da yapılıyor olması, ayrıca hem mekân açısından hem zaman açısından çok iyi bir şekilde tesadüf etti. Ümit ediyorum ki burada yapılacak bütün tartışmalar toplantılar ve istişarelerin neticesinde güzel fikirler ortaya çıkacaktır ve bu güzel fikirlerden herkes de muhakkak faydalanacaktır.
TÜSİAD'a bir kez daha teşekkür ediyorum, sadece ekonomi ile ilgili kendilerini ilgilendiren sorunlarla değil, Türkiye'nin bütün meseleleri ile ilgili konulara yakın alaka gösterdikleri, zaman harcadıkları, kaynak ayırdıkları için takdirlerimi sunuyorum.
Değerli Konuklar,
Hepinizin bildiği gibi son üç-dört aydır bütün dünyanın tartıştığı konu küresel ekonomideki büyük çalkantılar, büyük bunalım. 1929'dan bu yana en büyük ekonomik bunalımla ile karşı karşıya kaldığımızı, 80 yılın içerisinde, en büyük ekonomik olayla, en büyük finansal krizle karşı karşıya kaldığımızı söylemek bile bugün dünyanın içinde yaşadığı durumun ne olduğunu en iyi şekilde göstermektedir. ABD ve Avrupa Birliği'nin finans merkezlerinde başlayan krizin, küreselleşme süreci içerisinde bulunan bütün dünyayı nasıl etkilediğini de, dünyanın her köşesi şahit olmaktadır. Bu kürenin içinde olan herkes, tabii ki bundan nasibini almaktadır.
Ümit ediyoruz ki bu süre çok uzun sürmez. Yapılan araştırmalara, en son ABD'de ilân edilen rakamlara baktığımızda, bunun 18-20 ay gibi süreceği ve 2009 yılının sonunda ancak iyimserliğin başlayacağı da açık bir şekilde gözükmektedir. Dolayısıyla bütün dünya ülkelerinin önceliği, birinci meselesi ekonomi olmuştur, "Bu finansal krizin yarattığı etkilerden nasıl kurtuluruz" bunu tartışmaya başlamışlardır. Geçenlerde Washington'da Türkiye'nin de katıldığı G 20 toplantısı, AB'nin kendi içerisinde yaptığı bütün toplantılar dikkatleri bu noktaya çekmektedir. Yaşanmakta olan krizin en önemli sebeplerinden birisi, küresel makro ekonomik dengesizliklerin oluşturduğu aşırı kredi genişlemesi ve buna eşlik eden özellikle de gelişmiş ülkelerdeki finans sektörünün yeteri kadar denetlenmemesi olduğu ortaya çıktı. Bu ekonomik tartışmalar birlikte birçok ideolojik tartışmaları da dünya gündemine getirdi; Her şey ne kadar serbest bırakılmalı, ne kadar kontrol edilmeli, ne kadar takip edilmeli. Bunların altında aslında çok derin ideolojik, felsefi, ekonomik, teorik tartışmalar da bir taraftan gayet ciddi bir şekilde yapılıyor.
Tabii likidite bolluğu altında kredi vermeme, karmaşık finans, ürün geliştirme yarışına giren gelişmiş ülkeler, "her şey çok iyi gidiyor, çok büyük karlar ediyoruz" derken birden bire verdikleri kredilerin geri dönmediğini görünce de ani bir şekilde bütün kredi musluklarını kestiler ve bu bütün iş dünyasını, herkesi yakından ilgilendirdi. Bunun neticesinde hem gelişen hem gelişmiş ülkelerde, hem yeni ortaya çıkan ekonomilerde gördüğümüz ilk şey; kredi muslukları kesilince yatırımların kısılması, tüketimin kısılması, istihdamda karşılaşan büyük problemler ve neticede varlık fiyatlarında, emtia fiyatlarında inanılmaz düşüşlerle karşı karşıya kalınması…
Şimdi 80 yılda karşı karşıya kalınan en büyük kriz denirken, bu her şeyi anlatıyor ama belki birkaç rakam tekrar hepimizin tartıştığı ama burada seslendirecek olursam küresel sermaye piyasalarında 25 trilyon dolarlık bir kaybın olduğunu. Bundan birkaç ay önce petrolün 150 dolar iken, nereye çıkacak 200, 250 mi tartışılırken, birden bire 40 dolarlara, şimdi 20 dolara düşecek tartışmalarının yapıldığı bir ortamda tabii ki belirsizlik, nereye gidiliyor, nasıl hesap yapılabilir, nasıl plan, nasıl fizibilite çıkartılabilir. Bunlar çok büyük tabii zorluklar olarak karşımıza çıkmış vaziyettedir.
