Değerli Misafirler,
Bayındırlık ve İskan Bakanlığımızca düzenlenen Kentleşme Şurası'na katılmaktan ve sizlerle beraber olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Sözlerime başlamadan önce Sayın Bakana başarılar diliyorum, emeği geçen herkese de teşekkür ediyorum.
Bugün doğrusu bu toplantıya katılmayı özellikle istedim. Şunun için istedim ki: Kentleşme, kentler, şehirler aslında büyük vizyon istiyor ve bu çok önemli bir mesele. Bu konuyla ilgili düşüncelerimi, fikirlerimi sizlerle paylaşmak istedim. Ve inanıyorum ki, bu toplantıda tartışılacak konular, Türkiye'nin şehirlerinin daha güzelleşmesine, daha iyi bir şekilde gelişmesine katkı sağlayacaktır.
Değerli Katılımcılar,
Uzun zaman sürecinde kolektif emek ve katılımın ürünü olarak meydana gelen şehirler, kasaba ve köylere göre daha fazla nüfusun yaşadığı kalabalık yerleşim birimleridir. Sayısız faaliyetin yürütüldüğü ve sınırsız ihtiyaçların karşılandığı şehirlerde, ekonomik faaliyetler ağırlıklı olarak ticaret, sanayi ve hizmet sektörlerinden oluşmaktadır. Bu hepimizin malumudur. İnsanları yönetme ve toplumsal düzeni sağlama düşüncesi şehirde doğmuştur. Şehirlerde kamu otoritesi daha güçlüdür. Bu otoritenin hukuka dayalı düzenlemeleriyle eğitim seviyesi yükselir, insanların bilgi ve becerisi gelişir, mal ve hizmetler çoğalır ve daha kaliteli hale gelirler.
Bu nedenle tarihin en köklü ve uzun ömürlü kültür ve medeniyetleri, daima şehirlerde doğmuştur. Tüm medeniyetlerde şehirleşme; ticaret, imalat ve eğitimi örgütleyen yönetimlerin öncülüğünde devam etmiştir.
Kıymetli Misafirler,
Şehirler sürekli olan değişen canlı mekânlardır. Toplumsal hayat ve ihtiyaçlar değiştikçe, şehirlerin fizikî yapısı da değişir. Şehirleri zaman aşındırır. İstilacılar yakar, yıkar, harabeye çevirir. Tüm bu tahribata karşı direnen, kendini onaran ve değişme ihtiyacını karşılayacak biçimde yenilenen şehirler de ayakta durmayı becerirler.
Şehirler her dönemde değişmiştir. Ancak en köklü değişim, sanayileşmeyle meydana gelmiştir. Gelişmiş Batı ülkelerinde tarımsal üretimde makinenin kullanılmaya başlamasıyla boşta kalan topraksız köylüler, geçinecekleri bir iş bulma umuduyla kitleler halinde sanayi kentlerine göç etmişlerdir. Artan üretim kapasitesinin ve kırsal alandan gelen nüfusun baskısıyla demiryolları yapılmış, limanlar genişletilmiş ve şehirlerin bütün altyapısı yavaş yavaş hep oluşturulmuştur ve bu şehirlerin etrafında da tabii sanayiler yerleşmeye başlamıştır. Hızlı göçün baskısı altına giren erken dönem sanayi şehirlerinde kentsel ihtiyaçların karşılanmasında büyük sıkıntılar yaşanmıştır. Ancak sanayileşme hızı, artan nüfusa iş temin edecek seviyeye gelince sorunların çözümü de kolaylaşmıştır.
Bunları şunun için söylüyorum: Dünyanın her tarafında olan şeyler, nihayette bizim ülkemizde de olmaya başlamıştır ama, biraz geç başlamıştır. Ülkemizde hızlı göçün baskısı altındaki şehirlerimizde, artan nüfus için gerekli yatırımları yapmaya yeterli kaynak maalesef vaktinde bulunamamıştır. Şehirlerde sanayileşme ve ekonomik büyüme hızı, nüfus artış hızından düşük olduğundan, şehre yeni gelenlerin çoğu geçici işlerde veya seyyar satıcılık gibi -etrafta gördüğümüz- kendilerine meşgaleler çıkartarak, şehirlerde kendilerine yer bulmaya çalışmıştır.
