Sayın Bakanlar,
Sayın Rektör,
Değerli Öğretim Üyeleri,
Değerli Öğrenciler,
Sözlerime başlamadan önce, hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Türk halkının ve Türk üniversite gençliğinin de muhabbetlerimi sunuyorum sizlere.
Bugün Halep'te, Halep Üniversitesi'nde sizlerle buluşmak ve sizlere hitap etmek, gerçekten benim için büyük bir kıvanç kaynağıdır. Bu üniversite, 50 yıl önce 1958'de kurulmuş ama 50 yıl içerisinde çok büyük bir üniversite haline gelmiş. Sadece Suriye'de değil, tüm bölgede önemini hissettiren, çok büyük bir bilim yuvası olmuştur. Ve bu üniversitenin değerli rektöründen öğrendiğim kadarıyla 100 bine yakın öğrencisinin bulunması, bilimin tüm dallarında; tıptan, edebiyattan, mühendislikten, güzel sanatlara kadar, tüm dallarda eğitim veriyor olması, gerçekten çok takdir edilecek, büyük bir alkışla karşılanacak ve örnek alınacak bir büyümedir. Bundan dolayı emeği geçen herkesi, bütün yöneticileri, bilim adamlarını, herkesi tebrik ediyorum. Bu tür çalışmaları sadece Suriye için değil, bütün dünya için, bütün insanlık için gösterilen bir faaliyet olarak görüyorum.
Değerli Bilim adamları,
Değerli öğrenciler,
Suriye'yi ben birçok kez ziyaret ettim. İlk defa 2003 yılında Başbakan olarak gelmiştim. Daha sonra Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak birkaç kez geldim. Bugün de Cumhurbaşkanı sıfatıyla Suriye'yi ziyaret ediyor olmak benim için ayrı bir heyecan doğurmaktadır. Bu ziyaretimde, sadece Şam'a değil, Halep'e de gelmiş olmak, ayrıca benim için önemlidir. Ve ilk defa bir Türk Cumhurbaşkanı'nın Halep'e geliyor olması da, eminim anlamlıdır. Bana gösterdiğiniz bu misafirperverliğe, biraz önce gösterdiğiniz bu sevgiye bir kez daha çok çok teşekkür ediyorum.
Halep aslında Türkiye'de çok iyi bilinir. Gerçi bütün Türkler Halep'i görmemiştir. Muhakkak ki, komşu iller; Gaziantep, Şanlıurfa, Kilis, Mardin buralardan çok daha fazla gelenler olmuştur. Bugün Gaziantep Üniversitesi'nin, size komşu olan şehrin rektörü de aramızdadır. Ama burayı hiç görmeyen Türkler de Halep ile ilgili çok güzel şeyler bilirler ve duyarlar. Halep ile ilgili Türkçe'de çok güzel tabirler vardır. Çünkü Halep çok eski, kadim bir şehirdir. Ve bu bölgenin en büyük yerleşim merkezidir. Tarih boyunca da buralarda çok büyük ilim adamları, çok büyük insanlığa hayrı dokunan insanlar gelmiştir ve geçmiştir. Dolayısıyla bugün Türkiye'de de çok güzel bir şekilde bilinir. Ben de Halep ile ilgili hep güzel şeyleri duymuşumdur. Bugün gelip bizzat burada, bu güzel şehri görüyor olmaktan gerçekten ayrıca büyük bir memnuniyet duyuyorum.
Değerli Konuklar,
Sizlerle biraz Türkiye ile Suriye ilişkileri, biraz bölgeyle ilgili ve biraz da Türkiye ile ilgili konularda konuşacağım. Ve daha sonra sizin sorularınıza cevap vermek istiyorum. Çünkü öğrendiğim kadarıyla bana soru sormak da istemişsiniz. Ben de bunu memnuniyetle karşıladım. Onun için zamanı iyi değerlendirmek istiyorum. Yine takdir edersiniz ki, burada başka programlarımız var. Sayın Cumhurbaşkanı Beşar Esad ve muhterem eşleri, büyük bir nezaket gösterdiler. Onlar da Halep'e geldiler, biraz sonra onlarla da buluşacağız. O bakımdan, zamanı iyi değerlendirmek istiyorum.