Geçenlerde ziyaretime gelen OECD Genel Sekreteri, Meksika eski Dışişleri Bakanı dostum Gurria, bana 2008 yılının son çeyreğinde hazırladıkları 4-5 tane dokümanı, çalışmayı verirken birisiyle ilgili dedi ki, en kapsamlısıydı "Bu şimdiden de passe" oldu dedi. Çünkü uzun süre içerisinde bütün uzmanlarını çalıştırarak hazırladıkları göstergeler, fiyatlar, tahminler her şeyin basıldığı yayınlanan kitap, yayınlandığı gün birden bire hiçbir işe yaramaz hale geldi. Böyle bir ortam içerisindeyiz.
Tabii son yıllarda bu bütün dünyayı ilgilendiren, ama özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde, Avrupa Birliği'nde başlayan bu olayın yüksek büyüme performansı gösteren Türkiye gibi ve bize benzeyen ülkeleri etkilememesi, bizim tamamen bunun dışında kalacağımızı düşünmek tabii ki mantıklı olamaz çünkü bir taraftan öyle büyük bir dalga var ki, siz de dışa açılmışsınız, dünya ekonomisi ile birleşmişsiniz, geminiz bu denizin içerisinde, bu körfezde yerini almış. Ta uzaklardan gelen büyük dalgalar denizi dalgalandırırken tabii ki Türkiye gemisini de dalgalandırmaya başlamıştır. Burada önemli olan Türkiye gemisi sağlam mı, değil mi? Veya bu gemi sallanırken masalar, ranzalar, tabaklar dökülmesin diye hangi tedbirlerin alındığı ve nasıl herkesin birbirine sıkı bir şekilde kenetlenmesi olduğu kanaatindeyim. Yoksa dünyanın içerisinde yaşayan herkesin muhakkak ki bundan nasibi aldığı gibi Türkiye de nasibini alacaktır.
Böyle bir olağanüstü durumda yapılması gereken nelerdir diye baktığımızda, ki uzun süredir gerek dışarıda yapılan konuşmaları, sunulan tebliğleri, önemli makaleleri, gerek içerideki tartışmaları dikkatli bir şekilde takip ediyorum, okuyorum. Gördüğüm iki şey vardı; biri uluslararası boyutta büyük bir dayanışma ve işbirliği, ikincisi de kendi içimizde ulusal dayanışma ve işbirliğidir. Hiçbir ülke uluslararası dayanışmanın içine girmeden bu işten çıkamaz. Ama hiçbir ülkede dışarıdan gelsinler beni kurtarsınlar anlayışı içerisinde de olamaz. Dolayısıyla bu çerçeve içerisinde uluslararası dayanışmaya önem veriyorum. Çünkü problem uluslararası bir problem. Çünkü herkes birbirine entegre olmuş, birbirine bağlanmış vaziyette.
New York'taki, Londra'daki bir finans kurumunun başındaki "Ne yaparsam yapayım, zarar edersem ben zarar ediyorum." diyemez artık. Onun zararı ta miller ötedeki, Türkiye'deki bir şirketi de etkiliyor, Türkiye'deki köyü de etkiliyor. Herkesi etkiliyor. O açıdan büyük bir uluslararası dayanışmanın gerekliliğini zaten dünya, herkes de hissetmiş vaziyette. G-20 Zirvesi bu çerçeve içerisinde yapılmıştır ve herkes pozisyonunu söylemiştir ve bu pozisyon çerçevesi içerisinde de aslında kuvvetli işbirliği davranışları da ortaya çıkmıştır. Avrupa Birliği'nin kendi içerisinde üst üste yaptığı toplantılar, üst üste açıkladıkları paketler, politikalar bunun örneğidir.