Sanayileşme ve ekonomik büyüme hızını aşan şehirleşmenin doğurduğu işsizlik, konut ve altyapı yetersizliği, ülkemizde gecekondulaşma ve çarpık şehirleşmenin temel kaynağını da oluşturmuştur. Şehre gelen nüfusu besleyecek iş, barınacak konut sağlanamayınca, ya eski şehir dokuları yıkılıp yok edilmiş ya da tamamen sağlıksız ve kalitesiz yapılardan meydana gecekondular oluşmuştur. Bir de arsa üretmedeki yetersizliğimiz dikkate alındığında, gelen insanlar ya devletin arazilerini veyahut da vakıf arazilerini işgal edip oturmaktan başka bir alternatif de bulamamışlardır. Dolayısıyla şehrin çevresindeki kamu mülkleri yağmalanmış, taşkın dereler, dağlar, tepeler, vadiler; imarsız ve altyapısız konutlarla dolmuştur. Bu karmaşa, şehirlerin fizikî dokularıyla beraber sosyal ve kültürel yapılarını da değiştirmiştir. Yüzyılların birikimini yansıtan klasik şehir kültürü bozulmuş, fakat sanayi toplumunun gereği olan yeni bir şehir kültürü de maalesef oluşturulamamıştır.
Geleneksel şehirlerin uzun tarihî geçmişlerinden süzülüp gelen zengin kültürlerinin varlığı bir gerçektir. Şehrin meydanları, anıtları, şehrin sivil ve resmî yapılarıyla; halkın beslenme, eğlenme usulleri, bu kültürün izlerini taşır. Şüphesiz ki şehir, her şeyden önce fizik kanunlarına uygun olarak yapılan cadde, meydan, park, bahçe, konut, okul, fabrika gibi maddi yapılardan meydana gelmektedir. Ancak tüm maddi yapılar, insan emeğinin ürünüdür ve insana hizmet eder. Şehrin hayatında sosyokültürel faktörler, fizik kanunları kadar önemlidir. Her şehrin kendi öz kimliğini yansıtan bir yerel kültürü de vardır. Mardin'den Urfa'ya, Muğla'dan Kayseri'ye kadar her şehrin kendine öz bir kimliği, bir kültürü de bu şekilde oluşmuştur.
Değerli Misafirler,
Bu kültürden ve çevreden kopuk, onu hesaba katmadan meydana getirilen maddi yapılar, şehrin kimliğine de katkı sağlamamaktadır. Şehirlerin, kentlerin farklı dönemlerde yapılan değişik üslup ve karakterlerini yansıtan, fizikî yapısının zaman içinde genel kanaate dönüşen bir algılama biçimi ve kimliği vardır. Şehirlerin kimliği, kısa dönemde ve kolayca oluşmadığı gibi; ayrıntıya yönelik düzenlemeler de kolay kolay değişmez. Şehirlerde her şey çevresiyle ve kendisini doğuran olaylar zinciriyle de tabii ilintili olarak gelişmektedir. Bu nedenle kent kimliğinin oluşmasında tarihî yapıların ve bu yapıların geçmişten günümüze taşıdığı hatıraların önemi çok büyüktür. Aynı şekilde bulvarların, kalelerin. Unutmayın ki bir bulvar oluşurken en az 50-100 sene geçmektedir. Şehrin oluşumu, destanı, bütün tarihi; bu bulvarlar etrafında, kaleler etrafında hep oluşmaktadır. Dolayısıyla bütün bunlar bir kez bozulunca, onun yerine de iyisini ikame edemezseniz, o zaman ortaya gerçekten çok rahatsız edici bir unsur çıkmaktadır.