Türkiye ve Suriye, iki komşu, kardeş ve dost ülkedir. Suriye, Türkiye'nin Ortadoğu'ya açılan kapısı olduğu gibi, Türkiye de Suriye'nin Avrupa'ya açılan bir kapısıdır. Sınırlarımız 900 km. civarındadır. Aramızdan sınırlar öyle bir geçmiştir ki, bazen köylerimiz, bazen kazalarımızın içinden geçmiştir. Dolayısıyla karşılıklı akrabalar vardır. Bir kısmı Türkiye'dedir, bir kısmı Suriye'dedir. Bunu en iyi bayram günlerinde, dini bayramlarımızda görürüz ve anlarız. Bunu, şimdi burada bulunan il valililerimiz var, komşu illerin bütün valileri de benimle beraber, bu ziyarette Suriye'ye geldiler. Ve şimdi Halep'te aramızdalar. Onlar bilirler ve Halep'in Değerli Valisi, sayın eski bakan, daha önce buranın valisiydi, o bilir. Bayram günleri büyük kalabalıklar olur, kapılarda, sınırda, herkes birbiriyle kucaklaşır. Bu da şunu gösteriyor ki: Sadece komşu değiliz. Sadece dost değiliz, aynı zamanda da akrabalık bağlarımız vardır. Onun için ilişkilerimiz tabii ki çok iyi olmalıdır. Son özellikle 6-7 sene içerisinde ilişkilerimizin olağanüstü gelişiyor olması, eminim ki bizleri, sadece cumhurbaşkanlarını mutlu etmiyor. Sadece sayın başbakanları, sayın bakanları mutlu etmiyor. Halklarımızı da, hem Suriye halkını, hem Türkiye halkını da çok çok mutlu ediyor. Büyük bir memnuniyet duyuyorlar. Ve bu dostluğu, ilişkilerimizin gelişmesini de çok destekliyorlar. Her alanda; siyasi alanda, güvenlik alanlarında, ekonomik alanda, turizm alanında, aklınıza ne geliyorsa, bütün alanlarda çok iyi işbirliği yapıyoruz. Bunları daha da geliştirme azmindeyiz. Eminim ki, bunun içerisinde eğitim alanı da var. Biraz önce Sayın Rektör konuşurken, üniversitelerimiz arasındaki işbirliğinden bahsettiler. Bu işbirliğini daha da geliştirmeliyiz. Komşu illerin üniversiteleri olarak bütün üniversiteler, Şam'daki, İstanbul'daki, Ankara'daki üniversiteler, bütün bu alanda da ilişkilerimizi hep geliştirmek zorundayız ve bunu da yapıyoruz, bundan da büyük bir memnuniyet duyuyorum. Yine büyük bir memnuniyet duyuyorum ki, Halep Üniversitesi'nde Türkoloji bölümünün giderek çok daha büyük ilgi görüyor olması, giderek çok daha Suriyelinin Türkçe öğrenmek için ilgi duyması bizleri hep memnun etmektedir.
Siyasi ilişkilerimiz sadece iki ülke arasındaki konularla da sınırlı değildir. Bölgeyle ilgili konularda da Türkiye ve Suriye çok iyi bir dayanışma ve istişare içerisindedir. Ve daima birbirimize hep yardımcı olmaktayız. Türkiye, BM Güvenlik Konseyine seçilirken, Suriye başta olmak üzere bütün Arap ülkeleri çok güçlü bir destek vermişlerdir. Biz de daima Suriye'nin tezlerini, görüşlerini, Avrupa'da, Amerika'da, başka kıtalarda veya sizin bulunmayıp da bizim bulunduğumuz organizasyonlarda en iyi şekilde anlatmaya gayret sarf ediyoruz.