Şimdi burada kendi içimizdeki dayanışmaya gelmek istiyorum ki, buna çok daha fazla önem veriyorum. Açık söylemek isterim size, burada icraatın başındaki, kurumların başındaki hükümet, iş dünyası, sendikalar… Eğer herkes büyük bir dayanışma içine girmezse, eğer herkes büyük bir işbirliği ve ortak önceliklerimizi ortaya çıkartacak bir davranış içerisine girmezse, onu bunu suçlayıcı şeylerden kurtulup, "Gün hep beraber, elbirliği içerisinde hareket etme günüdür." demezse, o zaman hep beraber kaybederiz, bunu açıkça söylemek istiyorum. Böyle dönemlerde hiç kimsenin de bencil davranmaya hakkı yoktur. Çünkü nasıl o dalga istesek de istemesek de herkesi sarsıyorsa, bu geminin içinde olan herkes de sarsılacaktır. Onun için yapılması gereken şey, büyük bir işbirliğinin, büyük bir dayanışmanın ve hep beraber büyük bir özverinin ortaya konulmasından geçmektedir.
Burada muhakkak ki en iyi koordinasyonun, işbirliğinin gerektiğinde kapıların arkasında, odaların içerisinde, basının görmediği yerlerde veya yeri geldiğinde bugün olduğu gibi topluma açık şekilde, bu beraberliğin, bu dayanışmanın ve bu işbirliğinin muhakkak gösterilmesi gerekir. Yoksa biz bu dönemden belki en az zarar görmesi gereken ülkelerden biri olmamıza rağmen daha çok zarar görerek ve daha çok tahribat alarak çıkarız kanaatindeyim. O açıdan buna çok önem veriyorum ve bu noktada herkesle yaptığım görüşmelerde bunun altını özellikle çiziyorum.
Daha çok temas, daha çok görüşme ve daha çok diyalog. Bunu açıkça hepinize öneriyorum burada. Zorluklara katlanmamızın ve ortak çıkarlarımızı öne çıkarmamızın böyle bir dönemde çok önemli olduğunun altını bir kez daha çizmek istiyorum. Tabii bu çerçeve içerisinde bir taraftan uluslararası boyuttaki işbirliğine katılma ve diğer taraftan da içeride tedbirlerin alınması, bunların en iyi şekilde sunulması, iş dünyası, sendikalar, çalışanlar… Herkesle istişare içerisinde yapılmasının da çok elzem olduğuna inanıyorum.
IMF ile görüşmelerin başlayacak olmasından da memnuniyet duyuyorum. Aslında şunu açık söyleyeyim, Türkiye'nin borç ödemede bir sorunu olacağı kanaatinde değilim. Bunun kısa ve orta vadedeki bazı dış finansal konularda belirsizlikleri gidermesi açısından çok büyük katkısı olacağına inanıyorum. Burada tabii, psikolojiyi idare etmenin de yine çok önemli olduğu düşüncesindeyim. Muhakkak ki bir taraftan gerekli tedbirlerin alınması ve bunların en süratli ve en doğru şekilde uygulanması şart, ama diğer taraftan da bir panik havasının da asla yayılmaması gerekir. Bütün halkın, milletin psikolojisinin bozulmasının çok açık neticesi şu olacaktır. Tüketimler, harcamalar hemen kısılacaktır, onlar kısıldığında en çok etkilenenler sizler olacaksınız, üretenler olacaktır. Ondan sonra hemen çalışanlar, sendikalar, işçiler olacaktır. Üretimin olmadığı yerde daha ne kadar uzun süre insanlar istihdam etmeye devam edebilirsiniz. O açıdan, birbirini tetikleyecek davranışlar içerisine kesinlikle girilmemek gerektiğine inanıyorum.