Uzun geçmişi olan şehirlerin en önemli kültürel zenginliği, tarihî yapılarıdır. Benzer malzemeler kullanılarak benzer mekânların oluşturulduğu modern şehirlerde, tarihî yapılar en önemli kimlik ve imaj unsurudur. Bu nedenle şehirdeki eski eserlerin korunması, yeni yapıların da bunlara uyumlu karakter ve ölçekte olması, çok önemli bir şarttır. Modern şehirlerde bu yapılar arka plana itilirse; geride trafik karmaşası, kalabalık insan görüntüsü, çevre kirliliği, tabiatla insanın arasını açan, ruh sağlığını bozucu beton ve demir yığınlarından başka bir şey kalmamaktadır.
Tarihî yapıları aslına sadık kalınarak korumanın çok pahalı ve zor bir iş olduğu, bilinen bir gerçektir. Ancak eski yapılar hem mümkün olduğunca asliyetini korur, hem de güncel bir hizmetin yürütülmesinde kullanılırsa, maliyet düşebilir. Unutmayalım ki; binalar da nefes alıp vermekte. Bunu en iyi sizler bilmektesiniz. Çünkü burada gördüğüm kişiler, hep bu işlerin uzmanları, değerli mühendisler, mimarlar, bu konularla ilgilenen değerli kültür adamlarıdır.
Binalar da insanlar gibi yaşamakta. Nefes aldıkça onlar da ayakta daha sağlam durabilmektedir. Dolayısıyla eski binaları bir şekilde kullanıma açtığımızda, onların bir taraftan ömrünü uzatmaktayız, bir taraftan onlardan faydalanmakta ve şehrin o zenginliğini, tarihini, kültürünü de en iyi şekilde yansıtabilmekteyiz.
Tarihî yapılarımızın korunmasında sıkıntılarımız olduğu kuşkusuzdur. Ancak Türk şehirciliğinin esas sorunu -ki değerli katılımcılar; esas bunları söylemek için doğrusu aranızdayım. Çünkü esas sorun -son 50-60 yıl içerisinde ortaya çıktığı kanaatindeyim- tarihî yapılardan çok, yeni kurulan yerleşimlerdeki çarpık yapılaşmalardır. Anadolu'nun 4 bin yıllık zengin yapı kültüründen, modern inşaat bilgi ve teknolojisinden nasibini almayan bu çirkin yapılar, şehirlerimizde temizleme maliyeti yüksek olan çevre ve görüntü kirliliği oluşturmaktadır.
Büyük şehirlerimize baktığınızda; İstanbul'a bakın, Ankara'ya bakın, İzmir'e bakın; beğenmediğimiz yapılaşmalar, beğenmediğimiz yerleşim yerleri, bunların hepsi son 20-30-40 yılın ürünleridir. Bu yapılaşmaların hepsi yenidir. Ve bu şehirlerimizde, hepsinde, çok güzel tarih vardır, hepsinde çok güzel mimarî vardır, çok güzel taş binalar vardır. Sanki bunlardan bihabermiş gibi, sanki bunların önünden hiç geçmemiş gibi, sanki bunları hiç görmemiş gibi veyahut da modern bilginin, teknolojinin ürünlerinden hiç yani nasibimizi almamış gibi maalesef çok çirkin bir yapılaşma ortaya çıkmıştır. Şimdi, bunları temizlemenin getirdiği maliyeti düşürdüğümüzde, doğrusu nasıl büyük bir israf olduğu da ortaya çıkmaktadır. Onun için bir şey yapılırken muhakkak iyi yapılması gerekir. Bir şey yapılırken gerçekten kalıcı, örnek olması gerekebilir.
Şimdi "tarihî eserler" dediğimizde, bakıyorum bunların büyük bir kısmı aslında kamu eserleri. Yani köprüler, hastaneler, medreseler, saraylar, kütüphaneler, okullar; bunlar hep kamu binaları. Bir de bugün yaptığımız kamu binalarına bakın, son 30-40 sene içerisinde yaptığımız kamu binalarına bakın. Sağlamlığını bir yana bıraktık; şekil olarak, görüntü olarak, kullanım olarak doğayla, insanla barışıklık açısından baktığımızda, doğrusu çok övünebileceğimiz bir manzaranın olmadığı da ortaya çıkmaktadır. Çoğu şehirlerimizde malzemeleri israf edilerek, planlı arsalar üzerinde bile mimarî niteliklerden yoksun, çirkin ve kalitesiz binalar yapılmaktadır. Birbirinin içine bakan; havasını, güneşini, rüzgârını ve görüntüsünü kesen; yaşlıları, kadınları, engellileri, çocukları düşünmeyen evlerden oluşan semtler, büyük şehirlerimizin uzun dönemde oluşan imajını da maalesef bozmaktadır.