Ekonomik alandaki ilişkilerimiz, başka ülkelere örnek olacak derecede gelişmektedir. 2007 yılında, Serbest Ticaret Anlaşması imzaladık. Serbest Ticaret Anlaşması demek, ticareti kolaylaştırmak ve teşvik etmek demektir. Gümrükleri indirmek demektir. Ve bunun da neticesini hep beraber almaya başladık. Öyle ki 2006 yılında 600 milyon dolar olan ticaretimiz, 2008 yılında 2 milyar dolara yaklaşmıştır. Dünyada ekonomik kriz varken bile ticaretimiz artmış. Bu sene 3 milyar dolar civarında olacağını tahmin etmekteyiz. Bütün bunlar, şunu gösteriyor: İyi ilişkiler içinde olununca, siyasi ilişkiler en iyi şekilde olunca, güvenlik meseleleri halledilince, bunun üzerine çok iyi ekonomik işbirliği olmakta, refah olmakta ve karşılıklı olarak ülkelerin halkları mutlu olmaktadır. Bu ilişkiler, Türkiye ve Suriye ilişkileri, başkaları tarafından, başka ülkeler tarafından da örnek alınmalıdır. Çalışılmalıdır. "Türkler ve Suriyeliler nasıl yaptılar" diye, bazı ülkeler kendi aralarında, bazı ülkeler Suriye ile bazı ülkeler Türkiye ile -sınırı olanlar da- aynı ilişkileri güzel bir şekilde geliştirebilirler. Her şeyin başı, tabii, niyetten geçmektedir. Niyetiniz salih olunca, halis olunca, iyi olunca akıbet de iyi olmaktadır, netice de iyi olmaktadır. Biliyorsunuz, bu anlama gelen, çok güzel sözler, atasözlerimiz hem Türkçe'de vardır, hem de Arapça'da -sizlerin de kullandığı- muhakkak ki vardır. Onun için dostluk ve kardeşlik zemini çok önemlidir. Bunun üzerine her şey inşa edilir. Bunun üzerinde çok güzel mahsuller alınabilir. Şimdi bunu işte gerçekleştirmeye başladık. Sanayi alanında işbirliği vardır. Turizm alanında işbirliği vardır. Türkiye'nin çok büyük bir turizm şirketi hem Şam'da, hem Halep'te büyük otelleri özelleştirmede aldı. Ve onları modernleştirip, hizmet kalitesini yükseltip, Suriye halkının ve Suriye'yi ziyaret eden yabancıların hizmetine sunacaklar. Sanayide yine işbirliği imkanlarımız var. Ve bunları yapıyoruz. Bunlarla ilgili Şam'da gerek Sayın Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile baş başa yaptığımız görüşmelerde, gerek heyetler arası yaptığımız görüşmelerde, gerekse bakanlarımızın karşılıklı yaptığı görüşmelerde çok güzel kararlar aldık ve bunların hepsini de takip ederek, uygulayacağız. Ayrıca, benimle beraber gelen çok sayıda Türkiye'nin önemli iş adamı vardır. Onlarla birlikte Suriyeli iş adamları toplantı yaptılar. Biz de iki cumhurbaşkanı katılarak, onları teşvik ettik. Daha çok iş yapmalarını, daha çok ortak olmalarını ve daha çok faaliyet göstermelerini teşvik ettik. Bütün bunlar halklarımızın çıkarınadır ve faydasınadır.