Türkiye birçok ülkelere göre bu krizi daha iyi ortamda yakalamıştır. Bu da bir gerçektir. Bunu herkes söylüyor. Ama bunu söyleyerek eğer bir şey yapmazsak, o zaman bunlar bir işe yaramaz. Demin söylediğim gibi gemimiz sağlam ama dalgalar geminin içindeki her şeyi dökerse, tabaklar masalar kırılırsa; o zaman gemi istediği kadar sağlam olsun. Onun için geminin içinde sarsıntının vereceği zararı giderici tedbirleri muhakkak almak lazım. Tabii ki hepimizi onurlandıran ve dışarıda içeride gururlandıran şey; geçen son yıllarda kamu maliyesinde sağlanan disiplin, bankacılık reformu, özelleştirmedeki başarılı gelişmeler, temel sektörlerin rekabete açılmış olması, dalgalı kur politikası ve özellikle de AB müzakere sürecinin başlamış olmasını bütün bir paket olarak düşünürsek; bunlar aslında gemiyi sağlamlaştıran şeylerdir. Şimdi arabamız dağlık yollardan geçtiğine göre; kemerimizi çok daha sıkı bağlamamız, direksiyona çok daha fazla hakim olmamız gerekmektedir. Çünkü, zor dönemlerden geçiyoruz.
Bu tip sıkıntılı dönemlerde, bazen avantajlar da ortaya çıkıyor. Emtia fiyatlarının düşmesi, petrol fiyatlarının düşmesi muhakkak ki Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri olan cari açığa müspet yönde etki edecektir. İhracatımız belki yine düşme tehlikesiyle karşı karşıyadır ama burada sevindirici olan şeylerden birisi sadece AB'ye yönelmeyen bir Türkiye var, ihracat, mal satımı açısından. Hem sattığı malları çeşitlendirmiş, hem de pazarlarını çeşitlendirmiş. Başta komşuları olmak üzere yeni pazarlar ortaya çıkartmış bir ülkenin de avantajları olduğu kanaatındayım. Dolayısıyla, bu dinamik, süreci iyi idare edebilirsek hep beraber, b.u süreçten ilk çıkan ülkelerden biri olacağımıza inanıyorum. Tecrübemiz, genç nüfusumuz, dinamik bir çalışma yapımız, işverenlerimizin engin tecrübesi ve başarıları bütün bunları bir araya getirdiğimizde bu süreçte en önde çıkacak ülkelerden biri olabiliriz. Sonuç olarak, bu konuyla ilgili olarak şunu söylemek istiyorum, bir kez daha söylemek istiyorum: Hiçbir şey yokmuş gibi davranamayız. Ama büyük bir panik içerisinde de asla olamayız. Gerekenleri zamanında hep beraber işbirliği içerisinde yapmamız gerekir. Güzel şeylerin yapıldığını da görüyorum doğrusu. Bunlar gerek sizinle yapılan istişarelerin neticesinde olabilir, gerek hükümetin kendi Merkez Bankasının tabii ki takip ettikleri sonuçlar neticesinde aldıkları kararlar olabilir. Bunları da takdir etmek gerekir. Ama esas söylemek istediğim şey: Böyle bir dönemde, hep beraber mücadele vermektir. Hep beraber mücadele vermeyip de kendi çıkarlarımızı düşündüğümüz anda hep beraber kaybedeceğimizi korkarım ama bunun olmayacağına da inanıyorum. Çünkü, Türkiye yeteri kadar tecrübe görmüş bir ülkedir. Daha bundan yedi sekiz sene önce milli gelirinin yüzde 25'e yakınını bu denemelerin neticesinde harcamış bir ülkedir. 2001 yılındaki krizde milli gelirimizin yüzde 25'i gitti. İkiyüz milyar GSMH'nın yüzde 25'i elli milyar dolara yakın para boşa gitmiştir Türkiye'de. Şimdi bu kadar tecrübeyi görmüş bir ülke eğer aynı hataları tekrar yapacaksa, o zaman bizi hiç kimse affetmez. Onun için ben, ümitliyim gelecekten. Geleceğin daha iyi olacağı kanaaatindeyim. Yeter ki hep beraber elbirliği içerisinde çalışmaya devam edelim.