Şimdi nüfusumuzun yüzde 8'i engelli; bu bir gerçek. Yollarımıza baktığımızda, kaldırımlarımıza baktığımızda, kamu binalarımızın imkânlarına baktığımızda; bu konularda ne kadar ihmalkâr davrandığımız da yine maalesef ortaya çıkmaktadır. Ve birçok binalar -biraz önce söylediğim gibi- imarlı alanlarda yapılmaktadır. Artık imarsız alanlarda; vakıf, kamu alanlarında, arazilerinde bir gecede yapılanlardan vazgeçtik, imarlı alanlarda yapılanlardan bahsediyorum. Hatta çok büyük caddelerin, büyük bulvarların üzerinde yapılan binalardan bahsediyorum. O bakımdan bugün doğrusu buraya gelip, siz değerli uzmanların ve bu işten sorumlu siz değerli mühendislerimizin, mimarlarımızın, bütün kültür adamlarımızın, üniversite hocalarının ve tabii ki yönetici durumunda olan bakanlık mensuplarının; hepsinin dikkatini çekmek istedim.
Ülkemizdeki çarpık kentleşmenin ve kalitesiz yapılaşmanın neden olduğu tüm sorunları sıralayarak, toplantının başında da tabii herkesin canını da sıkmak istemiyorum. Ama bunları da sizlerle konuşmayı doğrusu bir görev gördüm ve önemli bir fırsat olarak da bu toplantıyı değerlendirdiğim için bunları söylüyorum. Ancak konunun önemi bakımından birkaç noktaya daha da temas etmek istiyorum. Yeni kurulan semtlerdeki villalar ve sahillerdeki ikincil konutlar; yalancı kubbeleri, fonksiyonsuz kemerleriyle başka dünyadan gelen sanki gök cisimleri gibi yabancı durmaktadır. Bodrum'a, Marmaris'e, Ege kıyılarına bakarsanız; bunların çok örneğini hepiniz göreceksiniz.
Eski sayfiye ve bağ evlerimiz ne kadar sıcak ve insana ne kadar yakınsa; bağı, bahçeyi, çiçeği, ağacı ve çimeni gölgesinde bırakan bu beton yığınları, bir o kadar insandan uzak ve çevreye yabancı durmaktadır.
Büyük şehirlerin önemli özelliklerinden biri de özel olarak düzenlenen meydanlardır. Meydanlar, üzerinde yapılaşma bulunmayan rastgele boşluklar da değildir, malumunuz olduğu üzere. Şehirlerin merkezî bölgelerinde bulunan meydanlar; müşterek buluşma, toplanma yerleridir. Genellikle şehrin kimliğini oluşturan temel yapılarla çevrili olan meydanlardaki topluma açık mekânlarda hemşehriler ve dışarıdan gelenler buluşur, görüşür, şehrin özgür havasını hep birlikte yaşarlar. Ne var ki; bugün şehirlerimizde meydanlar insandan tamamen arınmış durumdadır. Başkent Ankara'dan İstanbul'a kadar bakarsanız; Kızılay'dan Ulus'a, Taksim'den Beşiktaş'a; aklınıza gelen bütün meydanları şöyle gözden geçirirseniz, sadece trafik karmaşasından ve gürültüden başka maalesef bir şey kalmamıştır.
Değerli Konuklar,
Şehirlerdeki yoğun nüfus ve ağır trafik, her türlü dolaşımı tıkamakta; yollar, parklar, kaldırımlar, caddeler otopark olarak kullanılmaktadır. Şehir mekânlarının kullanımındaki bu hoyratlık ve saygı eksikliği -ki altını da çizerek söylüyorum; gerçekten bu aslında bir saygısızlık olmuş oluyor ve bir kişi arabasını istediği yere park ettiğinde, yolun kenarına veya başka bir yere, o da onun için sanki gayet normalmiş gibi oluyor- kalabalık şehir merkezlerini güvensiz ve korkulu mekânlar haline getirmektedir. Sosyal kontrolün zayıfladığı büyük şehirlerin geniş ve güzel kaldırımlarında emin adımlarla yürümek de gün geçtikçe artık zorlanmaktadır.