Değerli Öğretim Üyeleri,
Değerli Öğrenciler,
Biraz da Türkiye'nin dış politikasından, özellikle bölgeyle ilgili dış politikasından bahsetmek istiyorum. Türkiye, istikrara çok önem veren bir ülkedir. Türkiye, hem komşularıyla ilişkilerini sıfır problemli hale getirmek ve tamamen karşılıklı güvene dayalı bir şekilde geliştirmek arzusundadır. Hem de yakın bölgemiz olan Ortadoğu'da istikrara çok önem vermektedir. Bunun için faaliyetler halindedir. Ve kendisini direkt ilgilendirmese bile, bölgeyi ilgilendiren birçok konuda Türkiye aktiftir. Belki başında dünyanın farklı yerlerinde, Türk diplomasisinin bu hareketliliğinden kaygı duyanlar olmuştur. "Acaba Türkiye ne yapıyor, Türkler niçin ilgileniyor, Türkler niçin Filistin meselesiyle, Türkler niçin Suriye-İsrail barışıyla uğraşıyorlar, Türkiye niçin İran'ın konularıyla uğraşıyor, Türkiye niçin Filistinlilerin birleşmesiyle uğraşıyor" diye kaygı duyanlar olmuştur, şüphelenenler olmuştur. Ama eminim ki, neticede herkes şunu görmüştür ki: Türkiye bütün bu faaliyetlerini iyi niyetlerle, iyi arzularla yapmaktadır. "Acaba bir katkımız olur mu, acaba bir faydamız olur mu, problemler çözülür ve barış temin edilir mi" diye.
Burada Türkiye'ye gösterilen güvene de çok teşekkür ediyorum. Bütün bölge ülkeleri, herkes, bu bölgedeki herkes, Türkiye'ye güven göstermiştir. Bunu burada ifade etmek istiyorum ve Türkiye'nin yeri geldiğinde arabuluculuğuna, yeri geldiğinde kolaylaştırıcı rol almasına güven gösterilmiştir. Başta Suriye olmak üzere ki bunu burada bir kez daha tekrarlamak istiyorum bu güvenden dolayı. İsrail de aynı güveni Türkiye'ye göstermiştir. Onun için bu çalışmalarda gayet samimi bir şekilde gayret etmişizdir. Biz "Doğrulara doğru, yanlışlara da yanlış" demekten çekinmedik. Gazze olaylarındaki Türk halkının feryadı, sokaklardaki tepkisi, tabii ki bizler tarafından, hepimiz tarafından ayrıca dile getirilmiştir. Belki bazılarının kalbinden geçip, aklından geçip söyleyemediklerini bizler söylemişizdir. Sayın Başbakan Erdoğan açıkça söylemiştir. Eminim ki, burada sadece Ortadoğu'daki ülkeler ve Ortadoğu'daki bütün halklar değil, dünyanın her tarafından da bu konular büyük bir şekilde de takdir görmüştür. "Doğruya doğru yanlışa yanlış" derseniz, ilkeli davranırsanız, sonunda faydanız ve katkınız olur.
Filistin davası her şeyin başında gelmektedir. Filistin kendi toprakları üzerinde kendi bağımsız devletini kurmadan, bu mesele bitmeyecektir. Bu dava kesinlikle sönmeyecektir. Onun için bir an önce barış görüşmelerinin devam etmesi ve Filistin bağımsız devletiyle İsrail'in yan yana yaşayabileceği bir ortamın sağlanması gerekir. Mesele sadece Filistin ve İsrail arasında değildir. Şüphesiz ki, Suriye'nin işgal altındaki topraklarının kurtarılması, Lübnan'ın aynı şekilde işgal altındaki topraklarının kurtarılması, bunlar da önemlidir. Dolayısıyla barışın olması için adaletli, vicdanlı hareket etmek gerekir. Yoksa barış olsun diye sadece bir tarafa baskı yapmak söz konusu değildir. O açıdan BM'nin şimdiye kadar aldığı kararlar, ki bu kararlar aslında bazıları birbirinin tekrarıdır. Bazıları tekrar tekrar alınmıştır. BM'nin bu kararları çerçevesinde, buna ilave olarak, Arap Barış Planı diye bildiğimiz ve bütün Arap ülkelerinin desteklediği barış planı çerçevesinde bir barışın gerçekleşebileceğine inanıyoruz.