Değerli Katılımcılar,
TÜSİAD, başında da söylediğim gibi, sadece ekonomiyle, kendi çıkarlarıyla ilgili bir kuruluş olmanın ötesinde yaptığı çalışmalarla Türkiye'nin demokratikleşmesi, Türkiye'nin daha modernleşmesi, AB süreciyle ilgili de gerçekten çok takdir edici çalışmaları yapan bir kurum. Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakeresine başlama, müzakere süreci içindeki katkılarınızı yakından bilen bir kişiyim ben. Bundan dolayı tekrar takdir ve tebriklerimi sizlere sunmak isterim.
Bu vesileyle bu konuyla ilgili de size görüşlerimi aktarıp sözlerimi bitirmek istiyorum. Müzakerelere başlamak tabii kolay olmamıştır. Müzakerelere üstelik Avrupa'nın en elverişsiz ortamında başladık. Avrupa'nın Türkiye'yi içine almak için çok da arzulu olduğu hatta Türkiye'yi iple çektiği dönemleri hatırlarsanız o dönemlerde kendi ev ödevimizi yapamadığımız için, kendi evimizin içini hazırlayamadığımız için o fırsatları kaçırdık. Bizim müzakerelere başlamamız aslında kaçıp giden trene büyük bir hamle yaparak atlamaktır. Önce bunu herkesin bilmesi gerekir. Daha sonra şunu söylemek isterim; bu aslında Türkiye'nin transformasyonu, değişimi, yenileşmesi sürecidir. Büyük Atatürk'ün muasır medeniyet seviyelerinin üstüne çıkma dediği şey nedir? Onu yakalamış ülkelerin standartlarının her alanda Türkiye'de de geçerli olması demektir. Bu Avrupa Birliği ile olur başka türlü olur, farklı farklı da olabilir. Ama şu bir gerçek ki bugün küçük şirketlerin, marketlerin birleşip büyük şirketler kurarak avantajlarından faydalandığı bir dönemde ülkeler de biraya gelerek işte bu büyük birlikleri kuruyor. Türkiye'nin konumu da bunu gösterdiği için Avrupa Birliği ile bütünleşme istikameti ta 1960'lardan beri bir devlet politikası olmuştur. Dolayısıyla bu politikanın güçlü bir şekilde devam etmesi Avrupalı'dan çok Türkiye'nin, Türk insanının işine yaramaktadır. Türkiye'nin yenileşmesi dediğimiz, Türkiye'nin Avrupa standartlarını yakalaması dediğimiz şey, demokraside, hukukta, insan hakları standartlarında, ekonomide, çevre konularında, sağlık konusunda, rekabette, tüketicinin korunmasında, enerji sektöründe, bütün bu standartların Türkiye'de olması Avrupalı'nın çıkarına mı, Türk halkının çıkarına mı? Bunu açıkça görmek lazım. Onun için zaman zaman bu konudaki eleştirileri doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum. Onun için ben gerek TBMM'de yaptığım konuşmalarımda gerek kamuoyuna yaptığım konuşmalarda hep söylediğim şey şu, bizim bu fasılları kendi irademizle açıp kapatabilmeyi gerçekleştirmemiz lazım. Resmi açılışlar beş dakikalık iştir, ben birkaç faslı açtım kapattım beş dakikalık iştir. Bırakın Avrupa Birliği zaman zaman çok küçük düşünsün, bırakın Avrupa Birliği zaman zaman kendi ilkeleriyle çelişsin, tezata düşsün hatta bırakın zaman zaman Avrupa Birliği kendi büyük stratejik çıkarlarını küçük ayak oyunlarına heba etsin, onlara esir etsin. Bu onların kredibilitesini sarsar, bu onların inandırıcılığını, itibarını sarsar açıkçası. Bunun örneklerini de çok görüyoruz. Onun için biz kendi işimize bakalım. Kendi yapmamız gerekenler de bellidir. Bunun yol haritası da çıkmıştır. Neler yapacak Türkiye o muasır medeniyetlerin