Fizikî altyapı eksikliğini tamamlama mücadelesi veren şehir yöneticilerimiz, daha düzenli ve kaliteli şehirler kuramazlarsa, ortaya çıkan sosyal altyapı eksikliğinin tamamlanması, tabii ki daha yüksek maliyetler alacaktır. Şehirlerimizde insan ile tabiat ve kültür arasında kopma noktasına gelen bu bağı yeniden kuracak sorumlular sadece kent yöneticileri, şehir plancıları ve mimarları da değildir. Şehirlerin geleceği, hemşehrilerinin kendi tarihsel ve toplumsal dinamikleri ile üretecekleri şehir kültürüne de bağlıdır.
Yöneticilerin gözden kaçırdığı, hatta gizlediği gerçeği bile ancak şehrin gerçek sahibi olan hemşehriler görebilirler ve şehirlerine sahip çıkabilirler. Yöneticiler, şehir plancıları ve mimarlar da hemşehrilerinin bu yöndeki duygu ve düşüncelerini dikkate alarak şehir sorunlarına yaklaşırlarsa, şehirle insan arasında kopan duygusal bağ da yeniden kurulabilir.
Değerli Konuklar,
Konuşmamı bitirmeden önce bir kez daha hepinize şunu hatırlatmak istiyorum: Mademki uzmanlar hep bir araya geldiniz, mademki günlerce çalışıldı, mademki yüzlerce, binlerce tebliğler sunuldu ve bütün bunlar değerlendirildi; o zaman bunların neticelerini hep beraber artık alma zamanı gelmiştir. Bununla ilgili yasal düzenlemeler gerekiyorsa, bunların süratli bir şekilde Meclis'ten geçmesi gerekir. Eğer bunlarla ilgili önemli kararlar alınacaksa bunların alınması gerekir.
Artık Türkiye ekonomik olarak da büyük, gücü olan, yeteri kadar uzmanları olan, yeteri kadar vizyona ve tecrübeye sahip değerli uzmanları olan bir ülkedir. Onun için bundan sonra bu olumsuzluklara el koymak gerekir. Burada alacağınız kararlarla bunları uygulamaya getireceğinizden eminim. Çünkü olumsuzluklar sürekli devam ederse bunlar bir birikim oluşturmakta ve bunları temizlemek de bir noktada imkânsız hale gelmektedir. Onun için hep beraber kentlerimize yeni bir şekil verirken, hoşumuza gitmeyen demin bahsettiğim çarpıklıkları temizlerken, yeni oluşan kentler veyahut da şehirlerimiz büyürken, gelişirken onların artık doğru istikamette gelişmesini sağlamak, ileride temizleyeceğimiz yeni maliyetler yüklememek de hepimizin görevidir.
Şunu da söylemek isterim ki: Bir arada insanca yaşayabilmek için şehirden, kentten başka da alternatif yoktur. Bazen köylere çekilmek, dağlara çekilmek, deniz kıyılarına çekilmek istenebilir. Bunlar geçicidir ama. Şehirde yaşamaktan başka bir çaremiz de yoktur. Onun için şehirlere hep beraber sahip çıkmamız gerekir.
Kentlerimize sahip çıkabilmek için de onun havasını, suyunu, yolunu, kaldırımını, binasını, tarihini hep beraber kendimizin de sahiplenmesi gerekir ve onun en iyi şekilde büyümesi ve gelişmesine de yön vermemiz gerekir.
Bu Şura'nın böyle bir bilinci oluşturacağına, böyle bir şuurlanmayı oluşturacağına eminim. Onun için emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Bu toplantıları organize eden Bakanlığı yine tebrik ediyorum ve hepinize de başarılar diliyorum.