ABD'de son seçimlerden sonra Başkan Barack Obama'nın iktidara gelmesi, yönetime gelmesi, onun dünya politikalarıyla ilgili söylemleri de bu konuda ümit vericidir. Çünkü Başkan Obama, "Ben düşüncelerimi zorla empoze edeceğim" demiyor. Açık açık "Ben önce dinleyeceğim, sonra düşüncelerimi paylaşacağım ve hep beraber hareket edeceğim, tek taraflı hareket etmeyeceğim" diyor. Bunun da problemlerin çözümü için iyi bir fırsat olduğu kanaatindeyim. Çünkü ABD'nin Ortadoğu probleminin çözümünde çok önemli bir sorumluluğu vardır. Daha önceki yönetim farklı düşünüyordu. Bugünkü yönetimin farklı düşündüğünü görmek ve bunların uygulandığını görmek için biraz beklememiz gerekiyor. Eminim ki, yeni ümitler doğuracaktır.
Ayrıca İran'ın nükleer meselesinin barışçı yollarla ve diplomatik yollarla çözümünü de Türkiye desteklemektedir. Bunun dışında başka bir yolun olmadığı kanaatindeyiz.
Türkiye olarak biz Arap ülkeleri arasındaki dayanışmanın da çok önemli olduğu kanaatindeyiz. Bundan dolayı son Arap Ligi toplantısının başarıyla geçmiş olması sadece Arap ülkelerini değil, bizleri de memnun etmiştir. Çünkü şuna inanıyoruz ki: Bütün Araplar kendi meseleleriyle ilgili, aralarında birlik ve tesanüd içinde hareket ederler ve ortak bir pozisyon alırlarsa bu işlerin çözümü daha kolay olacaktır. Ama her şeyin başı Filistinlilerin bölünmüşlüğünün muhakkak giderilmesinden gelmektedir. Buna açıkçası tahammül etmek de mümkün değildir. Çünkü iki tane ayrı Filistin devleti olamayacağına göre, o zaman ne yapıp edip bir araya gecikmeden gelmeleri gerekir. Büyük bir topluluğun içerisinde farklı düşünceler olabilir. "Ben ülkeyi daha iyi yönetirim" diye iddia eden gruplar olabilir, partiler olabilir. Bunlar kendi içinde mücadele edebilirler. Siyasi mücadele ayrıdır ama milletin bölünmesi, ülkenin bölünmesi, devletin bölünmesi ayrı bir şeydir ki, bunun kabulü mümkün değildir. O bakımdan, Filistinlilerin hiç vakit geçirmeden birlik ve beraberlik içerisinde olmaları, başarının birinci zorunluluğudur ve bu elzemdir. Bu konuda herkes üstüne düşeni en iyi şekilde yapmalıdır. Son dönemde bunların yapılıyor olduğunu görmek de yine bizi mutlu etmektedir.
Değerli Öğrenciler,
Biraz da Türkiye ile ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Biz Türkiye'de neler yapıyoruz? Son özellikle 15-20 yıl içerisinde neler yaptık? Son 6-7 sene içerisinde neler yaptık? Ve Türkiye hangi noktaya geldi? Bu tecrübelerimizi sizlerle, siz kardeşlerimizle paylaşmak isteriz. Gördüğüm kadarıyla Suriye de çok önemli, köklü reformlar yapıyor. Dolayısıyla bir kardeş ülkenin tecrübeleri, sizler için de belki faydalı olabilir diye düşünüyorum.