üstüne çıkacak, o seviyeye gelecektir. Şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nda bildiğim kadarıyla 30'a yakın kanun vardır. Genel Kurul seviyesine gelmiştir, komisyonlardan geçmiştir. Ümit ederim ki bu bütçe görüşmelerinden sonra partilerüstü bir anlayışla bütün bunlar ele alınır ve süratle bunlar geçer. Şimdi size bir misal vereyim, Ticaret Kanunu, 50 sene önceki Ticaret Kanunu'yla bugünkü modern ekonomiyi, bugünkü modern ticareti en iyi şekilde yönetmek mümkün mü? Mümkün değil. Elektronik ticaret, elektronik imzalar, bankalardaki inanılmaz yeni işlemler, şirketlerdeki inanılmaz yeni işlemler bütün bunları biz 50 seni önceki Ticaret Hukuku ile yapıyoruz. Bu Ticaret Hukuku'nu Avrupa Birliği müktesebatında geçirmek kabul ettirmek Avrupalının mı işine yarayacak yoksa Türk şirketlerinin, Türk işadamlarının önünü mü açmaktadır? Bu ayrımı yaptığımız süre içerisinde ben her şeyin çok daha hızlanacağı kanaatindeyim. Bu açıdan Cumhurbaşkanı olarak gerek hükümet icra, gerek yasamayı yapan Meclis ve oradaki bütün partilerle yaptığım toplantılarda da bu konulara hepsinin dikkatini çektim ve hepsinden de büyük bir anlayış gördüm. Ben inanıyorum ki, bütçe görüşmeleri bittikten sonra bu konuda büyük bir hızlanma olacaktır. Yapılacak işler bellidir bu süre içerisinde. Birincisi reform sürecini devam ettirmek ve unutmayın ki, biz müzakerelere başlarken Kopenhag Kriterleri'nin tamamını gerçekleştirdiğimiz için başlamadık. Hala bizim demokratikleşme yönünde yapacaklarımız vardır. İkincisi, Avrupa Birliği standartlarını, müktesebatını Türkiye'ye adapte etmek, onları Türkiye'de geçerli kılmak. Üçüncüsü de tabiî halklar arasındaki yakınlaşmayı sağlamak, bunun iletişimini en iyi şekilde yapmak. Bütçeden sonra bütün bu konularda ben yeni bir dönemin başlayacağına inanıyorum. Bu yönde gerek hükümetle, gerek Sayın Başbakanla, gerek diğer siyasi parti genel başkanlarıyla yaptığım görüşmelerde, gerek Sayın Meclis Başkanıyla yaptığım görüşmelerde böyle bir atmosferin, böyle bir ortak anlayışın ortaya çıktığını da sizlere söyleyebilirim.
Bir kez daha sizlerle birlikte olmaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek istiyorum. Cumhurbaşkanlığı dönemim içerisinde daima iş dünyasına önem verdim. Gerek gezilerimde olsun, gerek toplantılarımda olsun. Çünkü sizin başarılarınız Türkiye'nin başarısıdır. Gittiğim ülkelerde büyük Türk firmalarının yaptığı büyük projeleri gördüğümde, onlarla ilgili konuşmalar yaptığımda daima gurur duymuşumdur. O zaman bunlar ancak çok büyük ülkelerin gurur duyacağı şeylerdir. Gittiğiniz başka bir ülkenin çok büyük bir tesisinin, çok büyük bir alt yapı tesisinin, çok büyük bir ticaret, sanayi kuruluşunun sahibinin Türkler olduğunu görmek, işte o Türkiye'yi büyük yapan ve Türkiye'yi hepimizin gururlandıran şeydir. Bunun da öncüleri, sahipleri sizlersiniz. O bakımdan sizlerin başarıları Türkiye'nin başarısıdır. Buna inanıyorum ve bu doğrultuda daima sizleri teşvik etmek, sizlerin yanında, başarılarınıza yeni başarılar katmaya yardımcı olmayı da açıkçası görevimin parçalarından biri olarak görüyorum. Tekrar hepinize sevgiler sunuyorum ve toplantının başarılı geçmesini temenni ediyorum."