Bugünkü dünya, 30-40-50 sene önceki dünyadan çok farklıdır. Her şeyden önce teknoloji, iletişim teknolojisi, telekomünikasyon alanındaki gelişmeler, dünyayı birbirine bağlamıştır. Biz istediğimiz kadar gümrük duvarları da koysak, bunların hiçbir anlamı yoktur. İşte televizyonlar, otel odalarında, evlerimizde, Washington'u da seyredebiliyoruz, Japonya'yı da seyredebiliyoruz, Türkiye'yi de seyredebiliyoruz, Suudi Arabistan'ı da seyredebiliyoruz. Dünyanın neresinde ne oluyorsa, bunun farkındayız. Dolayısıyla kendi etrafımızı duvarlarla çeviremeyeceğimize göre, içe kapalı olamayız. Yani dünyayla bütünleşme kaçınılmazdır. Onun için biz 1980 yılından sonra, çok köklü bir serbest piyasa ekonomisine geçiş ve dünyayla bütünleşme politikaları uyguladık. Ve aynı zamanda da uzun yıllar AB ile temaslarımız olduğu için, AB'ye tam üyelik yolunda da müracaatlarımız olmuştur. Bütün bu aldığımız önemli kararlar, Türkiye'de köklü demokratik ve ekonomik reformların gerçekleştirmesine büyük imkan vermiştir. Özellikle 1995 yılında, Avrupa ile Gümrük Birliği'ne girmemiz, ki Gümrük Birliği'ne girmek demek, Almanya ile Fransa ile İngiltere ile gümrük duvarlarını kaldırmak demek. Onların malı serbestçe Türkiye'ye girmeye başladı. Bizim mallarımız da serbestçe Avrupa'ya girmeye başladı. Ve bunun neticesinde, belki ilk yıllarda biraz sarsıntı geçirdiysek de daha sonra, "Türk sanayii ve Türk müteşebbisleri, nasıl rekabet edilebilir, nasıl daha kaliteli mal üretilebilir, nasıl daha verimli çalışılabilir", mecburen bunları öğrendi ve neticede Türkiye'nin ekonomisi çok güçlü hale geldi.
Son 6-7 sene içerisinde yaptığımız reformlarla da bankacılık sistemini yeniden yapılandırdık. Özellikle ticaret hukukunu, ekonomiyle ilgili hukuku yeniden gözden geçirdik ve yeniden yapılandırdık. Ve neticede bunların faydalarını gördük. 2002 yılında Türkiye'nin gayri safi milli hasılası 220 milyar dolar civarındayken, şimdi Türkiye'nin gayri safi milli hasılası 800 milyar dolara yaklaştı. Hatta IMF'nin harcama paritesine göre 1 trilyon dolara yaklaştı. Ve Türkiye, dünyanın 17. büyük ekonomisi oldu, Avrupa'nın 6. büyük ekonomisi oldu. İhracatımız, geçen sene 130 milyar dolar oldu. Bunun da % 90'ı sanayi ürünleri, bunun da 25 milyar doları otomobil ihracatıdır. Bugün Avrupa'daki her 3 buzdolabından biri Türk malı, her çamaşır makinesinin 3 tanesinden biri veya televizyonundan biri Türk malı oldu. Bütün bunlar olurken Türkiye'ye çok fazla yabancı sermaye de gelmeye başladı. Şu bir gerçek ki, özellikle kalkınmasını tamamlamamış ülkelerin, bizlerin -Türkiye de hâlâ böyledir, Suriye de böyledir. Birçok bölgedeki ülke de böyledir- daha hızlı kalkınabilmemiz ve büyüyebilmemiz için bizim tasarruflarımız yeterli değildir, sermayeye ihtiyaç vardır. Onun için başkalarının da tasarruflarını ülkelerimizin kalkınmasında kullanabilmemiz gerekir. Onun için hukuk sistemimiz sağlam olmalı. Yani bir yabancı, diyelim ki bir Suriyeli iş adamı, Türkiye'de faaliyet gösterirken emin olması gerekir. "Herhangi bir şekilde bir problemle karşı karşıya kalırsam, Türk, Suriyeli ayırımı yaparlar mı yapmazlar mı" diye emin olması gerekir ki, milyonlarca dolarını getirip Türkiye'ye yatırabilsin. Baktık ki bu noktalarda noksanımız var. O sistemlerimizi değiştirdik. Kanunlarımızı değiştirdik. Kim haklı, kim haksız, sadece ayırımı ona göre yapmaya başladık. Bu Türk olabilir, Arap olabilir, Japon olabilir veya Amerikalı olabilir. Onun hangi millete ait olduğu değil, haklı veya haksız olup olmadığı önemli. Hukuk sistemimizi böyle yapınca da Türkiye'ye çok büyük sermaye gelmeye başladı. Son 4 sene içerisinde Türkiye'ye 70 milyar dolarlık dışarıdan yabancı sermaye geldi. Ve bunlar sanayiye, tarıma, finans sektörüne girdiler. Bütün bunların neticesinde bu demin söylediğim kalkınma oldu.
Tabii ki sadece ekonomi değil, üniversiteler de çok önemlidir. Üniversiteler aslında toplumun lokomotifidir. Üniversitelerdeki bilim adamları, sadece öğrencileri değil, aynı zamanda devleti idare edenleri, toplumu da eğiten insanlardır. O bakımdan üniversitelere de çok önem verdik. Ve devlet üniversitelerinin yanında birçok vakıf üniversitelerine, daha özel diyebileceğim ama bir şirket gibi değil, kar amacıyla çalışan değil ama vakıf şeklinde çalışan üniversitelere de müsaade ettik. Ve çok sayıda da üniversite kuruldu. Bu üniversiteler de çok sayıda yine öğrenci aldı ve eğitmeye başladı.
Türkiye bugün AB ile tam üyelik müzakerelerini yürüten bir ülkedir. Tam üyelik müzakerelerine 2005 yılında başladık. Bu konuda epey mesafeler de alınmıştır. Zaman zaman olumsuzluklar da söz konusudur. Ama nüfusu ve ekonomisi büyük olan ülkelerin AB'ye üyelikleri daha zor olmaktadır, İngiltere'nin, İspanya'nın hep böyle olmuştur. O bakımdan biz bunları gayet anlayışla karşılıyoruz. Ama gayet kararlı bir şekilde de bu süreci devam ettiriyoruz. Burada özellikle altını çizmek istediğim bir nokta var, o da şu: Bazıları zanneder ki AB, Ortadoğu'nun veyahut da Türkiye'nin tarihi ve kültürel bağlarla bağlı olduğu kardeş ülkelerin alternatifi. Böyle bir şey söz konusu değildir. Türkiye, bakın bir taraftan AB ile üyelik sürecini hızlandırırken, aynı dönemde de bütün komşularıyla ve başta da bütün Arap ülkesi olan komşularıyla ilişkilerini en yüksek seviyeye getirmiştir. Dolayısıyla bir sahada ilerlerken, başka sahayı ihmal etmek veya birine yüzünü çevirip, birine arkasını dönmek gibi bir olay söz konusu değildir. Onun için biz, bir taraftan Ortadoğu'da komşu ülkelerle, bütün komşu ülkelerle, tarihi, kültürel bağlarla bağlı olduğumuz ülkelerle ilişkilerimizi en üst seviyeye getirmek için uğraşırken, diğer taraftan Avrupa ile bütünleşme sürecimizi devam ettiriyoruz. Bütün bunlar, inanıyorum ki, sizler tarafından da yakinen takip ediliyordur ve takdir ediliyordur. Şu bir gerçek ki biz Suriye'nin başarılarıyla gurur duyarız. Sizler de eminim ki, Türkiye'nin başarılarıyla gurur duyarsınız. Neticede hepimiz birbirimize tecrübelerimizi aktarıyoruz. Birbirimizden hâlâ öğreneceklerimiz vardır. O açıdan büyük bir işbirliği ve anlayış içerisinde ilişkilerimiz geliştiriyoruz.
Ben, yıllar önce üniversitede hocalık yaptım. Üniversite hocalığından ayrılarak siyasete girdim. Onun için biraz üniversite kürsüsünde konuşmayı anlaşılan özlemişim ki, daha kısa konuşmayı düşünürken biraz uzun konuştum. Hemen burada sözü keseyim ve sizin sorularınıza fırsat verip, onlara cevap vererek, bugünkü buluşmamızı en iyi şekilde değerlendirelim. Tekrar hepinize teşekkür ediyorum. Sevgiler saygılar sunuyorum.